SİYASET BİLİMCİ PROF. DR. ERSİN KALAYCIOĞLU, MEMLEKETİN İÇİNDE BULUNDUĞU DURUMU BÖYLE DEĞERLENDİRDİ


Seçimlerin sonucunun “çok daha kutuplaşmış bir Türkiye” olduğunu kaydeden Kalaycıoğlu “Başta Cumhur İttifakı olmak üzere siyasiler bunu becerdiler, muazzam bir şekilde ayrıştırdılar düşmanlaştırdılar. Bu böyle giderse, biz milli devlet olarak yolumuza devam edemeyiz ” dedi


Bir seçimden çıkıyor, diğer seçime hazırlık sürecine giriyoruz, adeta hayatımız seçimden seçime koşmakla geçiyor. Toplum yoruldu, bıktı, artık siyaset durulsun, ülkeye bir barış ve huzur havası gelsin diye bekliyor ancak siyaset hiç de durulacak gibi görünmüyor. Tartışması bitmeyen konuların başında Cumhuriyet Halk Partisi’nde -ve onlardan bile önce bütün medyadaki- değişim tartışmaları, “değişim” talebinin neleri içerdiği, muhalefetin hangi hatalarla seçimi kaybettiği, CHP listelerinden seçime girerek 35 milletvekili kazanan Deva, Gelecek ve Saadet partilerinin kuracağı ittifak, ekonomik krizden çıkılabilecek mi gibi konular var. Acaba merak ettiğimiz, hatta birçok kişinin kızdığı konuların perde arkası gerçekten bizim anladığımız gibi mi, yoksa görmediğimiz veya bilmediğimiz farklı ve önemli noktalar mı var. Bunları Türkiye’de en iyi açıklayacak kişilerden biri engin deneyimi ve Türkiye çapında yaptığı araştırmalarla hepimizin çok iyi tanıdığı Siyaset Bilimci Prof. Dr. Sayın Ersin Kalaycıoğlu’dur. Bugün onunla yaptığım sohbetten çok yararlanacağınıza inanıyorum.

Ersin Kalaycıoğlu, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ni bitirdikten sonra ABD’de Lowa Üniversitesi siyaset bilimi bölümünde yüksek lisans ve doktora yapmış, Boğaziçi Üniversitesi siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler bölümünde, Sabancı Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak çalışmış, 2004-2007 yılları arasında Işık Üniversitesi rektörlüğü görevini yürütmüştür. İstanbul Politikalar Merkezi Kıdemli Uzmanı ve Bilim Akademisi Üyesi olan Kalaycıoğlu, yurt içinde ve dışında birçok akademik ve idari görevde bulunmuş, Türkiye çapında çeşitli sosyal araştırmalar yapmış ve bunların sonuçlarını rapor, kitap ve makale olarak yayınlamıştır. Kalaycıoğlu halen Sabancı Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi öğretim üyesidir.


Sayın Kalaycıoğlu, Anayasa’ya aykırı birçok uygulamayla yapılan son seçimlerde acaba muhalefet partileri baştan bu duruma topluca itiraz ederek “Biz Anayasa’ya aykırı yapılan bir seçime girmeyi kabul etmiyoruz, önce şartları yerine getirin, YSK da kabul etmemesi gereken adımları ve iftiraları önlesin” diyemezler miydi?

Derlerdi ama o zaman başka bir şey yapacaksınız demektir, demokrasiye dönüş için artık seçimi kullanmayacaksınız, sokak hareketleri, direnişlerle devam edeceksiniz demektir, iktidar “seçimle kazanamayacaklarını anladılar, biz halkımızı davet ediyoruz, seçim yapılacak” diyecektir. Bakın Tunus’ta yüzde 30 katılımlı referandum, Mısır’da yüzde 25 katılımla seçim yaptılar. Yüksek Seçim Kurulu’nun da sonuçta yine nasıl bir karar vereceğini kestirmek zordur.

TÜRKİYE’Yİ 2 PARTİ YÖNETİYOR VE DEVLET “PARTİLER DEVLETİ” HALİNE GELİYOR!

Bu şartlar altında aynı parti bir 10 yıl daha kalabilir demek midir?

On yıl da kalır, 20 yıl da kalır, otoriter rejimler belli bir süre gidiyor. Ondan sonra çeşitli şekillerde yok oluyorlar. Bunlar içerisinde toplumu ve devleti tamamen çökertip gidenler var; Venezuela’da, Haiti’de olduğu gibi, çok örnekleri var dünyada. Şu anda Türkiye’de de devlet Adalet ve Kalkınma Partisi ile Milliyetçi Hareket Partisi’nden ibaret, iki parti yönetiyor ve devlet “partiler devleti” haline geliyor.

Meclis yok yani.

Tabii, Meclis’ten hiç hoşlanmıyorlar, parlamento lafından da hoşlanmıyorlar. Demokrasiyi, parlamenter rejimi yok etme yönünde hareket halindeler çünkü hesap vermek istemiyorlar. Hesap vermek endişesi olmayınca demokrasiyle olan ilişki aşınıyor, sorun orada.

