ÇİÇEĞİ burnunda genel başkan” hızlı gir­di; her popüler ko­nuda görüş açıklamaya başladı...

Parti liderleri, her gün her konuda niçin “fikir” beyan etmek/ görüş açıklamak/ aklına estiğini söylemek zorunda hissediyor kendini?

Ne yazık ki, siyasal­laşma demeç vermeye, tweet atmaya endekslendi ülkemizde. Bu lüzum­suzluk çoğu zaman içe­riği boş konuşmalara dö­nüşüyor. Ve:

Zamanla liderler din­lenmez olunca gün­demde kalabilmek için başlıyor demagoji, po­pülizm, hamaset, aji­tasyona... Bu hâl ülkede kutuplaşma, çatışma, hu­zursuzluk çıkarıyor. Kısır döngü sürüp gidiyor...

Kendi adıma yaza­yım; liderlerin sürekli temenni içeren, meydan okuyan, suçlayan retorik konuşmalarından bıktım...

Montesquieu’yu ha­tırlatmak zorundayım: İnsan ne kadar az dü­şünürse, o kadar çok konuşur...

Tarihin gösterdiği hakikat; lider ne kadar çok konuşursa, halk o kadar az konuşuyor. Oysa demokrasi liderlerin değil, halkın konuşma sanatıdır. Bırakın sokaklar, meydan­lar, aydınlar, örgütler, halk konuşsun. Size düşen bu özgürlük ortamını sağla­mak olmalı!

Demokrasi kavrayı­şımızda, liderlerin çok “konuşma hastalığını” görmezden gelemeyiz. Liderler dinlemeyi, hiz­metleriyle konuşmayı öğrenmelidir...

Özgür Özel umarım bu “siyasi hastalığı” gider­meye “ilaç” olur. Çünkü söz ilaç gibidir, gereği kadar sarf edilirse fay­da verir...

★★★

Liderlerin, son yıllarda bu tür iletişime “hastalık” derecesinde bağımlı olmalarının sebeplerinden biri de “yeni tür” gaze­tecilik!

Araştırmaya dönük ga­zetecilik son yıllarda can çekişiyor. Medya organları araştırma sonucu ortaya çıkan gerçeklerin başlarını belaya sokacağı bildikle­rinden tamamen demeç muhabirliğine yöneldi. Siyasilerin verdiği deme­ci- konuşmayı yayınla­mak güvenli gazeteci­lik alanı oldu.

İktidara itaate mec­bur bırakılan gazetecilik, siyasilerin çok konuşması­na fırsat doğurdu. Böyle­ce, biri daima konuştu/ konuşuyor, diğeri daima demeç yazdı/yazıyor ve devran sürüp gidiyor...

İletişim alanı; parti programı/ ideolojisi ile değil, liderlerin konuş­ma yeteneğiyle sınırlı hale geldi. Halkı ikna etmenin tek yolu bela­gat oldu.

Politikayı, halkı mani­püle etmeye indirgeyen bu siyasi kültürü değiş­tirmek gerekmiyor mu?

Yeni siyaset anlayışına ihtiyacımız var. Özgür Özel’in bunu düşünmesi gerekiyor: Mesela, sadece Kılıçdaroğlu’nun gitmesi değil, her konuda her gün konuşan “hatipçi­lik” anlayışının da kürsü siyasetinin de yıkılması gerek...

Bu, bizim mesleği­mizi de geliştirecektir, araştırmacı özüne döndü­recektir...

★★★

Her konuda kendini ko­nuşmak zorunda hisseden siyasetçi, kaynaklar ko­nusunda rahatlıkla yanıltı­labilir.

Kılıçdaroğlu’nu bu konuda -özellikle de FETÖ ve KÖZ tara­fından- çok yanıltıldığı sır değil. (Ki, kimi genç meslektaşlarımız da hâlâ bu oyuna getiriliyor.)

Kılıçdaroğlu kandırıl­dığına inanmak istemedi, belgelerin güvenliğinden hiç şüphe duymadı! Önü­ne ne konursa konuştu durdu. Siyaseti salt konuş­maya indirgedi.

Hiç unutmuyorum; iktidar ve ana muhalefet partisi liderlerinin 14, 21 ve 28 Haziran 2016 tarihli meclis grup toplantılarını analiz eden bir üniversite araştırması var. (O günler ülke günde­minde terör ağırlıktaydı: Ankara Güvenpark’ta 37, İstanbul İstiklal Cadde­si’nde 5, Gaziantep’de 3, Diyarbakır Dürümlü mezrasında 16, İstan­bul Vezneciler’de 13 ve Atatürk Havalimanı’ndaki saldırıda 45 kişi ölmüştü. Arkasından 15 Temmuz darbesi geldi.)

Araştırmaya göre Kılıçdaroğlu’nun gruptaki konuşma içeriğinin yüzde 33.4’ü selamlama ve kut­lamaydı! Konuşmasında teröre ayırdığı ise yüzde 9.6 idi!

Kişi, dilinin altında giz­lidir. Bu nedenle liderlerin ne zaman, ne konuştuğu önemlidir...

Özgür Özel bilmelidir ki; insan diliyle değil, yaptı­ğıyla lider olur.