Cumhuriyet’in 100. yılını kutladığımız bugünlerde laik cumhuriyetçilerin iktisadi dünya görüşü nedir diye durup tekrar bir düşündüm. Bunun “devletçilik” olduğuna karar verdim. İşin ilginç yanı, laikliği esas almasından dolayı Atatürk’ün kurduğu cumhuriyeti sevmeyenlerin iktisadi dünya görüşü nedir diye de düşündüm. Yine devletçilik olduğuna karar verdim. Mademki; tüm milletimizin zihnindeki iktisadi “fallback pozisyonu” devletçiliktir, (yani ekonomik sorunları çözemeyince çareyi burada aramaktadır) öyleyse devletçilik denen bu kavramı irdelemekte fayda vardır. Devletçilik, “Ülkenin iktisaden hızla kalkınması ve/veya dar ve sabit gelirli yurttaşların hayat pahalılığı altında ezilmemesi için, devletin ülke ekonomisinde hem “malik müteşebbis” hem de “düzenleyici ve denetleyici” olarak rol almasını” gerekli gören ideolojidir. Ama bu tanımda gözden kaçmaması gereken çok önemli bir ayrıntı var. Devletçilik, kapitalist daha doğru tabiriyle piyasa ekonomisinin türevidir. Sosyalizme (komünizme) giden yolda bir ara durak değildir. Çünkü devletçilikte, fertlerin tek başlarına veya ortaklarıyla birlikte “sermaye sahibi” olma (üretim araçlarına sahip olma) hakkını ortadan kaldırma fikri yoktur.

ATATÜRK’ÜN DEVLETÇİLİK TANIMI

1937’de Anayasa’ya giren devletçilik ilkesi, Atatürk tarafından da 1930’da şöyle tanımlanmıştır: “Bizim izlenmesini uygun bulduğumuz -ılımlı devletçilik-ilkesi, bütün üretim ve dağıtım araçlarının bireylerden alarak, milleti büsbütün başka esaslar içinde düzenleme amacı taşıyan ve özel ve bireysel iktisadi girişim ve faaliyete meydan bırakmayan, sosyalizm prensibine dayalı kolektivizm, komünizm gibi bir sistem değildir.” Zaten 1923’te toplanan İzmir İktisat Kongresi’nde de iktisadi kalkınmanın “şahsi teşebbüs” esas alınarak gerçekleşeceği kabul edilmişti. Bizim devletçiliğimiz, şahısların yapmaya gücünün yetmediği büyük sanayi yatırımlarını önce devletin yapması ve bunları şartlar olgunlaşınca özel girişimcilere devretmesini öngörmüştür. Ülkemizde devletçilik 1980 yılına kadar özellikle Ecevit döneminde kapsamı genişleyerek devam etmiştir. Ancak 1980’den sonra dünyayı saran neoliberalizm akımı ve küreselleşmeyle birlikte devletin ekonomideki etkinliği azalmaya başlanmıştır.

KARMA EKONOMİ

Devletçi kapitalist sistemin diğer adı “karma ekonomi”dir. 2. Dünya Harbi’nden sonra ortaya şöyle bir sav atılmıştı. Karma ekonomiler sürekli olamaz. Bunlar zaman içinde tasfiye olacaktır. Yani ya tam devletçi (sosyalist) ya da tam piyasacı (kapitalist) hale dönüşecektir. Çünkü karma ekonominin teorisi yoktur. Teori olmadan, pratik de olmaz. Değişim rüzgarları önce soldan sonra sağdan esti. 1989 Berlin Duvarı’nın yıkılması ve 1991 Gorbaçov’un istifasıyla Sovyetler Birliği’nin dağılması, bir bakıma bu savı doğruladı. Yani tüm ekonomiler “serbest piyasa sistemine” diğer bir değişle “görünmez el”in idaresi altına girdi. Tabii en büyük olay Komünist Çin’in tek partili komünist rejimini değiştirmeden (belki de o sayede) yaman bir kapitalist ekonomiye dönüşüp “dünya ağır sıklet ekonomi şampiyonu” olmasıydı. Ancak ülke ekonomilerine yakından bakınca bunların hepsinin aynı dozda olmamakla birlikte “karma ekonomi” sisteminde buluştuğunu görüyoruz. Atatürk strateji seçiminde yine haklı çıktı. Ancak,

SON SÖZ: Devletçilik, devlet eliyle yandaş zengin etmek değildir.