Sizce 6’lı Masa’nın seçime etkisi faydalı mı oldu, zararlı mı?

6’lı Masa bir demokrasi ittifakı olarak kuruldu, bir seçim ittifakı değildi, demokrasi ittifakıydı ve o çok başarılı oldu. Bir arada kaldılar, çalıştılar, bir demokratikleşme projesi geliştirdiler ve bu projeyi raporlar halinde ilan ettiler, hepsi demokrasi projesinin arkasında durdu. “Seçilebilirsek bunu gerçekleştireceğiz” diye bir taahhütte bulundular, bu açıdan son derece olumluydu. Bunların daha sonra bir seçim ittifakına dönüşmesi öngörülmüş müydü, onu bilmiyorum ama o da gerçekleşti, onun başarılı olma şansı belki vardı ama onun için bütün parti teşkilatlarının ve o partilere eğilim gösteren seçmenin canla başla çalışması gerekiyordu, ben onu görmedim.

SEÇİMDEKİ CHP LİSTESİ ASLINDA İTTİFAK LİSTESİDİR!

Millet İttifakı’nda CHP ve İYİ Parti dışındaki 4 partinin adaylarının sadece CHP listelerinden seçime girmesi doğru muydu sizce?

Onlar “ittifakın adayları” olarak seçime girdiler, bu seçim partiler arasında olmadı, ittifaklar arasında oldu, ortaya 4-5 ittifak çıktı, onlar yarıştı. Bir tarafta Cumhur İttifakı; onu AKP temsil etti, bu ittifak içindeki partilerin bir kısmı seçime ayrı girdiler, BBP, MHP ve Yeniden Refah Partisi. Onun dışındaki partilerde Yeşiller ve Sol biliyorsunuz birçok yerde TİP’le ortak liste halinde girdi, aynı şekilde Zafer Partisi ve Adalet Partisi’nin içinde bulunduğu Ata İttifakı ortak listeyle girdi, Millet İttifakı da “Cumhuriyet Halk Partisi listesi” olarak girdi. Ama CHP olarak, sadece parti olarak girmedi o, ittifak olarak girdi. Orada Cumhuriyet Halk Partisi “Millet İttifakını” temsil ediyordu. İYİ Parti de belli listelerde CHP ile birlikte girdi, 16 yerde farklı girdi, o da CHP şemsiyesi altında girdi. Yani, Cumhuriyet Halk Partisi orada Millet İttifakı olarak girdi, adı CHP idi ama o Millet İttifakı’ydı. CHP’ye oy verildiği zaman Millet İttifakı’na oy verilmiş oldu ama bu bir kısım CHP’li seçmene de, CHP dışındaki seçmene de tam anlatılamadı. O CHP listesi Cumhuriyet Halk Partisi listesi değildir, İttifak listesidir, ittifak böyle bir şey. Onun için, o listeye sağcı girmiş, solcu girmiş, sırası yüksekmiş bunun bir anlamı yok. İttifakın üyesiyse listeye bir yerden girer sonuç itibarıyla. Onun için biz “CHP’lileri kayıracağız, diğer ittifak üyelerini göstermeyeceğiz” dediğiniz zaman o ittifak yürümez zaten. Orada bir takım görüşmeler, uzlaşmalar söz konusu olmuştur, ona göre liste belirlenmiştir, böyle olacak, başka türlü olamaz. Aynı şey Adalet ve Kalkınma Partisi için de geçerli, çünkü ittifak girdi seçime.

BU SEÇİMİN BİR “REJİM REFERANDUMU” OLDUĞU SEÇMENE ANLATILAMADI!

Seçim Yasası’nı değiştirdiler, partilerin değil ittifakların girmesi suretiyle bir seçime katıldık, bu seçimin; 1-İttifaklar arası olduğu, 2- Bir rejim referandumu olduğu anlatılamadı seçmene. Seçmenin çok büyük kısmı ortada bir rejim sorunu olduğunu ve bu rejim sorununu oylamakta olduklarının farkında olmadan gidip oy kullandılar.

Ama AKP kampanyasını “din ve milliyetçiliği” öne çıkarıp sahiplenme, Millet İttifakı’nı terörle yan yana gösterme temeline oturtmadı mı?

Tabii o şüphesiz, çünkü bir kültürel mücadele içerisindeyiz. Kültürel farklılıklar üzerinden sürdürülen bir çatışma, o çatışma üzerinden oradaki farklı değerler, farklı inançlar, farklı simgeler üzerinden yürütülen bir büyük çatışma var. O çatışmayla ülkeyi bölüyorlar ve yönetiyorlar.

 “Biz varsak din var, biz varsak terörle mücadele ederiz, onlar gelirse PKK ortaya çıkacak” gibi sözlerle seçmeni bu yönde de etkiledikleri görüldü.

