Tarih, 11 Eylül 1990...

Çöl Fırtınası harekatıyla Saddam Hüseyin’i Kuveyt’ten çıkaran ABD Başkanı George Bush, Amerikan Kongresi’nde şu cümleleri kurdu:

“Milletler arasında yeni bir ortaklık başlamıştır. Bugün, eşsiz ve olağanüstü bir andayız. Bütün ağırlığına rağmen Körfez Krizi tarihi bir iş birliği için nadir görülen bir fırsat sunuyor. Bu zor zamanlarda bizim beşinci hedefimiz, ‘Yeni Dünya Düzeni’dir. Terör tehlikesinden azade, adalet yolunda daha güçlü, barış arayışında daha güvenli yeni bir dönem. Doğusu, batısı, kuzeyi, güneyi ile dünya milletlerinin uyum içerisinde beraber yaşayacağı bir dönem.”
Yedi yıl sonra...

Elliott Abrams, Dick Cheney, Francis Fukuyama, Donald Rumsfeld, George Weigel, Paul Wolfowitz’in de aralarında olduğu 22 ‘Neo-Con’...

3 Haziran 1997’de yayımlanan politik çıkış bildirisinde, o dönem başkan olan Bill Clinton’a bir dizi eleştirilerde bulunuyorlar ve şöyle diyorlar:

“Barış ve güvenliğin Avrupa, Asya ve Ortadoğu’da sürdürülmesinde Amerika çok önemli bir role sahiptir. Eğer bugün küresel sorumluluklarımızı yerine getireceksek, gelecek için silahlı güçlerimizi modernize etmeliyiz ve savunma harcamalarını önemli miktarda artırmalıyız. Demokratik müttefiklerimizle olan bağlarımızı güçlendirmeliyiz, çıkarlarımıza ve değerlerimize düşman rejimlere meydan okumalıyız. Yurtdışında politik ve ekonomik özgürlük davasını geliştirmeliyiz. Bugün Reagan’cı askeri güç politikası ve ahlaki netlik moda olmayabilir. Ancak geçmiş yüzyılın başarılarını sürdürecek, Birleşik Devletler’in güvenliğini ve büyüklüğünü sonraki yüzyıla taşıyacaksak bu zorunludur.”

Dört yıl sonra...

11 Eylül 2001...

Dünya, ABD’de yaşanan İkiz Kule saldırısının ardından ‘Bush Doktrini’ denilen bir kavramla tanıştı. ABD Başkanı oğul George W. Bush, 21 Mart 2002’de, “Tarih bizi göreve çağırıyor ve biz dünyayı daha barışçıl ve özgür yapmak için fırsatı kaçırmayacağız” dedi. Yine Bush, ABD Kara Kuvvetleri’ne subay yetiştiren Amerika Birleşik Devletleri Askeri Akademisi’nde (West Point) şöyle konuştu:

“Amerika, pazarlığa tabi olmayan, ahlaki yükümlülüklerin yönlendirdiği ilahi bir ulustur.”

Doktrin de buna göre şekillenmişti: “Ön alıcı vuruş, önleyici savaş”... Yani... Bir eylem gerçekleşmeden önce, hedef ülke tehdit yeteneği kazanmadan tehdidin kaynağına yönelik yapılan müdahale önleyici saldırı!

Issız bir adaya yollayın!


ABD, 2002 yılında yeni ‘Ulusal Strateji Belgesi’ kabul etti ve 49 sayfalık belgede şu ifadeler kullanıldı:

“Kitle imha silahlarıyla düzenlenecek bir saldırının sonuçlarının son derece yıkıcı olması ihtimali varken, oturup büyük tehlikelerin gerçekleşmesini beklemeyi göze alamayız.”

O günleri özetleyen tespiti de önemli bir gazeteci yaptı. Mayıs 2003’te New York Times köşe yazarı Thomas L. Friedman şu cümleleri kurdu: “Size, şu anda hepsi de bu bürodan (Washington DC) beş blok uzakta bulabileceğiniz 25 kişinin ismini verebilirim. Bu kişiler 1.5 sene önce ıssız bir adaya yollansaydı, Irak savaşı olmazdı.”

32 yıl sonra...
ABD Başkanı Biden da “Baba Bush”, “Oğul Bush” gibi konuştu:“Artık bir şeylerin değişme zamanı geldi. Yeni bir dünya düzeni kurulacak ve biz buna önderlik etmeliyiz. Bunu yaparken özgür dünyanın geri kalanını da birleştirmemiz gerekiyor.”

“500 bin çocuk öldürdük” itirafı


Ve... Biden’ın politikalarının mimarı ABD Dışişleri Bakanı Anthony Blinken önceki gün, Rus askerlerinin Ukrayna’da “savaş suçu” işlediğini söyledi. Blinken savaş suçlarına örnek olarak sivil yerleşimlerin hedef alınması, birçok hastane ve tiyatro binalarının vurulmasını örnek gösterdi. Blinken “Putin bu taktikleri, halkın direnişini kırmak için bombardımanları yoğunlaştırdıkları Grozni ve Halep’te de kullanmıştı” dedi. ABD Dışişleri Bakanı ayrıca savaş suçu işleyenlerin hesap vermeleri için gerekeni yapacaklarının altını çizdi.

Çok ilginç... 1990’dan bu yana çizdiğim tabloda milyonlarca insanın hayatını kaybetmesine neden olan ABD, Putin üzerinden kendisini temizlemeye çalışıyor.

Ama arşiv ortada!

Dün ölen ABD eski Dışişleri Bakanı Madeleine Albright’e ait ses kayıtlarına bakın (2015): “Irak’ta 500 bin çocuk öldürdük buna değdi...”



ABD’nin eski Dışişleri Bakanı Colin Powell’ın itirafları da en az Albright kadar önemli (2004): “Kandırıldım... Benim son bir yılda, son aylarda vardığım sonuç şu. Bu yargıyı (Saddam’ın kitle imha silahı stokları bulundurduğunu) BM’de sunmam için bana verilen istihbarat kusurluydu, yanlıştı. Beni zorlayan, bu istihbaratın kaynağının zayıflığı.”

SONUÇ: ABD savaş suçlusu mu arıyor? Vietnam’a baksın, Şili’ye baksın, Irak’a baksın, Suriye’ye, Libya’ya baksın... PKK-YPG’ye verilen desteğe, TIR’lara baksın. Ukrayna’da savaş suçu işleniyorsa bunun hesabını sormak, ABD’nin elindeki kanları temizleyemez.