Çok ka­la­ba­lık­tı­lar...
Sa­ba­hın kör ka­ran­lı­ğın­da, sa­at 05.00 ci­va­rın­da bas­kı­na gel­di­ler. Evin bü­yük ço­cu­ğu Ser­hat o sı­ra­da 16, kü­çü­ğü Ser­dar ise he­nüz 7 ya­şın­day­dı. Her iki­si de sı­cak ya­tak­la­rın­da uyu­yor­du. Ara­ma için Ser­ha­t’­ın oda­sı­na gi­ren­ler­den bi­ri “Kalk po­lis!” di­ye ba­ğır­dı. Göz­le­ri­ni ara­la­yan Ser­hat ön­ce ka­bus gör­dü­ğü­nü dü­şün­dü. Ama oda­da­ki po­lis­ler uyan­dır­mak­ta ka­rar­lıy­dı. Bi­ri­nin gö­zü, ço­cu­ğun ko­lun­da­ki gö­rün­tü­ye ta­kıl­mış­tı. Gü­le­rek “Er­ge­ne­kon döv­me­si mi bu, yok­sa ba­ban gi­bi sen de Er­ge­ne­kon­cu mu­su­n” di­ye sor­du. Bu ağır söz, Ser­ha­t’­ı ken­di­ne ge­tir­me­ye yet­miş­ti. Yi­ne de son de­re­ce ağır­baş­lı dav­ra­na­rak “Ha­yır me­mur bey! Döv­me de­di­ği­niz o şey, bir da­mar ra­hat­sız­lı­ğı­nın so­nu­cu oluş­tu. Ay­rı­ca bun­la­rı söy­le­me­ye hak­kı­nız yo­k” de­di. Son­ra oda­sın­da si­ga­ra iç­me­ye baş­la­yan baş­ka bir po­li­si uya­ra­rak, bal­ko­na çık­ma­sı­nı ri­ca et­ti.

* * * *

Ev­de­ki gü­rül­tü­ler ve ya­ban­cı in­san ses­le­ri, kü­çük Ser­da­r’­ı uyan­dır­ma­ya yet­miş­ti. Ön­ce ken­di­ni to­par­la­ma­ya ça­lış­tı. Zi­ra ne­le­rin olup bit­ti­ği­ni an­la­ya­ma­mış­tı. Aca­ba hâ­lâ rü­ya gö­rü­yor ola­bi­lir miy­di? Ama po­lis­le­rin oda­sın­da­ki bil­gi­sa­yar­la­rı ve oyun CD’­le­ri­ni top­la­dık­la­rı­nı gö­rün­ce ken­di­ne ge­li­ver­di! On­la­rı ver­mek is­te­mi­yor, alıp gö­tür­me­me­le­ri için yal­va­rı­yor­du. Ağa­be­yi­nin “Me­rak et­me Ser­dar, bu ağa­bey­ler bil­gi­sa­ya­rı­nı ta­mi­re gö­tü­re­cek­ler, son­ra yi­ne ge­ti­re­cek­le­r” de­me­si bi­le ik­na et­me­ye yet­mi­yor­du.

* * * *

Sa­at­ler sü­ren ara­ma bi­tin­ce po­lis­ler mut­fak­ta kah­val­tı et­ti­ler ve ço­cuk­la­rı ta­ri­fi müm­kün ol­ma­yan acı­lar için­de bı­ra­kıp git­ti­ler.
O ana ka­dar me­ta­net­le­ri­ni ko­ru­yan ço­cuk­lar, on­lar gi­der git­mez an­ne­le­ri­ne sa­rı­lıp hıç­kı­ra­rak ağ­la­ma­ya baş­la­dı­lar.
Oy­sa kum­pas ağ­la­rı­nı ör­me­ye de­vam ede­cek, asıl trav­ma bun­dan son­ra ya­şa­na­cak­tı.

* * * *

Ni­te­kim med­ya­da­ki fa­zi­let cel­lat­la­rı he­men ha­re­ke­te geç­ti­ler. Ay­lar sü­ren ve akıl al­maz if­ti­ra­lar­la dop­do­lu bir yar­gı­sız in­faz kam­pan­ya­sı baş­lat­tı­lar.
Ser­hat ve Ser­dar için ar­tık her ye­ni gün, da­ya­nıl­maz bir trav­ma­yı ya­şa­mak an­la­mı­na ge­li­yor­du.
Söz­de Er­ge­ne­kon id­di­ana­me­si­nin açık­lan­dı­ğı gün do­ru­ğa çı­kan ya­lan ve if­ti­ra yağ­mu­ru, ço­cuk­la­rın kı­rıl­gan ruh­la­rın­da ta­mi­ri müm­kün ol­ma­yan de­rin ya­ra­lar açı­yor­du.
En ağır şok da o gün ya­şan­dı.
Linç bo­yu­tu­na va­ran sal­dı­rı­lar kar­şı­sın­da Ser­da­r’­ın mi­nik be­de­ni da­ha faz­la da­ya­na­ma­dı ve has­ta­lan­dı. He­men Ha­cet­te­pe Üni­ver­si­te­si Has­ta­ne­si­’ne kal­dı­rıl­dı. Bir sü­re son­ra da yo­ğun ba­kı­ma alın­dı.
Zi­ra pan­kre­ası ça­lış­maz ha­le gel­miş­ti. Alın­ma­sı ge­re­ki­yor­du.
Yo­ğun ba­kım­dan sağ çık­ma­yı ba­şar­dı ama ha­ya­tı­nın bun­dan son­ra­ki dö­ne­mi­ni ci­ha­za bağ­lı ola­rak ya­şa­ya­cak­tı...
Ci­ha­za bağ­lı ya­şa­mak da gün­de en az 4-5 kez kan alın­ma­sı ve bir o ka­dar da en­jek­si­yon ya­pıl­ma­sı an­la­mı­na ge­li­yor­du.