Evet, PKK’nın burada rolü nedir, onu da bilmiyoruz. HDP’li seçmen üzerinde ne kadar etkili oldu, bir kısmının muhtemelen sandığa gitmesini engellemiş olabilirler. Bu şartlar altında HDP’nin oyu da geçen seçime nazaran düştü biliyorsunuz. Aynı zamanda HDP’nin yargılanıyor olması vs. Onun için o konunun bir kısmı dedektiflik işi, akademik iş değil ama PKK’nın bir rol oynadığını biliyoruz, bir takım açıklamaları filan var, o açıklamalar masum açıklamalar değil ama sonuç itibarıyla iktidarla yapılmış olan bir anlaşmanın sonucu da olabilir ama bunu bilmiyoruz.

PKK’NIN AÇIKLAMALARI MUHTEMELEN İKTİDARA DESTEK İÇİNDİ, BİR GÜN ORTAYA ÇIKAR!

Birçok kişi HDP’nin (Yeşiller ve Sol) aday çıkarmayışının iktidara yaradığını da söyledi. Aday çıkarsaydı iktidar “Kılıçdaroğlu ile HDP ve PKK arasında yakınlık kuramayacaktı” deniyor. HDP’li Figen Yüksekdağ da “Biz kendi adayımızı çıkarmayı savunduk” dedi.

HDP aday çıkarsaydı da iktidar istediği ilişkiyi kurardı, onlara herhangi bir belge, iddiasını ispat filan gerekmiyor. “Bunları PKK’lı gösterelim” diye karar veriyor, gerçekte var olmayan videoları bile gösteriyor, o açıdan fark etmezdi. Bunun gerçek olmadığı biliniyor, gerçek olmadığı halde bu ilişkiyi kurabilmişler, o zamanda kurarlardı, bu durumda da kurarlardı. Buradaki temel mesele şu; belli bir söylem geliştiriyorsunuz ve bu söylemle belli bir mesajı seçmeninize vermek istiyorsunuz, seçmenin kritik bir büyüklüğü o mesaja inanıyorsa, o mesajın içeriğinin gerçek olup olmamasının hiçbir önemi yoktur, “PKK ile ilişkideler” dediler, Cumhuriyet Halk Partisi’nin PKK ile ilişkisi var mı, yok. Olması mümkün mü, değil. Cumhuriyeti kurmuş olan partinin PKK ile ilişkisi olur mu? Cumhuriyeti tehdit eden bir hareketle ilişkisi olabilir mi?

PKK’nın açıklamaları muhtemelen AKP’ye, Cumhur İttifakı’na destek içindi, İnşallah bir gün gerçekleri öğreniriz. PKK için amaç ortalığı karıştırmak, amaçları bu. Ama bilimsel olarak bir iddiada bulunmak için belge, gözlem gerekiyor, o da şu anda üzerinde konuşmak mümkün değil.

Montajlı videolar ortaya çıktı, Cumhurbaşkanı bunları kabul etti, hiçbir yaptırım olmadığına göre yerel seçimde bu iftiralar bir adım daha ileri götürülürse ne olacak?

2019 yerel seçimlerinde yapıldı. O seçimlerde iktidar Öcalan’dan mektup getirtti, o okutuldu. Osman Öcalan hayattaydı, TRT’ye çıkarttılar PKK’nın önde gelenlerinden, liderlerinden biri olarak “Binali Yıldırım’a oy verin“ dedi. Yani yapıldı, daha ne yapılabilir?

Yerel seçimde muhalefetin çıkaracağı başkan adaylarını PKK’lıların arasına oturtup öyle bir video da yayabilirler.

Her şey yapılabilir, her şey mümkün. Yapmayacakları hiçbir şey olduğu kanısında değilim, çünkü buradaki temel çatışma; kültürel olarak ayrışmış olan “din üzerinden, mezhep üzerinden, etnik kimlikler üzerinden ayrışmış” olan seçmeni kendi tarafında tutabilmek için karşı taraf aleyhine her türlü gerçek dışı söylemi geliştirip kullanmak ve tekrar etmekle karşı tarafın herhangi bir şekilde kendi seçmeni üzerinde “muteber olmadığını, inanılmaması gerektiğini, güvenilemeyeceğini” ispat etmek. Ve bunu sürekli olarak hatırlatmak üzerinden bir kampanya sürdürüldü. Bu kampanya aynı şekilde devam edecekmiş gibi duruyor.

BU REJİME OY VERDİĞİNİZ SÜRECE OTORİTERLİK DEVAM EDECEK DEMEKTİR

Ama bu hiçbir siyasi veya hukuki yaptırımı olmadan sonsuza kadar devam mı edecek?

