İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ve cumhurbaşkanı yardımcısı adayı Sayın Ekrem İmamoğlu’nun, Kızılay’a bağışlanmak üzere kan verirken çekilmiş fotoğrafını görünce “Bravo Ekrem!” dedim. İmamoğlu, bunu herhangi bir günde değil, birçok kişinin “oruç tuttuğu için değil, Kızılay’a güvenmediği için kan vermediği” ve bu yüzden ameliyatların ertelendiği bir zamanda yapmıştır. Kendisini yürekten kutluyorum. Ekrem Bey, bu davranışıyla sıradan bir siyasetçi değil vicdanlı bir “devlet adamı” olduğunu kanıtlamıştır. Hepimizin çok güvenmesi gereken “KIZILAY” Derneği, bir süre önce kamuoyunda “güvenilmez” olmuştu. Kızılay’ın AKP’den önce de kötü yönetildiği dönemler vardır. Güvenilir gazetecilerin piri Uğur Dündar, 1999 depreminden sonra bu yaraya parmak basmış ve Kızılay’da bir toparlanma sürecinin başlamasına vesile olmuştu. Peki niçin Kızılay tekrar bu hale düşmüştü? AKP zihniyetini yakınen biliyoruz. AKP için ülkedeki her kurum ve kuruluş, üstüne çökülüp, yandaşa menfaat sağlar hale sokulması gereken bir avlaktır. Kızılay’a da böyle yaklaşılmış ve dernek vergi yolsuzluklarına alet edilmişti. Sonuçta AKP’li olmayanların çoğunun, olanların da bir kısmının güvenmediği “karanlık” bir dernek imajı ortaya çıkmıştır. Belki de gerçek bu değildi. Maalesef Kızılay’ın yönetimi, olumsuz önyargıları yıkmak için halkla ilişkilerini alçak gönüllülükle geliştireceğine “bir kişiye hesap veririz, gerisi bizi ırgalamaz” diyerek fütursuz bir davranış sergilemiştir.

GÜVEN VERİMLİLİK KAYNAĞIDIR

Güven (İngilizce, trust) milletlerin ilerlemesinde yaşamsal derecede önemlidir. Bu hususu filozof Francis Fukuyama 1996’da yayınladığı “Trust” adlı kitabında hepimizin dikkatine getirmişti. Ertesi yıl, Japon asıllı Amerikalı profesör Fukuyama, bu kitabı tanıtmak daha doğrusu “trust” kavramını anlatmak üzere ülkemize gelip bir konferans vermişti. Ben hem bu konferansı dinlemiş hem de kendisiyle kısa bir röportaj yapmıştım. Fukuyama’yı dinledikçe, insanların birbirlerine ve içinde yaşadıkları ülkenin özel firmaları ile kamu kurumlarına güvenmesinin iktisaden ne kadar yararlı olduğunu adeta yeniden keşfetmiştim. Bunu da zihnimde “Güven, toplam faktör verimliliğini artırır” şeklinde bir son söz haline getirmiştim. Röportaj sırasında kendisine ısrarla “birbirine güvenmeyen bireylerden kurulu bir toplumun, birbirine güvenen bireyler toplumu haline nasıl dönüşeceğini” sordum. Tabii aklımda ülkem Türkiye vardı. Kemalist tarzda düşündüğüm için, ona “devrimci/inkılapçı önderler gerekir” dedirtmek istedim. Demedi. Filozofların, din veya bilim insanlarının, yazarların, siyasetçilerin, devlet adamlarının toplumun zihniyet  ve davranışını etkilemesinden bahsetti.

GÜVEN VE TOPLAM FAKTÖR VERİMLİLİĞİ

Yukarıdaki paragrafta “Toplam Faktör Verimliliği” (Total Factor Productivity) diye bir tabir kullandım. Yazının vitaminli olması için bu kavramı biraz açmam gerekir. Nasıl helva yapmak için irmik, yağ ve şeker lazımsa; milli geliri (GSYH) büyütmek için de “ilave” üretim faktörlerine (eski tabiriyle istihsal amillerine) ihtiyaç vardır. Bunlar: 1) Doğal kaynaklar, 2) Emek, 3) Sermaye ve 4) Girişimcilik’tir (örgütleme, bilim ve teknoloji). Toplam faktör verimliliğini artırmak ise sadece “daha fazla emek ve sermaye” kullanmadan milli geliri büyütmek demektir. Daron Acemoğlu, buna kaliteli büyüme diyor. Türkiye, asrın doğal felaketi denebilecek, çok ama çok büyük bir deprem yaşadı. Uzun sürse de bunun yarattığı sorunların üstesinden geleceğimize şüphem yok. Eğer yeniden inşayı Fukuyama’nın anlattığı “güven” ortamı içinde yapabilirsek, işin maliyeti düşer. Yok, birbirimize, devletin kurumlarına ve özel sektöre güvenmezsek, bu toparlanmanın külfet ve eziyeti yalnız depremzedelere değil, bu ülkede yaşayan herkes için artar. Buna da pahalılık denir.

SON SÖZ: Güven, verimliliği artırır; verimlilik de enflasyonu düşürür.