Ziya Gökalp (1875-1924) bir Zaza Türküdür. Çocukluğunun geçtiği Diyarbakır’da önce dini sonra medeni eğitim almıştır. 18 yaşında İstanbul’a gelip Baytar Mektebi’ne yazılmıştır. Genç Türkler hareketinden etkilenmiştir. Kendini sosyal bilimlerde yetiştirmiştir. İlk Türk sosyolog odur denebilir. Üniversitede (darülfünun) sosyoloji dersleri vermiştir. Ölümünden bir yıl önce 1923’te yayınladığı “Türkçülüğün Esasları” adlı kitabı, ömrü boyunca yaptığı çalışmalarını topladığı klasik bir eserdir. Bu kitap var olanların derlemesi olmaktan çok, yapılması gerekenleri anlatır. Kitap iki bölümdür. Birinci bölüm Türkçülüğün özünü anlatır. İkinci bölüm Türkçülüğün eylem programıdır. Bu programın 1. Dilde, 2. Estetikte, 3. Ahlakta, 4. Hukukta, 5. Dinde, 6. İktisatta, 7. Siyasette, 8. Felsefede Türkçülük olmak üzere 8 alt bölümü vardır. Kitabın 17 Şubat 1923’te yapılan İzmir İktisat Kongresi’nden önce mi sonra mı yayınlandığını tespit edemedim. Ama ikisi de aynı yıldadır. Dönemin sosyalist fikriyatından da etkilenen Ziya Gökalp, iktisadi Türkçülüğü şöyle anlatır: “Türkler eskiden göçebe hayatı yaşardı. Şimdi ise yerleşik hayata geçilmiş, bu da ekonomik yapılanmayı değiştirmiştir. Solidarizmle yani dayanışmayla, Türklerin iktisadi problemleri çözebileceğine inanıyorum. Ferdi mülkiyeti ortadan kaldırmaksızın, milli serveti fertlere kaptırmamak, umumun menfaatine sarf etmek üzere muhafazasına ve üretilmesine çalışmak gerekir.” Ziya Gökalp kitabını “Ey bugünün gençliği! Bütün bu işlerin yapılması asırlardan beri seni bekliyor” diye bitirmiştir.

GÜNEŞİN ALTINDA YENİ BİR ŞEY YOK

Müslümanların Tevrat ve Zebur diye adlandırdıkları kutsal kitap Ahdi Atik’in, Hazreti Süleyman’a hitaben yazılan ‘öğretmenin sözleri’ suresinde şöyle yazar: (1:9 ve 10) “Olmuş olan olacak olandır ve yapılmış olan yapılacak olandır ve güneşin altında yeni hiçbir şey yoktur.” Ziya Gökalp’ın 8 maddelik Türkçülük programında yer alan ilkeler özü itibarıyla bugün de geçerlidir. Çünkü dar anlamda iktisadi kalkınma geniş anlamda gelişme yani “çağdaş uygarlık düzeyine ulaşma” çok bileşenli bir oluşumdur. Bunlardan sadece birini iyileştirmekle gelişme olmaz. Temel soru şudur: Gelişme bireyden mi, toplumdan mı başlar? Soruyu bir başka şekilde soralım. Bireyler, gelişmemiş olduğu için mi, toplum geri kalmıştır, yoksa toplum yani sosyal kurumlar gelişmemiş olduğu için mi bireyler gelişememiştir?

SÖZÜM MECLİSTEN İÇERİDİR

“Sözüm meclisten dışarı” diyerek söze başlamak kadar sahtekarlık olmaz. Eğer bir konuşma, o mecliste bulunanları ilgilendirmiyor ve onlarda vicdani bir özeleştiriye yol açmıyorsa, bu bir mastürbasyondur. Katılımcıların gelişmesine katkısı yoktur. “Bizler iyi, dışarıdakiler kötü” tam bir kısır döngüdür. Laikler iyi, İslamcılar kötü; ya da tam tersi İslamcılar iyi, laikler kötü nakaratı, kapsayıcı toplumsal gelişmenin önündeki en büyük engeldir. İyi insan, başkasına iyiliği dokunandır. Ziya Gökalp’ın en önemli sözü “Hak yok, vazife vardır” özdeyişidir. Babalar, babalık vazifesini yapsa, eşi ve çocukları haklarını almış olur. Çocuklar ve anneler vazifesini yapsa, babaların hakkı yenmemiş olur. İşveren vazifesini yapsa, işgörenin hakkı; işgören vazifesini yapsa işverenin hakkı kendiliğinden korunur. Şurası açık ki; bireyler, vazifelerini yapmadıkça, sadece hak talep ederek haklarını koruyamaz.

SON SÖZ: Vazifesini yapmamak, başkalarının hakkını yemektir.