İktidar değişirse olur, dezenformasyon yasası uygulanır, sonuçları neyse ona göre suçlu bulunurlarsa cezayı alırlar ama bunun dışında olamaz. Çünkü cezai yaptırım uygulayabilecek olanlar herhangi bir şekilde bu tür bir eylemi suç olarak kabul etmiyorlar, dolayısıyla şu anda yapılabilecek bir şey yok. Otoriter rejimlerde hukuk çalışmıyor, Anayasa, kanunlar çalışmıyor. Otoriter rejimden çıkmamız gerekiyor, seçmenin anlamadığı kısmı bu. Bu rejime oy verdiğiniz sürece otoriterlik devam edecek demektir; onun için demokrasiye dönmek için çaba göstermek şart.

Oy verenlerin işine geliyor görünüşe bakılırsa.

Tabii, muhalefetin şu aşamada bu tür bir propagandaya yanıt üretebilmesi lazım, bunu görmezden gelerek olabildiğince kucaklayıcı bir yaklaşım içerisinde oldular, kucaklayıcı yaklaşım önemliydi, çünkü diğerlerinin bölücü, ayrıştırıcı yaklaşımına karşı bu doğruydu, “Bir arada yaşamamızı temin etmek istiyorsanız bize oy verin, bu şekilde yaşamaya devam etmek istiyorsanız onlara oy verin” dediler. Adalet ve Kalkınma Partisi bu şartlar altında çoğunluğun değil, bütün seçmen arasında yüzde 40 küsurun oyunu almıştır, yüzde 50’den fazlası oy vermemiştir (seçime katılanların yüzde 49.5’unu aldı, bütün seçmenin değil). Ya seçime katılmadı veya oy vermedi ama %50’den fazla seçmen Erdoğan’a oy vermedi. 64-65 milyonun 27 milyon küsurunun oyunu aldı Tayyip Erdoğan, yüzde 43 civarında bir oran yapıyor, o kadar, geri kalan oy vermedi. Seçimde en fazla oy “çoğunluk” değil, arkasında bir çoğunluk yok. Bütün milletin iradesini temsil eden bir iradenin Erdoğan’ın arkasında olduğunu gösteren bir kanıt yok.

SEÇİMLER BİTMEDİ, MART’A KADAR MUHALEFETİ YIPRATACAK İKTİDAR PROPAGANDASI DEVAM EDECEK!

İktidar medyası hemen CHP’yi alabildiğine hatta medya sınırlarını aşarak eleştiren bir faaliyete girişti ama buna muhalefeti destekleyen medya da katıldı.

Onları da bir şekilde kendi içerisinden hareketlendirmeye çalışacak mesajlar yaymak suretiyle muhalefet içerisinde bir bunalım yaratmak ve muhalefeti “Bunlar kendi aralarında kavga ediyorlar, birbirlerine düştüler” şeklinde göstermek için böyle bir yola girdiler. Bu da seçim propagandasının sürdüğünü gösteriyor. Zaten şu anda seçimler bitmedi ki, 2024 Mart’a kadar seçim var, onun için bu propaganda devam edecek. Gelecek Nisan’dan itibaren belki biraz propaganda dışında bir aşamaya varabiliriz, o da ne olacak o zaman göreceğiz.

AYRIŞTIRMA VE ÇATIŞTIRMANIN MİLLİ BİRLİĞE VERDİĞİ ZARAR YETERİNCE ANLATILAMADI!

Bir seçim daha olduğuna göre sormak isterim, siz muhalefetin yaptığı hangi uygulamaları veya açıklamaları sakıncalı buldunuz seçim öncesinde?

Muhalefetin yaptıkları muhalefet açısından ve muhalefetin ortaya koyduğu program açısından tutarlıydı, orada bir sorun yok. Sorun, muhalefetin bunları bir blok olarak yani Millet İttifakı’nın üyeleri, Özgürlük ve Emek İttifakı’nın üyeleri, diğer ittifakların üyeleri kendi seçmen tabanlarına ve karşılarındaki seçmen tabanına anlatmakta yeterince etkili olamadılar. Bunların bir çoğu yeni partiler, teşkilatları daha çok yeni, etkili bir şekilde çalışma imkanı bulabilmiş değiller, bir çoğunun (DEVA, Gelecek gibi) henüz seçim tecrübesi yok, aynı şekilde bildiğim kadarıyla Zafer Partisi’nin yok, Yeşiller ve Sol ilk defa ortaya çıkmış bir parti, ne derece seçmene ulaşabildi onu da bilmiyoruz, bunlar hep zafiyet. Dolayısıyla kendi propagandalarını ve kendileriyle karşı karşıya bulunan Cumhur İttifakı’nın ortaya çıkartmış olduğu çeşitli sorunları anlatmakta ve bunların ne kadar önemli, vahim sorunlar olduğunu, rejim sorunumuzun ne kadar ciddi olduğunu, ülkenin esas itibarıyla milli birlik ve beraberliğini bu şekilde ayrıştırma ve çatıştırmanın ne kadar zedelemekte olduğunu anlatamadılar. Esas sorun, teşkilatların yeterince etkili olamaması ve çalışamamasıdır.

CHP ve İYİ Parti liderleri, ekipleri yeterince anlatmadı mı?

