Bu yazıyı yazmama, geçen hafta okuduğum “seçim, silahsız iç harptir” tanımlaması vesile oldu. Seçim öncesi ve sonrası yaşanan ve yaşanacak olumsuzluklara bu açıdan bakılınca, fazlaca telaşa mahal olmadığı sonucuna vardım. Çağdaş demokrasiler kuruluncaya kadar iktidar değişimleri hep kanlı olmuştur. İslam Peygamberi Hz. Muhammed, aynı zamanda yeni bir devletin kurucu başkanıydı. Onun ölümü üzerine halife olan ihtiyar Ebubekir ise kısa süre sonra eceliyle vefat etmişti. Ebubekir’den sonra başa geçen üç halifenin üçü de suikasta kurban gitmiştir. Sonunda vahdet (teklik-birlik) dini olan İslam, mezheplere bölünmüş ve iktidar savaşları günümüze kadar sürmüştür. Soru: Acaba toplumsal bölünmeyi, başa geçmek isteyen siyasetçiler mi yaratmakta, yoksa siyasi liderleri, toplumsal bölünme mi ortaya çıkarmaktadır? Pek tabii bu ilişki bir “tavuk-yumurta” döngüsüdür denebilir. Ama benim muhkem kanaatim “sıfır noktası”nda bölünmenin toplumdan başladığıdır. Siyasal bölünme bir doğa yasasıdır ve her ülkede vardır. Osmanlı padişahları, iktidara gelmek veya iktidardan gitmemek için öz kardeşlerini bile öldürmeyi caiz hatta vacip görmüştür. Bu geleneğin cumhuriyet döneminde de devam ettiğini görüyoruz. Atatürk’e İzmir’de suikast tertibini, Menderes’in idamını, 15 Temmuz 2016’da Erdoğan’ı halletme girişimini hatırlayın. Amerika’da seçimi kaybeden Trump’ın taraftarları meclisi basmadı mı?

DEVR-İ SABIK YARATMAK 

“Devr-i sabık yaratmak” seçimi silahsız bir iç savaş gibi görmenin doğal sonucudur. Anlamı, yeni iktidarın, sabık (eski) iktidar zamanında yapılan yolsuzlukları soruştururken önyargılı davranması, kurunun yanında yaşı yakmasıdır. Önyargılı davranışlar yeni haksızlıklar, hukuksuzluklar ve adaletsizlikler yaratır. Devri sabıkın en bilinen örneği 1950’de iktidara gelen Demokrat Parti’nin CHP’nin mallarına ve hatta halkevlerine el koymasıdır. 1960 darbesinden sonra da bunun rövanşı alınmak istenmiştir. Özellikle Kılıçdaroğlu, AKP’li Numan Kurtulmuş’un benzetmesiyle “Harun gibi gelip Karun gibi olanların” üstüne gideceğini söylemektedir. Bunu mutlaka yapmalı, ister siyasetçi ister iş insanı olsunlar, çaldıklarının hırsızların yanlarına kâr kalmasına izin vermemelidir. Devleti soyanlar, soygunu usulüne uydurur. Atalarımızın “minareyi çalan, kılıfını hazırlar” sözünü unutmayın. Bu ülkede, değil çalınacak minareye, çalınmış minareye bile sonradan kılıf dikebilen hukuk ve maliye üstatları vardır. Kaldı ki; AKP, ileride yapılacak soruşturmaları engellemek için birçok düzenleme yaptı. Çalınan parayı hesaplamak ve gizlendiği yeri bulmak için, dosyaları inceleyen uzmanların çok geniş bir  “takdir hakkı” kullanması gerekecektir. Bu da soruşturmaların hukukun “usul, esastan önce gelir” engeline takılmasına sebep olacaktır. Eğer bu engeller, yargıya siyasi baskı kurularak aşılmaya çalışılırsa işte o zaman “devr-i sabık” yaratılmış olur.

MİLLET DEVLETTEN KORKMAMALIDIR

Osmanlı Devleti, Osmanlı hanedanının mülküydü. “Bab-ı Âli” (Büyük Kapı) devletin diğer adıydı. Dolayısıyla devlet memurlarına “kapıkulu” denirdi. İngiltere’de devlet yetkilileri vatandaşın dilekçesine cevap verirken altına “Your Obedient Server” (İtaatkar Hizmetçiniz) diye imza atarmış. Necmettin Erbakan da emreden değil, emir alan “Garson Devlet” yaratacağız diye bir tabir icat etmişti. Hayırlısıyla Millet İttifakı iktidara gelince, herkesi suçlu varsayan “kapıkulu” denetçilerin ortalığı kasıp kavurmasına izin vermemelidir. Bunu da şimdiden açıklamalarında fayda vardır kanaatindeyim. AKP’nin az okumuş seçmenler arasında daha popüler olmasının önemli bir nedeni de okumuş kapıkullarının geçmişte daha çok CHP’li  olmasıdır. Bu da CHP’nin siyasi dezavantajıdır.

SON SÖZ: Üzümü ye ama bağcıyı dövme.