Türkiye’de işsizlik ve ekonomik kriz bu kadar derinleşmese “ülkedeki en önemli sorunlar” listesinde “adalet” belki de en üst sırada yer alırdı.

Zira çok uzun zamandır adliye binalarına girenler o binalardan “adalet yerini buldu” hissiyatıyla ayrılamıyorlar.

Diğer taraftan yargı Cumhuriyet tarihinin hiçbir döneminde bu kadar siyasallaşmadı ve amacı dışında kullanılmadı. Sondan başlayıp geriye doğru gideceğim:

- 28 Şubat Davası sanıklarından Emekli General Vural Avar Sincan Cezaevi’nde yaşamını yitirdi.

Kim ne derse desin, 28 Şubat Davası iktidarın siyasi amaçları doğrultusunda şekillenmiş “rövanş” amaçlı siyasi bir davaydı. İktidara göre “28 Şubat ikliminde muhafazakarların başına gelen hukuksuzluklara karşı” açılmıştı ama hukuksuzluklarıyla, sahte belgeleriyle, FETÖ’cü savcı ve hakimleriyle en az iktidarın tarif ettiği “28 Şubat süreci” kadar acımasızdı.

Kaburgası kırık, demans hastası olan ve kalp sorunları bulunan Avar’ın avukatları daha önce sağlık gerekçesiyle tahliye talep etmişti.

Ancak Adli Tıp, cezaevinde kalabileceğine dair rapor verince tahliye kapısı kapandı.

Daha sonra Ankara Şehir Hastanesi’ne başvuruldu. O hastaneden de “cezaevinde kalabilir” raporu geldi.

Ancak iki kurumun “cezaevinde kalabilir” dediği Avar, dün sabah banyoda koğuş arkadaşları Erol Özkasnak ve Hakkı Kılınç tarafından baygın halde bulundu. Sağlık ekibi geldiğinde Avar’ın öldüğü tespit edildi. Avar, otopsi için Adli Tıp’a götürüldü ancak ilk muayenesini yapan tabip, yaşlılığa bağlı kalp yetmezliği olma ihtimaline dikkat çekti.

Avar’ın (ve yaşları 74 ile 90 arasında değişen 10 emekli askerin) sağlık sorunlarına rağmen cezaevinde tutulması, ne yazık ki hukuk devletinin değil “rövanş” zihniyetinin eseriydi.

- İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, Yüksek Seçim Kurulu üyelerine hakaret ettiği için 2 yıl 7 ay 15 gün hapis cezası aldı ve bu süre boyunca siyasetten yasaklandı. Karar onaylanırsa İmamoğlu cezaevinde yatacak ve koltuğunu kaybedecek. Cemil Çiçek, Bülent Arınç gibi AK Partili hukukçuların dahi “hukuki ve isabetli” bulmadığı kararla ilgili Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ve İçişleri Bakanı’nın açıklamaları, bu davanın da siyasi hedefleri olan “rövanş” amaçlı siyasi bir dava olduğunu açıkça gösteriyor. (Benzer bir dava İzmir Gaziemir’de de görülüyor.)

- Eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin bütün çağrılarına rağmen hala cezaevinde tutuluyor.  Buna HDP hakkındaki kapatma davasını ve HDP’nin Hazine’den alacağı paraya el konulması çağrısını da eklersek, iktidarın (2018 seçimlerine göre Türkiye’deki üçüncü büyük siyasi parti konumundaki) siyasi rakibinin yargı kararlarıyla saf dışı bırakılmak istendiğini rahatlıkla görürüz.

- “Gezi Direnişi” Türkiye’de toplumsal muhalefetin en çok yükseldiği protesto gösterilerinin genel adı olmuştu. Bu konudaki davaya da “Gezi Davası” denildi. Söz konusu davada Osman Kavala başta olmak üzere bütün sanıkların başına görülmemiş hukuksuzluklar geldi. Bu davayla ve tutuklama kararlarıyla da yargı eliyle başka bir “rövanş” alınıyordu.

Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Farkındaysanız başrolde hep yargı var. Adalet beklediğimiz yargının gözümüzün önünde siyasi iktidarın “rövanş” tahtasına dönüşmesi gerçekten çok acı.

Aynı zamanda devletin temeli de olan yargı, modern demokrasilerde insan hak ve özgürlüklerini yaşatan en önemli güçtür ve tamamen bağımsız olmalıdır.

Yargı mensupları bu bilinçle hareket etmedikçe “adalet” kavramı ne yazık ki ülkedeki sorunlar listesinde en üst sıralarda kalmaya devam edecektir.