“İki kirpiğimin arasında saklıyorum her şeyi. Nasıl incitiyor beni bu temsil. Hiçbir şeyde gerçeklik aramıyorum. O kocaman şey gelip gırtlağıma oturuyor, yutkunamıyor. Bir tören alayı gibi geçiyor önümden cümle hayat.” Mevsim Yas, yakın tarihin avurtlarına yapışmış bir lekeyi kazıtıyor. Işığın kırılmadığı, belleğin konuşmayı reddederek ama kaydetmeye devamla sağ çıkabilmeyi başardığı bir yere varıyor Mehtap Ceyran: Görünmez olabildiğin kabuktur ev. “Hafızası karşısında neden aciz bir varlıktır ki insan? Seninle böyle konuşuyor olabilmeme şaşırıyorum biliyor musun? Bu yaşa geldim hiç kimseyle konuşmadım. Sadece kelimeler döküldü ağzımdan. Burada, olduğum yerde sıkıştım kaldım. Geçenlerde neyi fark ettim biliyor musun; bugüne dek hiç bağırmadığımı... Kendi sesime yabancıyım. Belki de bu yüzden hayatla kötü, hastalıklı bir ilişkim oldu hep. Neye sığınacağımı bilemedim. Galiba hep hatırlamaktan ibarettim. Hatıralarımı değil, hafızamı yazıyorum sana. Dışarıda korkunç bir yağmur yağıyor, duyuyor musun? O günlerde de hep yağmur yağardı. Bulutların karabasan gibi çöktüğü başka bir şehir daha var mıdır yeryüzünde, bilmiyorum. Gökten yağmur yerine çamur yağıyordu.”