Pandemi ile başlayan ve Ukrayna Savaşı ile katmerli hale gelen tedarik sıkıntıları yüzünden mal fiyatları artınca, hemen hemen tüm dünyada enflasyon ekonomik hayatın bir numaralı sorunu haline geldi. Ustamız Friedman’ın “Enflasyon her zaman ve her yerde parasal bir olgudur” özdeyişi, yaşananları açıklamada yetersiz kaldı. İster aşırı talepten ister eksik arzdan doğsun, enflasyon bir defa dünyaya gelince, artık “anasını doğuran bebek” (self generating mechanism) haline dönüşür. Bu sürece de “ücret-fiyat” sarmalı denir. Bu sarmalın bir ayağının “gelir” değil “ücret” olmasının sebebi, katma değerin %85’ini oluşturan üretim faktörünün emek olmasıdır. Dolayısıyla “enflasyonu düşürmek için ücret artışlarını frenleyecek para-fiskal politikalar uygulamak şarttır” denir. Bu şart şöyle sağlanır: Merkez Bankası parayı, Hazine bütçeyi sıkar. Ekonomi yavaşlar, toplam talep düşer. Talep düştüğü için kapasitesini kullanmayan üretici satış hacmi kaybetmemek için fiyat zammından kaçınır. Fiyatını enflasyon kadar artıramayınca ücretlere de enflasyonun altında zam yapar. Böylece “ücret-fiyat” sarmalı kırılır.  Enflasyonda düşme süreci başlar.

SATICI ENFLASYONU

Bir süredir, başta Avrupa Merkez Bankası Başkanı Cristine Lagarde olmak üzere, birçok politikacı ve iktisatçı, “kazın ayağı öyle değil, enflasyonun iticilerinin başında ücretler değil, firma kârları geliyor” şeklinde kanaat beyan eder oldu. OECD, Uluslararası Mutabakat Bankası (Bank for International Settlements) ve AB Bakanlar Kurulu (European Commission) tarafından yayınlanan raporlarda da Avrupa’da ortaya çıkan “yeni tür” enflasyon azdırıcılarının başında firma kârlarının bulunduğuna işaret ediliyor. “Sebebi saptamak, çareyi bilmek değildir.” Ama en azından enflasyonla mücadelede 1970’lerde başarılı olan politikanın aynen kullanılamayacağı anlaşılmıştır. Şimdiki sorun, serbest piyasa sisteminin işleyişini aksatmadan firma kârlarının enflasyonu azdırmayacak düzeyde tutmanın yöntemini bulmaktır.

BİRİMDEN DEĞİL, SÜRÜMDEN KAZAN

Massachusetts Üniversitesi’nin genç iktisatçılarından Isabella Weber’in Project Syndicate sitesinde yayımlanan “Satıcı Enflasyonunu Hedefe Koymak” (Taking Aim at Sellers’ Inflation) başlıklı ilginç makalesini dikkatle okudum. Ben de ezelden beri güzel Türkçemizin “üzüm üzüme baka baka kararır” atasözünden ilham alıp “fiyat fiyata baka baka zamlanır” diyerek enflasyonun bir kısır döngü olduğunu vurgular dururdum. Isabella Weber, üşenmemiş Adam Smith’in bundan 250 yıl önce yazdığı kitabında, firmaların kârlılık oranlarını sabit tutacak düzeyde fiyat zammı yapmalarının, ücret artışlarının yarattığı maliyet artışından daha fazla enflasyona sebep olduğunu anlatan bölümü bulup, sayfaların fotokopisini makalesine eklemiş. Boşuna güneşin altında yeni bir şey yok denmiyor. Binlerce teşekkür Isabella Hanım. Weber’in makalesinde, bu sonucu  firmaların, fırsat bulunca “sürümden çok birimden kazanmaya” yönelmelerinin neden olduğu belirtiliyor. Bu davranıştan doğan enflasyona da “fırsatçı-flasyon” (greed-flation) adı verilmiş. Ama iktisatçıların çoğunluğu firmaların bu şekilde suçlanmasına karşı. Bu ilginç konuyu irdelemeyi sürdüreceğim.

SON SÖZ: Her gider, bir gelirdir.