Sürekli yaşadığımız bir durum var.

En son CHP’li Sezgin Tanrıkulu’nun Türk Ordusu’nu suçlayan sözleri üzerine yapılan tartışmalarda, savunucular işi sonunda şuna getirdi:

-“Ama biz mağduruz.”

-“Ama biz mazlumuz.”

Evet, her tartışma, mutlaka bu travma beyanına getiriliyor. Ve bu tartışmalar bir türlü sonuç odaklı olmuyor/olamıyor...

-“Ama bize çok haksızlık edildi!”

Kuşkusuz ülkemizde mağdurlar-mazlumlar var, bunu kim reddedebilir. Üzerinde durmak istediğim, tartışmaların bu cümlenin ötesine geçemiyor olması. Hakikat arayışı, sert biçimde “biz” ve “öteki” mağduriyeti arasına sıkıştırılıyor:

-“Biz masumuz, diğeri zalim!”

Hakikat kimin umurunda; “sözde gerçeği” belirleyen siyasal ve toplumsal kimlik oluyor! Bu tutum, hakikatleri açan “anahtar” değil, hakikatleri kapatan “kapı” görevi üstleniyor:

-“Bizimkiler ne derse kesin doğru odur.”

Kesintisiz biçimde üretilen mazlumluk ideolojisi, ‘şüphe’nin/ ‘soru’nun katili oluyor.

Böylece yalan hızına erişilemez durum alıyor... (Örneğin: PKK’nın en büyük silahı; zulme uğradık söylemiyle kitlelerle duygusal bağ yaratmak. Yıllardır terörü böyle meşrulaştırıyor, şiddete -kitleleri kandıran- ahlaki ölçü getiriyor: Mecburuz!)

Bu “dil” son yıllarda neoliberalizm gölgesindeki/ sınıfsal bakışı kaybetmiş solcular yüzünden de politik hayata hâkim oldu ve şöyle bir ideolojik körlük ortaya çıktı:

-Yoksul Kürt kimliğinden dolayı mağdur ve mazlum, yoksul Türk ise kimliğinden dolayı mağrur ve muktedir!

Hakikat arayışında kültürel/etnik kimlik, tek belirleyici etken hale geldi.

★★★

Herkes, salt algılar üzerinden kendi mahallesine propaganda yapıyor. Olguların, belgelerin, gerçeklerin önemini yitirdiği süreçten geçiyoruz. Buna, “post-truth” deniliyor, hakikat ötesi...

Hedef, ne olursa olsun kanaat oluşturmak, kindarlık üzerinden halkı kandırmak! Bu sebeple, mağduriyet yarışı var ülkemizde...

Sürekli günah keçisi yaratma ihtiyacı, hakikatin ve itibariyle siyaseti askıya almanın en önemli aracı oldu.

Evet hakikat öldürüldü; siyaset yalanın avutuculuğuna sığındı.

Olumsuzlama üzerine yapılan bu siyaset tarzı, ülkeyi sürekli geriyor. Baksanıza ülke gündemi, salt kötüleme/ hınç /düşmanlık üzerinden gidiyor... (Kendi dışındaki herkesi düşman gören bu kutuplaşmadan siyaset gibi gazetecilik de besleniyor; hakikati değil, kendi mahallesinin hoşuna gideceğini kaleme alıyor, konuşuyor!)

CHP’li Tanrıkulu’nun ağır suç söylemi gerçek mi değil mi, kimin umurunda? “Kimin işine yarıyor” buna göre pozisyon alınıyor. Bunu bilen politikacı da seçmenine “selam” göndermiş oluyor...

Dokunulmazlığı var nasıl olsa; birkaç ay sonra düşmanlık yaratıcı benzer demeci yine verecektir, çünkü yıllardır öyle yapmıyor mu? (Örneğin: WikiLeaks belgelerinde var; “TR 705” koduyla Türk Silahlı Kuvvetleri’ni ABD’ye şikâyet etmedi mi?)

★★★

Hakikat arayışını sonlandıran, haklılık ölçütüne son veren, eleştiriye-özeleştiriye kendini kapatan, çözümleme gücünü dizginleyerek kendi dışında herkesi suçlayan/ ceberut gören ve salt kitlesini memnun etmek isteyen siyasiler yüzünden ülkemizde kutuplaşma sertleşti.

Sezgin Tanrıkulu’nun da işte hep yaptığı budur.

Tanrıkulu’na destek verenlerin de işte hep yaptığı budur.

Sürekli mağduriyeti dile getiren art niyetli, öfkeli bu kafayla hiçbir tartışma yapılamaz.

Ezikliğini idealleştiren, maskelenmiş nefret ya da kötüleme dürtüsüyle hareket eden bu politik anlayışla, sorunlara çözüm üretilemez.

Ülkede diyalog değil, monolog sürer gider:

-“Ama biz mağduruz.”

-“Ama biz mazlumuz.”

Ya hakikat?

Hakikati öldürürseniz geriye sadece gürültü kalır.

Ki, gürültüden fikir ve çözüm çıkmaz.