SÖZCÜ okurlarıyla bu sütunda buluşalı tam beş yıl oldu. Gelen geri bildirimlerden de anlıyorum ki farklı görüşlere sahip bir okuyucu kitlesine hitap ediyoruz; sesimize ses oluyorsun diyen de var, zehir zemberek eleştiren de; bir ilahiyatçı yazarı ilk defa sizinle beraber takip etmeye başladım diyen de...
Bu benim için büyük bir onur ve aynı zamanda zenginlik...
Okunmak ve bir o kadar da eleştiriye açık olmak her yazar için önemli.
Bizde itiraf geleneği yok. Ha keşke olsaydı...
Topluma hizmet verenlerin, kendilerini sığaya çekmeleri gerekirdi, hiç değilse belli aralıklarla. Başta yöneticiler olmak üzere; siyasiler, eğitimciler ve bilcümle toplumun gidişatını belirleyenler, yapıp-ettiklerinin hesabını halkın karşısında verebilme cesaretini ha keşke gösterebilselerdi; dürüstçe, eğip bükmeden... Tabii buna kalem oynatanlar da dahil.
“Ölmeden önce ölünüz” sözünü böyle anlayabilirdik. Hesabı, Tanrıya vermeden önce kendimize ve hayatın içindekilerine verebilmek! Hz. Peygamberin, halkın huzuruna çıkıp, “kimin üzerimde hakkı varsa gelsin alsın; işte malım, işte sırtım...” diyerek sergilediği davranıştır bu, tam da “Sünnet” dediğimiz o şey bu olmalı; yoksa sakalı, cübbesi değil!
Müslüman gelenek, “kol kırılır yen içinde kalır” anlayışıyla ya da “fitne” kavramını öne çıkartarak; her dönem yalanların, yanlışlıkların, hırsızlıkların, yolsuzlukların üstünü örtmekten ve bunları savunmaktan öteye geçememiş yüzyıllardır... Hepsi bir kenara, pek çok sahabenin ve Peygamberin en yakınlarının öldürüldüğü Cemel ve Sıffin vakalarının dahi sağlıklı bir muhasebesini yapamamış. Var olan güzellikler de bunlar arasında kaybolup gitmiş. Güç ve çıkar hesaplarıyla meselelere yaklaşıldığı sürece, tarihten ders almak şurada dursun, çok daha ağır sınavlarla karşılaşacağımız apaçık ortada!

YAZININ NAMUSU


İtiraf etmek gerekirse, bir düşünce insanı olarak nerede duruyorum, niçin yazıyorum ve savunduğum ilkelere sadık kalabiliyor muyum sorusu benim için önemli...
Yazının da bir namusu vardır.
Bir olguyu, bir olayı, bir kavramı değerlendirirken, “birileri ne der, falanı kızdırır mıyım, bizim camia küser mi” gibi endişelerle yazıyorsa kişi, “düşünceye” ihanet ediyor demektir. Kaldı ki kim yanlış yapıyorsa rahatsız olacak, olmalı...
Ali Şeriati “Ben sizi rahatsız etmeye geldim. Ben esrar ve eroin miyim ki sizi rahatlatayım” diyerek, düşünmeyen toplumlara, fikirlerin rahatsızlık vereceğine dikkat çeker. “Fakirlik düşünmeden geçirilen bir gecedir” diyen Şeriati, “Dindar bir toplumu, din adına, din âlimleri kandırabilirdi ve öyle de oldu” tespitini de yapar.
Bir emek sonucu elde edilmiş düşünce/bilgi kutsaldır.
Aklın işçiliği, bedensel işçilikten çok daha zordur ve büyük sorumluluk ister.
İnsana verilmiş olan vahyi -ki akıl bir vahiydir- yanlış kullanmak, heva-ü nefs uğruna ve bin türlü şeytanlıklarla onu heder etmek ahlaksızlıktır. “Allah, pisliği, aklını kullanmayanların üzerine bırakır” der ayet... Cehalet, yobazlık, huzursuzluk, kutuplaşma, çatışma vb. pek çok şey aklın devre dışı bırakılmasıyla ortaya çıkar.

HAKİKAT TEDAVİ EDER


Düşünce insanının, kimsenin müdahalesi olmadan kendi düşüncelerini savunması, demokratik toplumların olmazsa olmazıdır. “Düşünce özgürlüğü” temel insan haklarının en başında gelir; ırk, etnik köken, din, dil, cinsiyet ayrımı gözetmeksizin, tüm insanların hak ve saygınlık açısından eşit olduğunu merkeze alarak bir meseleyi vaz etmeyi zorunlu hale getirir. Dolayısıyla, çıkar ilişkilerini eksene koyarak “düşünce” ortaya koymak bir cinayettir. Aklı öldürmektir. Özgürlükleri katletmektir. İnsanların özgürce haber alma, bilgilenme hakkına tecavüz etmektir. İktidar adına da, muhalefet adına da bu yapılamaz. Bu ilkeler içinde kalem oynattığımın altını bir kez daha çizmek isterim.
Yine bu köşeyi takip edenler çok iyi bilecekler ki benim asıl kaygım ve hatta kavgam, olandan ziyade, “olması gerekeni” düşünmek ve onun toplumca tartışılmasına ön ayak olmaktır.
Kimsenin kimseye bir “hakikat” dayatmasını da doğru bulmam.
Akıl ürünü olan her şey tartışmaya açıktır.
Eleştiri ise sağlıklı toplumların temelini teşkil etmelidir. Adeta bir mihenk taşıdır.
Latince veritas curat diye bir deyim vardır ki “Hakikat tedavi eder” anlamına gelir. Aydınlarımızın içinde bulunduğu entelektüel ataletten yaşadığımız toplumsal cinnete kadar, yüzleşmemiz gereken devasa sorunlarımız var. Bu köşede okuyucularımla paylaşmak istediğim yol, hakikatin ve onun çocuğu erdemin yoludur. Bu yoldaki baş dostumuz ise özgür düşüncedir; kaygım da kavgam da budur.