Seçimsiz demokrasi olmaz. Ancak sadece seçimlerin yapılabilmesi o ülkede demokrasi bulunduğunu kanıtlamaz. Ama seçim yapılmaması, demokrasinin en kusurlu halinin bile orada olmadığını kanıtlar. Eksikliklerine rağmen ülkemizde demokrasi vardır ve serbest seçimler yapılmaktadır. Halkın çoğunluğu, iktidarı değiştirmeyi istiyorsa, mevcut iktidar gider. Çok şükür, şu saate kadar, bir hafta sonra yapılacak seçimlere gölge düşecek bir şey olmamıştır. Komünistler ve şeriatçılar dahil herkes yazılı ve sözlü olarak propagandasını yapmakta, sosyal medyayı dibine kadar kullanmaktadır. Bu seçimlerde de toplumuzun temel ideolojik fay hattını oluşturan “laik-dindar” ayrımı hâlâ ana temadır. “Millet İttifakı”nın kurulmasıyla bu fayın ayırıcı olma gücü bir hayli zayıflamıştır. Zaten geçmişte de Ecevit-Erbakan (dışı yeşil-içi kırmızı karpuz koalisyonu) veya Turgut Özal’ın “dört eğilimi birleştirme” denemelerini yaşamıştık. Güneşin altında yeni bir şey yok. Ancak demokrasimizin en muhataralı konusu olan “Kürtlerin özerklik talebi” önemini korumaktadır. Bu talebin demokratik bir hak olup olmadığı tartışmalıdır. Bana göre “ülkeyi bölme” demokratik bir talep olamaz.

ROLLER DEĞİŞTİ

AKP iktidara gelince, hem fikriyatına uyduğu hem de Batı (ABD+AB) parasal destek verme şartı olarak dayattığı için, Kürt ve Kıbrıs meselelerini “ver kurtul” yöntemiyle çözmeyi planlamış, CHP de bunlara karşı çıkmıştı. “Ver kurtul” için önce engeller temizlenmeliydi. Yani TSK’nın Atatürkçü kadroları tasfiye edilmeli ve Rauf Denktaş hurdaya çıkarılmalıydı. Gülen’in beyin yıkama ve örgütleme yeteneği sayesinde alan temizliği büyük çapta gerçekleşti. Bu sırada Batı’dan oluk, oluk para aktı. GSYH rekor oranlarda büyüdü, enflasyon tek haneye indi, sıkıntıya sokulmadan halkın refahı gözle görülür şekilde artırıldı. (Bugünkü 418 ve 300 milyar dolar hikayeleri) Lakin Annan Planı’nı Rumlar reddetti. PKK, “asker kışlasına-polis karakoluna” hapsedilince şehir içlerinde hendekler kazdı. HDP, saf AKP’ye “Mutabakat Metni” imzalattı. PKK, haydi Abbas vakit tamam deyip, silahla özerklik ilan etmeye girişince AKP, “N’oluyor?” diyerek uyandı. MHP’nin de telkiniyle “ver kurtul”dan “vur kurtul” stratejisine geçildi. Atatürk’ün “ulus devlet” ilkesi dirildi. Bunun üzerine AKP’den ümidini kesen HDP, CHP ile flörte başladı. Akla ziyan bir yorumla tekrarlanan İstanbul BB Başkanlığı seçimleri bu sayede açık ara kazanıldı. Sıra genel seçime geldi.

ANADİLDE EĞİTİM VE KAYYUMLAR

Kürt meselesi, Kürt siyasetçilerin Anadolu’da Irak’takine benzer bir “Özerk Kürt Devleti” kurma emelinden başka bir şey değildir. Bu davanın önderliğini de silahlı PKK yapmaktadır. Batı (ABD+AB) tarafından maddeten ve manen desteklenen PKK, HDP ve türevlerinin patronudur. HDP’li belediye başkanları PKK’nın emirlerini dinlemeye ve kamu kaynaklarını PKK’ya tahsis etmeye mecburdur. Kayyumlar bu yüzden atanmakta ve seçilmiş belediye başkanları PKK’nin patronajından çıkarılmaktadır. Kendini bağımsızlık savaşçısı gören PKK, TC’ye savaş ilan etmiştir. Savaş, sivil alanda da verilmektedir. Anadilde eğitim dayatması bunların başında gelir. Türkler buna razı değildir. Türk milleti, esas olarak dil (Türkçe) ve kısmen de din (İslam) birliği üzerine kuruludur. Anadilde eğitim ile “dil birliği” kökünden çürütülürse “tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet” tezi biter. Osmanlı’da Ermeniler ve Rumlar anadilde eğitim hakkına sahipti. Bu yüzden ayrılmak doğal ve kolay geldi. Batılılar kışkırtınca facialar yaşanarak ayrıldılar. Eğer HDP, TC’nin bir siyasi partisi olmak istiyorsa bunun gerektirdiği tavrı bütün risklerine rağmen sergilemeli, PKK’nın, TC ile savaşında TSK’nın yanında saf tutmalıdır. Millet İttifakı da bunun, iş birliğin olmazsa olmaz şartı olduğunu onlara söylemelidir.

SON SÖZ: Sorunun tanımında mutabakat yoksa, çözümünde hiç olmaz.