Anlattılar, “Biz helalleşme istiyoruz”, kalp işareti kullanarak birlik istiyoruz, bize katılın birleşerek büyümek istiyoruz vs. bütün bunlar daha fazla anlatılabilseydi seçmen üzerindeki etkisi farklı olacaktı ama bunları anlatmanız için Türkiye’nin her yerinde etkili olacak teşkilatlarınız olması lazım. Seçmenle empati kurmuş olan, çok yakından ilişki içinde bulunan ve çok etkili olarak çalışan teşkilatlara ihtiyacınız var, CHP teşkilatı tek başına bunun için yeterli değildir. Cumhuriyet Halk Partisi’nin içinde bulunduğu ideolojik konum seçmenin önemli bir kısmının uzağında kalıyor. Oradan gelerek o seçmeni etkileyebilmesi, hele onun söylemini bu kadar karalayan bir seçim propagandası varken; “Bunlara güvenmeyin, bunlar karşı kamptandır, düşmandır, teröristtir, ahlaksızdır, dinsizdir, ihanet içindedir” filan diye bir kampanya sürerken bu çok kolay değildi.

İYİ PARTİ’NİN BULUNDUĞU POZİSYON ORTALAMA SEÇMENE EN YAKIN OLAN POZİSYON!

Burada esas itibarıyla kritik rol oynayabilecek parti İyi Parti’ydi. İyi Parti’nin ideolojik konumu Türkiye’deki seçmen ortalamasına en yakın olan konumdur. Bizim seçim öncesi Ali Çarkoğlu, Mert Moral ve Erdem Aytaç’la yapmış olduğumuz seçim araştırması var, o araştırmada çıkan sonuç “İYİ Parti’nin bulunduğu pozisyon ortalama (medyan) seçmenin bulunduğu pozisyona fevkalade yakın. En yakın olan pozisyon.” Şimdi, orada tam durduğu ideolojik noktada 2018 seçimleri sonunda yüzde 20 seçmen var. O yüzde 20 seçmeni kendisine bağlayıp kendisiyle birlikte hareket etmesini sağlayabilecek başarıyı gösteremedi, o seçmen sayısı 2023’te yarı yarıya inmiş vaziyette. O zaman yüzde 27 gibi hesaplıyoruz, şimdi yüzde 13 gibi.

İYİ PARTİ’YE OY VEREN MERKEZ SAĞ SEÇMEN AŞIRI SAĞA KAÇMIŞ DURUMDA!

Merkez sağ seçmen…

Merkez sağ. Bu seçmen oradan daha sağa kaçtı, daha aşırı sağa kaçmış durumda. Orada yüzde 27 oy potansiyeli varken yüzde 9 aldı, üçte birini alabildi. Onunla beraber eski partilerden yakın pozisyonda olan Saadet Partisi var, teşkilatının bir ölçüde tecrübeli olması lazım, o da oy çekebilirdi, o da oyunu Yeniden Refah’a kaybetti. İYİ Parti yüzde 9 yerine yüzde 13-14 alabilseydi, Yeşil Sol yüzde 12-13 alsaydı TBMM çoğunluğu bugün Millet İttifakı’nın elindeydi ve bugün başka bir şey konuşuyor olurduk. Burada gördüğümüz mesele kritik rol oynayabilecek partilerin bu rolü iyi oynayamamaları ve teşkilatlarının iyi çalışmaması dolayısıyla kendilerine teveccüh edebilecek seçmeni kaçırmış olmaları.

Bunun sonucunda çok daha kutuplaşmış bir Türkiye var şu anda. Elimizdeki verilere göre seçmenin ideolojik pozisyonu; yüzde 35’i aşırı sağda, yüzde 20 - 25’i aşırı solda, yüzde 20’si kadarı merkezde, merkez sağ ve merkez sol hemen hemen çökmüş durumda (yüzde 10-13 merkez sol, yüzde 10-13 merkez sağ). Buralar boşalmış, aşırı sağ ve aşırı sola doğru gitmiş durumda. Şu anda Türkiye’nin seçmeninin “genel kitleyi ortaklaşa bir değer etrafında temsil eden” herhangi bir zihniyet veya ideolojik pozisyon yok, ortak bir değer yok. Tamamen ayrışmış durumdayız, tamamen. Bu sürdürülebilecek bir şey değildir, böyle devam edersek biz milli devlet olarak yolumuza devam edemeyiz, açıkça söyleyeyim. Bu ülke çok yakında çok daha feci şekilde birbiriyle kapışabilir, şu anda inanılmaz bir düşmanlaştırma içindeyiz ve değerler itibarıyla tamamen kopmuş durumdayız. Farklı farklı topluluklar oluşmuş vaziyette ve birbirlerini düşman olarak görüyorlar. Birbirleriyle empati kuramıyorlar, ortaklaşa herhangi bir şey duymuyorlar, bu giderek bencilleşen ve karşı tarafı umursamayan seçmen demek. Toplumlar bencillik üzerinde yaşayamazlar, bir takım ortak değerleri olmak zorundadır.