* * * *

Ta­lih­siz Ser­da­r’­ın çi­le­si bit­mek bil­mi­yor­du.
Ay­lar son­ra ba­ba­sı­nın ya­nı­na Lon­dra­’ya git­ti. Ora­da bir yıl ka­dar mut­lu bir ya­şam sür­dü­ler. Ama ak­si­lik has­ta ço­cu­ğun pe­şi­ni ora­da da bı­rak­ma­dı ve bam­baş­ka bir trav­ma­yı ya­şat­tı.
Tür­ki­ye­’nin şi­ka­ye­ti üze­ri­ne İn­gi­liz İçiş­le­ri Ba­kan­lı­ğı ta­ra­fın­dan gö­rüş­me­ye çağ­rı­lan ba­ba­sı tu­tuk­la­nıp ce­za­evi­ne gön­de­ril­di. 12 sa­at sü­re­cek ce­za­evi yol­cu­lu­ğu ön­ce­si oğ­luy­la gö­rüş­me iz­ni ve­ri­lin­ce “Oğ­lum, bir sü­re eve gel­me­ye­ce­ğim, lüt­fen avu­kat da­yı­nı ara, he­men Lon­dra­’ya gel­sin, sa­na bi­raz harç­lık ge­tir­sin, oku­lu­na de­vam et, ders­le­ri­ni ih­mal et­me, be­ni dü­şü­nüp dert­len­me, iş­le­ri­mi hal­le­dip ge­le­ce­ği­m” de­di.
Ba­ba­sı zen­ci bir tu­tuk­luy­la bir­lik­te ce­za­evi­ne doğ­ru gi­der­ken, has­ta yav­ru­su -da­yı­sı ge­lin­ce­ye ka­dar- ya­pa­yal­nız kal­mış­tı.
O yol­cu­luk ba­ba­sı­na hiç bit­me­ye­cek gi­bi gel­miş­ti.

* * * *

An­cak ora­sı ger­çek an­lam­da de­mok­ra­tik hu­kuk dev­le­tiy­di. Uzun bir hu­kuk mü­ca­de­le­si­nin ar­dın­dan Kra­li­yet Mah­ke­me­si, İn­gi­liz İçiş­le­ri Ba­kan­lı­ğı­’nı hak­sız bul­du ve otur­ma izi­ni ver­di. Ba­ba­sı ce­za­evin­den çı­kıp oğ­lu­na koş­tu­ğun­da, kar­şı­sın­da da­ha ol­gun, da­ha di­renç­li ve da­ha ka­rar­lı bir Ser­dar bul­muş­tu.

* * * *

Dr. Tur­han Çö­mez ve ço­cuk­la­rı­nın ya­şa­dık­la­rı ta­ri­fi müm­kün ol­ma­yan acı­la­rın bir bö­lü­mü­nü siz­ler­le pay­laş­tım.
O Tur­han Çö­mez ki, Tay­yip Er­do­ğan İs­tan­bu­l’­un Be­le­di­ye Baş­ka­nı iken iki kez omuz ame­li­ya­tı­na gir­miş... Anestezi ilaçlarını içlerine başka bir madde karıştırılmaması için evinde saklamış... AK­P’­nin ku­ru­luş aşa­ma­sın­da onun özel ka­lem mü­dür­lü­ğü­nü ya­par­ken ye­mek­le­ri­ni on­dan ön­ce tat­mış... Siyasi geleceğini gölgelememesi için yurt dı­şın­da ve de­ği­şik bir isim­le yap­tır­dı­ğı te­da­vi­yi so­ran­la­ra “Ben dok­to­rum. Has­ta­ma ne te­da­vi­si yap­tır­dı­ğı­mı as­la söy­le­mem. Gel­di geç­ti..” di­ye­bi­le­cek ka­dar ya­kı­nın­da ol­muş bir he­kim, bir es­ki dost.

* * * *

Sev­gi­li okur­la­rım,
Dr. Çö­me­z’­in yaz­dık­la­rım­dan ha­be­ri yok. Ken­di­sin­den özür di­le­ye­rek ta­ri­he not düş­mek, Er­ge­ne­kon kum­pa­sı­nın bi­lin­me­yen acı­la­rı­nı, dram­la­rı­nı ve bun­ca ezi­ye­te kar­şın ka­za­nı­lan ba­şa­rı­la­rı bil­me­ni­zi is­te­dim.
Unut­ma­ya­lım,
Ül­ke­si­ne, mil­le­ti­ne, top­ra­ğı­na aşık dü­rüst in­san­lar zul­me uğ­rar­ken kor­kup su­sar ve on­la­ra sa­hip çık­maz­sak, ina­nın da­ha çok ve da­ha ağır zu­lüm­ler gö­rü­rüz.

UĞUR DÜN­DA­R’­IN NO­TU: Ser­dar bu yıl or­ta­oku­lu bi­ti­re­cek. Ev ara­ma­sı sı­ra­sın­da li­se öğ­ren­ci­si olan ağa­be­yi Ser­hat ise üni­ver­si­te­yi
ba­şa­rıy­la bi­tir­di. Şim­di bir şir­ket­te ça­lı­şı­yor.