Türkiye’de “23 Nisan” dendiği zaman akla “çocuk bayramı” geliyor.

Bunun temel sebebi, 12 Eylül 1980 askeri darbesi!

Yeni Türkiye’nin ilk ulusal bayramı 1921’de “23 Nisan Milli Bayramı” olarak kutlanmaya başlandı. “Çocuk bayramı” değildi yani...

Himaye-i Etfal Cemiyeti (pul basıp satmak gibi) gelir elde etmek amacıyla 1927’den itibaren 23 Nisan’da çocuk şenliği yapmaya başladı. Ki Atatürk 23 Nisan’da gelenek başlattı; çocukları makamında kabul edip sohbet etti.

1935’te bayramlar ve tatil günleriyle ilgili kanun değiştirildi; “23 Nisan Milli Bayramı” ile saltanatın kaldırıldığı “1 Kasım Milli Hakimiyet Bayramı” birleştirildi: 23 Nisan Hâkimiyet-i Milliye Bayramı...

Milli egemenliğin öne çıkarıldığı bu bayram 12 Eylül darbesiyle çocuk bayramına dönüştürüldü. Bunda darbe dönemi TRT’sinin “Uluslararası 23 Nisan Çocuk Şenliği” organizasyonu yapmasının etkisi oldu.

Ulusal egemenliğe son veren askeri darbenin bunu yapmasında şaşırtıcı yön yoktu; devrimin karargahı kurucu meclis unutturulmalıydı! Halkın karargahı meclis etkisizleştirilmeliydi...

Başardılar. Bugün meclis; sürekli seçim yasaları, meclis içtüzüğü vs. değiştirilerek milletvekillerinin hayat boyu aldıkları parayla özdeş hale gelen etki gücü olmayan bürokratik “devlet kurumuna” dönüştürüldü!

★★★

12 Eylül askeri darbesi, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni güçsüzleştirmesinin sebebi belliydi; halktan koparmak.

Keza, 1946’dan beri erozyona uğratılan devrimci Kemalizm’i, (gardrop gibi) biçimsel Atatürkçülüğe indirgedi. Arkasından, PKK ve FETÖ gölgesindeki neoliberallerin Atatürk’ü suçladıkları süreç başladı...

Neoliberalizmin azgınlaştığı o süreçte amaç; hakikati eğip bükerek Atatürk’ü ve tam bağımsızlıkçı- devrimci meclisi korku, şiddet yaratan darbeci bir grup insanın eylemi olarak göstermek.

Cumhuriyet devrimleri gibi tarihsel birikimlerimiz konusunda sürekli demagoji yapanlar neoliberalizm “ürünü” 12 Eylül darbesi “yetiştirmesi” dönekler idi...

Neoliberal postmodern tarih anlayışı, bulaşıcı virüs gibi ülkeleri “hasta” etti. -Örneğin- Fransa’da da benzer süreç yaşandı: Karşı devrimciler, halk egemenliğine dayalı anayasal devlet kuran, yasal ve dini eşitlik getiren, sınıf ayrıcalıklarına son verip derebeyliği kaldırarak cumhuriyeti ilan eden devrimin lideri Robespierre’i “terörist” ilan etti.

Tarihi referanslar aranmadan, sadece ideolojik sloganlara indirgenerek Robespierre, Danton, Marat gibi jakobenler her türlü karalamaya maruz bırakıldı...

İnsan ileriye doğru giderken büyür, geriye ricat edişinde mutlak küçülür.

Aydınlanmanın merkezi Avrupa’nın günümüzde hızla “Orta Çağ’a” dönmesini nedenlerini buralarda aramak lazım...

★★★

Dünyada -düşünsel olarak- Atatürk’e en benzeyen lider kimdir derseniz; çelik iradeli “Robespierre” derim... Atatürk’ün çok etkilendiğini düşünüyorum. (Her ikisinin düşüncelerini Jean-Jacques Rousseau derinden etkiledi. Vs.)

1920’ler Türkiye’sinin, 1789 Fransız devrim dönemine benzemesi tesadüf değildi. Sadece Atatürk değil; Fransız tarihini çok iyi bilen ve Fransızcayı mahir biçimde konuşan askeri bürokrasi, “İhtilal-i Kebiri” olarak adlandırdıkları Fransız Devriminden etkilendi. Öyle ki:

Ankara’daki kurucu meclis, Fransa’da devrim ardından 20 Eylül 1792’te kurulan ulusal meclis Konvansiyon’a benziyordu.

Bu benzerlik sadece hükümet sisteminin nasıl şekilleneceği ile sınırlı değildir; aynı zamanda Konvansiyon döneminin, halkçılık gibi ideolojisi, meclis üstünlüğü, kuvvetler birliği gibi ilkeleri ile İstiklal Mahkemeleri, Selameti Komitesi gibi kurumları bizim Birinci Meclis’e aktarıldı...

Her ikisi de (padişahlığa, krallığa son veren) yeni bir düzen inşa etmek isteyen devrimim karargahıydı...

Yani:

Halk egemenliği “çocuk bayramı” romantizmine indirgenemez.

Devrimcilerin bayramı kutlu olsun...