TOPLUM OLARAK YOLUMUZA DEVAM ETMEKTE ZORLANACAĞIZ!

Başta Cumhur İttifakı olmak üzere siyasiler bunu becerdiler, muazzam bir şekilde ayrıştırdılar ve o ayrıştırma Türkiye’yi şu anda bir arada kalmayı fevkalade zorlaştıran bir hale getirdi. Toplum olarak yolumuza devam etmekte çok zorlanacağız.

HER TARTIŞMA KAOS DEĞİLDİR, DEMOKRASİ TARTIŞMA REJİMİDİR!

CHP’nin kendi içinde yaptığı başkanlık tartışmaları, adayların Genel Başkan Kılıçdaroğlu’yla konuşmaları topluma yansıyor. Sizce bunlar partiye zarar vermiyor mu? Siz bu açıktan açığa yapılan tartışmaları nasıl buluyorsunuz?

Bunlar açıktan açığa değil partide yapılan tartışmalardır, medya sorduğu zaman onlara da söylüyorlar. CHP görece olarak kurumsallaşmış bir parti, bunun içerisinde farklı fraksiyonlar, hizipler, arkadaşlık grupları vs. var, onların da kendilerine göre çeşitli iktidar hesapları var, dolayısıyla bu tür tartışmalar gayet doğal. Bütün partilerde var bu. Siyasi partilerin kurumsallaşmış bir yapı haline gelmesi sadece bir tek kişinin destekçisi olma özelliğinin ötesine gitmiş olmaları durumunda bütün siyasi partilerde bu tür tartışmaları görebilmeniz mümkündür. Orada bir sorun yok, eğer demokrasi olsaydık bu son derece doğaldı. Bizim sorunumuz şu anda demokratik bir rejim içerisinde olmamamız, ciddi ölçüde otoriterleşen bir rejimdeyiz. O ortamda yapılan bu tartışmalar doğal olarak insanlar tarafından garipseniyor. Bu tartışmalardan etkilenenlerin de demokrasiden ne anladığını ben anlamış değilim. Demokraside tartışma olur, bir emir komuta zinciri içinde mi hareket etmeleri gerekiyordu tartışma olmaması için. Tartışma olmaması ne demek, saçma sapan bir argüman bu. Meclis her dakika tartışıyor kanun da çıkarıyor, bir fikir tartışması yapılmadan herhangi bir karar alınabilir mi? Bu tartışmaların olması gayet kaçınılmazdır, doğaldır. “Efendim bunlar iktidara gelseydi tartışırlardı”, her tartışma kaos falan değildir, demokrasi tartışma rejimidir. Halk tartışacak, görüşecek, farklı gruplar farklı fikirler çıkacak, fikir çatışmalarından farklı sonuçlar çıkacak, böyle bir yönetim biçimi. Bunu söyleyenlerin demokrasi hakkında hiçbir fikrinin olmaması lazım, kusura bakmayın demokrat değiller, demokrasinin ne olduğunu bilmiyorlar. Demokrasi getireceğiz diyen bir partinin tartışması kadar doğal bir şey olamaz.

Aynı kişiler Kılıçdaroğlu’nu diktatörlükle suçluyorlar, ya biri ya öbürü. Hem tartışma var, hem diktatörlük var nasıl oluyor bu iş ben anlamış değilim. Bu konuşmaların hepsi absürt ciddiye alınacak şeyler değil.

CHP’DE DEĞİŞİMDEN BAHSEDENLER NE TÜR BİR AÇILIM VE VİZYONU KASTEDİYORLAR?

İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun değişim taleplerini nasıl karşılıyorsunuz?

Değişimden de ne anlıyorlar acaba, CHP’li İlhan Cihaner bir söyleşisinde “Ben değişimden ne anlaşıldığını bilmiyorum” diyor. Bakın CHP önemli değişimler geçirmiş bir partidir, özellikle askerler tarafından kapatılmadan önce. Bugün değişimden bahsedenler ne tür bir ideolojik açılım, ne tür bir vizyon, ne tür bir fikriyattan bahsediyorlar…

Bazı CHP’liler bunu açıkladılar, CHP’nin sağa kaydığını ve asıl kodlarına dönmesi gerektiğini söylüyorlar.

