Bayramda benlik gider. Ego sıfırlanır. Gürültü sonlanır. Patırtı kesilir. Egonun, gürültünün, patırtının yerini sessizlik, huzur, dostluk, kardeşlik, eşitlik alır. Benim siz okurlara filozofluk satacak halim yok.  Ayrıca size bilgiçlik taslamak için yazıyorum da saymayın. Aklıma geldiği ve yüreğimden döküldüğü gibi yazıyorum: Bana göre bayramlar, “başkalarına kulak vermek, onları dinlemek, sevinçlerini paylaşmak için” bulunmuş olmalı.

Paylaşmıyorsan!

Bayram ne için!

Depremi gördük.

Derin acı yaşandı.

Bayramı önce deprem bölgesinin acılı insanları ile paylaşmalıyız. Herkesin bir öyküsü var, herkesin öyküsü kendisi için önemli. Bayramlar, yepyeni hayatları başlatma, başkalarının öyküsünün de tadını çıkartma, yürekleri ve bedenleri güçlendirme günleri olmalı.

Olmayacaksa!

Bayram ne için!

★★★

Sevmiyorsan.

Sever gibi yapma.

Yalana batma.

Tafra savurma.

Hükmetmeye kalkma.

Bugün Bayram:

Asla yargılama.

Çünkü insanları yargıladığın zaman onları sevmeye zaman kalmıyor. Zaman bayram öncesi günlerin patırtısı, gürültüsü, çekişmesi, zehirli dili ile zaten her gün eriyip, bitip, tükenip gidiyor.

Unutma!

Hepimiz insanız.

Ara sıra!

İsyana kapılabiliriz.

Yüreğimiz kabarır.

Bugün bayram:

Sen haklısın.

Ben haklıyım.

Sorgulama!

Suçlama!

Tartışma günü değil.

★★★

Ben gazeteciliğe başladığım yıllarda Ramazan ayında, yazarlar köşelerinde Bektaşi hikayeleri de yazarlardı:

Kahvede oturuyorlar.

O gece.

Sahura kalkılacak.

Takılmışlar!

Baba Erenler, “Ramazan’a giriyoruz, sen ne yapacaksın?” Erenler demiş ki:

Bir kağıda yaz.

Ben unuturum.

“Yarın Ramazan” diye yazmışlar vermişler. Baba Erenler, her gün sabah kalkıp kağıda bakar, “yarın Ramazan” yazısını okur ve “yarına kadar Allah kerim” dermiş.

30 gün geçmiş.

Sabah kalkıp bakmış, sokakta davullar, zurnalar, gülerek koşuşan çocuklar, bayramlaşan büyükler bir sevinç, bir, bir mutluluk, bir neşeli velvele… Başını pencereden uzatmış sormuş; “Yahu nedir bu…”

Haberin yok mu?

Bayram!

Bayram!

Bektaşi Erenler cevabı duyunca serzenişli bir tavırla söylenmiş: “Hay mübarek ay, gelir gidersin de haber vermezsin!”

Böyle fıkralar yazılırdı.

Yazarı yadırganmaz.

Yarenliğe herkes gülerdi.

★★★

Bir benlik yükseltildi.

İnanan ve inanmayan.

Ayrımı yapıldı.

Onlar ve biz.

Melek ve şeytan.

Yerli ve yabancı.

Milli ve Milli olmayan.

Bizim ülkemizde Ilımlı İslam, “demokrasiyi getireceğiz” diye iktidar oldu; neredeyse Afganistan İslam’ı çizgisine meyledildi ve politikacının dindarı  ego şişirmeye alet edildi. Bayramlar da sonunda “inanıyor gibi yapma gününe” dönüştürüldü. Öyle bir ayırımcı dil ve davranış hakim oldu ki, arife günü Cumhurbaşkanı adaylarından Kemal Kılıçdaroğlu, “İlk oyunu verecek olan sevgili evlatlarım, ben aleviyim; Hak Muhammed Ali İnancı ile yetişmiş samimi bir Müslümanım” diye seslenmek zorunda kaldı.

★★★

İnanmak aşktır.

Aşkın ve inancın, yardıma, bakıma, desteğe, korumaya ihtiyacı yoktur. Olmamalıdır. Ben düşünüyorum ki, bayram günlerinde yaşayacağımız en yüksek duygu dürüstlük olmalıdır.

Yıllar geçiyor.

Geçecek.

Bayramlar geliyor.

Gelecek.

Sabırlı, sevecen ol.

Erdemini yitirme.

Bugün Bayram.

Kutlu olsun

Neler gördük... Neler yaşadık... Neler duyduk... UNUTMA!


Bayram bahşişi!


Padişahlık döneminde eski bayramlarda bir yazar; “Bayramiye” adı altında bir kaside yazar, devrin padişahına, sadrazama; “Tutsun cihânı debdebe-i tabl-ı haşmetin” diye seslenirmiş. Bu şair hemen bayram beklenmeden arife günü Saray’a davet edilir, kasidesindeki yağlama oranının gücüne göre bir kese, iki kese, üç kese altınla memnun edilirmiş. Kese altın, “bayram bahşişi” yerine geçermiş. Şimdi padişahlık yok ama var gibi yapılıyor ve Saray için övgü yazmaya niyetli olanlar bir ilham perisi, belirtisi, dürtüsüne ihtiyaç duymuyorlar.