Sevgili okurlarım, herhalde dikkat etmişsinizdir... Diyanet’i burada sık sık eleştirir ve üzerine giderim.

Bu haklı eleştirilerin nedeni bellidir.

Zira sadece dinimizle ilgilenmesi gereken bir kuruluş olan Diyanet kapılarını hiç ilgisi olmayan başka konulara açmış, lüks ve şatafat alemine balıklama dalmış, bodoslama gidiyor...

Siyasetin tam da göbeğinde yer alıyor.

Üstelik bu kuruluşun kendi kendine koymuş olduğu bir takım ‘yasaklar’ var.

Örneğin Diyanet bazı konuları görmezden gelip ıskalar...

Nedir onlar?

-Atatürk’ün adını asla anmamak, Atatürk’ü yok saymak!.

-Hutbeler dahil O’nun ismini hiçbir biçimde kullanmamak.

-Atatürk devrimlerini de görmezden gelmek ve yok saymak.

★★★

Bu Diyanet’in bir de televizyon kuruluşu var.

Diyanet TV...

Evden fırsat buldukça bazen bu kanalı izlerim, görüntülere bakarım, söylenen sözleri ve yapılan yorumları dinlemeye çalışırım.

Aman Allah!

Size de tavsiye ederim!

Diyanet para açısından bakıldığında (sadece üç bakanlık dışında) devletten en büyük bütçe payını alıyor.

Ayrıca adına Diyanet Vakfı denilen bir kuruluş var ki paraya para demiyor.

★★★

Bu kuruluşta şu anda başta imam ve müezzinler olmak üzere yaklaşık 155 bin kişi çalışıyor.

Diyanet’i yönetmekte olan iktidar yandaşlarının çok önemli bir ‘özelliği’ daha var.

Sütre gerisine gizlenip kendilerine sorulan sorulara yanıt vermemek!

Size sadece bir örnek vermekle yetineyim...

Kadın voleybolcularımız büyük başarılar elde edip şampiyon oldu ve 2024 Paris Olimpiyatları’na katılmaya hak kazandı.

Bu büyük başarıyı görmek istemeyen çok sayıda din adamı bu duruma çok bozuldu.

Hatta o kadar ki, bazıları bu konuyu açıkça dile getirmek zorunda kaldı...

“Bunların yaptığı baldır bacak sergilemekten öteye geçmez.”

İşi buraya kadar getirdiler.

★★★

Dün elime ilginç bir belge geçti...

Bundan 11 yıl öncesine, 2012 yılına ait bir belge.

HDP Diyarbakır milletvekili Altan Tan, Meclis Başkanlığı’na bir soru önergesi veriyor...

Ve bu önergeye o günkü Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ yazılı olarak yanıt veriyor.

Soru önergesiyle hükümet tarafından verilen yanıtı sizlere biraz kısaltarak iletiyorum.

★★★

“Önergenin konusu: Göreve başlama yemin belgesi.

Soru 1: Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde göreve başlayan memur ve din adamlarının yaptıkları ve imzaladıkları bir göreve başlama yemini mevcut mudur?

Soru 2: Böyle bir uygulama varsa bu yemin ve andın metni nedir?”

★★★

Bekir Bozdağ imzalı, Diyanet çalışanlarını da kapsayan yazılı yanıt ise aynen şöyle:

“İlk defa devlet memuru olarak atananlar adaylık/ stajyerlik sürelerini tamamlayıp asıl devlet memurluğuna atandıktan sonra en geç bir ay içinde... (şu yemin belgesini imzalamakla yükümlüdür.)

“Türkiye Cumhuriyeti anayasasına, ATATÜRK İLKE VE İNKILAPLARINA (devrimlerine), Anayasada ifadesi bulunan Türk milliyetçiliğine sadakatle bağlı kalacağıma... sorumluluklarımı bilerek bunları davranış halinde göstereceğime namusum ve şerefim üzerine yemin ederim.”

★★★

Birincisi, bu yemin metni acaba günümüzde de geçerli midir?

Devlet memurluğuna atanan herkes tarafından, özellikle de Diyanet çalışanları tarafından namus ve şeref yemini olarak yine imzalanmakta mıdır?..

Yoksa bu da Recep Bey’in cumhurbaşkanı seçilince Meclis kürsüsünde okuduğu namus ve şeref yeminleri gibi geçersiz mi olmuştur!

Öyle ya, o beyefendi tarafından okunan o metin kendisinin “tarafsız” olmasını, “Atatürk’ün ilke ve devrimlerine bağlı kalmasını” öngörmektedir.

★★★

Bu son örnek bize çok önemli bir gerçeği gösteriyor...

Türkiye’de namus ve şeref gibi kavramların özü sakatlanmıştır.

Namus ve şeref gibi sözlerin ve bu amaçla edilen yeminlerin fazla bir özelliği (!) artık kalmamıştır.