Sağa kayma yok, o iddia tamamen palavra. Bizim yapmış olduğumuz araştırmalara göre, yayınlarımıza göre CHP tamamen sol parti olarak görünüyor seçmenin gözünde, hangi sağ? Bu sağa kaydı falan dedikleri kendi çevrelerinde gördükleri bir takım ufak tefek değişiklikler. Abdüllatif Şener’in, Bekaroğlu’nun milletvekili olması gibi, bu sağa kaymak mı oluyor? CHP’nin sağda seçmeni yok, farkında değiller. Bizim elimizdeki verilere göre CHP’nin seçmeni aşırı soldan başlıyor ortaya kadar gidiyor, sağda seçmeni yok. Siz birinci önermenizi yanlış kurarsanız, gömleği yanlış iliklemek gibi tartışmanız yanlış gider. CHP kendi kodlarına dönsün ne demek, ne söyleyecekler, ekonomik politika, siyasal pozisyon nasıl değişecek, böyle bir metin koyabiliyorlar mı ortaya? Bugünkü pozisyonlarına göre neyi değiştirecekler? Yolsuzlukların hesabını soracağız diyor, barış diyor, helalleşme diyor, bunları bir kenara atıp ne söyleyecekler? Böyle bir söylem yok! Böyle Ecevit’in yelkenine dolan rüzgar gibi ortaya çıkan bir yenilik önerisi, söylemi, insanları heyecanlandıracak bir şey yok, bir tek “her şey iyi olacak var” o kadar, onun dışında ben bir şey duymadım şimdiye kadar. Kılıçdaroğlu gitsin yerine başkası gelsin, değişimden anladıkları buymuş gibi, duruyor; personel değişimi, yapısal bir değişim, zihniyet açılımı, ideolojik bir değişme değil.

EN İYİ ÖRNEĞİ ANAP, DSP VE DYP’DİR, BUGÜN SIFIRLAR CİVARINDA OY ALIYORLAR!

Zaten Ekrem İmamoğlu’nun söylediği değişim lider değişimi biz öyle anlıyoruz…

Tamam, lider değiştirdikten sonra yeni lideri teşkilat kabul edecek mi, teşkilatın reaksiyonu ne olacak? Teşkilatın içindeki çeşitli fraksiyonlar, gruplar, hizipler direnirse, pasif ve aktif direnişte bulunursa, liderin kabul edilmemesi dolayısıyla içerde bir kısmı çalışmazsa ne olacak? Lider değişikliğinin temel olarak ürettiği sorun budur. Lider değişikliği bütün örgütlerde fevkalade kritik bir iştir, bunu beceremeyen örgütler çöker, bunun en iyi örneği Anavatan Partisi’dir, Demokratik Sol Parti’dir, DYP’dir. Hiçbirinin bugün esamesi okunmuyor, sıfırlar civarında oy alıyorlar. Bir zamanın büyük partileriydi bunlar, Türkiye’yi yönettiler dikkatinizi çekerim. Lider gitti partiler bitti. CHP için bu kadar dramatik olmayabilir çünkü çok lider değiştirmiş bir parti, lider partisi değil fikir etrafında devam ediyor. Buna rağmen yeni gelecek olan bir liderin kendisine desteği teşkilattan üretebilmesi lazım, onun için içeriden çıkması gerekiyor. Ecevit senelerce genel sekreter olarak çalıştı İsmet Paşa’nın yanında. Genel sekreterlik özellikle delegelerin ve teşkilattaki üyelerin kimliklerinin üzerinde etkili olabilecek bir makamdır, yani teşkilatın destekleyeceği biri olmalı.

İMAMOĞLU İÇİN DE TEŞKİLAT DESTEĞİ KONUSUNDA BİR RİSK VAR!

Özetle İmamoğlu’nun teşkilat desteğini üretebilmesinin zor olduğunu düşünüyor ve riskli mi görüyorsunuz?

Riskli bir şey olabilir, bilmiyorum ben parti üyesi değilim, içerideki tartışmaları, siyaset çatışmalarını bilmiyorum, onun için bu konuda fikir yürütemem ama bu risk bir ölçüde var. Teşkilatı hareketlendiremez, seferber edemezse sistem çalışmaz. Bütün partilerde var, niye Tayyip Erdoğan parti başkanlığını bırakamıyor, bıraktığı andan itibaren parti ortadan kalkabilir çünkü o partide kurumsal yapı oluşmadı henüz, Tayyip Erdoğan’a destek teşkilatı o kadar. Erdoğan gittikten sonra o partinin bir arada kalması çok zor olabilir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan yapmak istedikleri yeni Anayasa için “Türkiye yeni yüzyılının en önemli olayı” diyor. Siz ne düşünüyorsunuz?

Öyle bir şey olamaz, eğer kendi istedikleri gibi bir anayasa çıkarırlarsa onun çalışmayacağını, hiçbir şekilde genel kabul görmeyeceğini şimdiden söyleyebiliriz. Aşırı sağın çıkaracağı bir anayasayla Türkiye uzun bir süre yönetilemez, bu mümkün değil.

Ne olur, sonra o anayasa da mı kaldırılıp yeniden eskiye dönülür?

Tabii, Türkiye’nin bütün renklerini kucaklayacak, demokratik bir hukuk devletiyle çalışacak ve Türkiye’nin sorunlarına çare üretebilecek bir kurallar bütününe, ilkelere, kurumsal tasarıma  ihtiyacımız var.

ÖZAL “ANAYASA BİR KEZ DELİNSE NE OLUR” DEDİ, ANAYASA ELEĞE DÖNDÜ!

Eski Anayasa birçok kez değiştirilmedi mi?

Değiştirdiler ama kendi değiştirdiklerine kendileri uymuyorlar, en başta Erdoğan’ın üçüncü kere Cumhurbaşkanı adayı olması. Erdoğan liderliğindeki AKP’nin yapmış olduğu 21 Ekim 2007 referandumunda 101. madde değiştirildi; cumhurbaşkanı halkoyuyla 2 defa seçilebilir diye bir madde geldi. Halkoyuyla 3. defa seçildi, Anayasa’ya aykırı. Şimdi bu Anayasa’nın meşruiyeti olduğunu, bizzat onu değiştirenler tarafından ona herhangi bir saygı duyulduğunu söyleyebilir misiniz? AKP ve MHP’nin birlikte yapabileceği, çalışabilecek meşru bir anayasa yok. Toplumun büyük çoğunluğu meşru kabul etmeyecektir. 1982 Anayasası yüzde 90 oyla kabul edilmesine rağmen meşru olarak kabul edilmedi. Hiçbir lider; ne Ecevit, ne Demirel, ne Erbakan, ne Türkeş, ne de onlardan sonra gelmiş olan siyasal liderler Anayasa’yı meşru olarak kabul etmediler. Özal’ın sözünü unutmayın, “Bir kere delinse ne olur?” dedi, ne olacağını gördük, eleğe döndü Anayasa. Anayasa’ya bu şekilde yaklaşacaksanız yeni anayasa yapmaya hiç zahmet etmeyin. Aşırı sağın bir takım ütopyalarını gerçekleştirmek için Anayasa’nın araç olarak kullanması endişesi var, o ütopyalarla Türkiye’nin yönetilebilme şansı yok, Anayasa’nın o dar kalıplara sığdırılması geniş kabul görmesine engeldir. Demokrasi, hukuk devleti, laiklik, Cumhuriyet, bunların üzerine oturacak bir anayasa olması lazım. Millet İttifakı’nın ortaya koyduğu proje olan demokrasi ve hukuk devleti vurgusu o bakımdan önemli.



İMAMOĞLU GENEL BAŞKAN SEÇİLİR VE DAVASI ALEYHİNE SONUÇLANIRSA KRİZ ÇIKAR!

Ekrem İmamoğlu hakkında “hapis cezası istenen” 2 dava var, duruşma Kasım’da, CHP’nin kurultayı 29 Ekim’de yapılacakmış. Kurultay’da İmamoğlu seçilse ve bir ay sonra hüküm giyeceği bir karar çıkarılsa ne olacak? Kılıçdaroğlu için de aynı durum söz konusu.

Herkes için böyle kararlar çıkarabilirler. İmamoğlu seçilirse ve bu durum olursa kriz çıkar. Bu yargılamanın da hukuki olup olmadığı şüpheli. Bunların hepsi muhalefeti sindirme, otoriter rejimlerde bu çok sık yapılır, seçimlere sokmazlarsa iktidar için daha da iyi olur. Seçimlerin dürüstlüğü araştırmalarında Türkiye en son verilere göre 112’nci sırada, dünyada 158 ülke arasında. Berbat vaziyetteyiz, demokratik seçim de yapamıyoruz, bu seçimlerde demokratik değildi zaten.

Bütün oklar Kılıçdaroğlu’na yönelmiş durumda, mühürsüz oylara yeterince itiraz edilmemiş olmasından bile başlıyor tartışmalar.

Mühürsüz oylara hukuki itirazda bulundular, siyasi itirazda bulunmadılar, o lider olarak yapmış olduğu bir değerlendirmedir. Siyasi itirazda bulunsaydı ve oraya parti teşkilatından 100 bin kişiyi alıp yürüseydi, üzerlerine ateş açılsa ve 5 bin kişi ölseydi daha mı iyi durumda olacaktık? Bunların cevabını bilmeden “yanlıştır, doğrudur” tartışmaları biraz havada kalan tartışmalar oluyor bana sorarsanız. Bu riski göze almamış bulunuyor.

Sonradan Adalet Yürüyüşü yaptı, orada da aynı risk yok muydu?

Tabii ama Adalet Yürüyüşü’nde YSK’nın aldığı kararın değiştirilmesi ve aynı zamanda seçim sonucunda iktidarın el değiştirmesi gibi bir riziko yoktu. Öyle olmadığı için kullanılabilecek devlet aygıtları ve cebirin aynı düzeyde olması söz konusu değildi. Üstelik o yürüyüşün Adalet ve Kalkınma Partisi ve MHP’nin tabanında herhangi bir yankı bulduğunu gösteren bir kanı da yok. Oradaki seçmen adalet, hak, hukuk vs. gibi konularla ilgili bir duyarlılığa sahip değil, tepki de vermiyor, bunu gösteren bir kanıt da yok elimizde bugüne kadar.