Cumhuriyetimizin 100. yıl kutlamalarından çok memnunum. Önceden yayılan tevatürün aksine, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve onun yönlendirmesiyle hareket eden devlet kurumları 100. yıl kutlamalarına etkin bir şekilde katıldı. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin en “ilerici-laik” kolu olan Deniz Kuvvetleri’ne bu kutlamalarda başat rol verilmesini de anlamlı buldum. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un yaptığı açıklamalardan, AKP’nin “Cumhuriyeti” muhalefetin malı daha doğrusu iktidarı dövme “silahı” olmaktan çıkarmaya karar verdiğini anladım. Hatta bunu yani Cumhuriyeti, muhalefete karşı kullanmaya niyetli olduğunu sezinledim. Bunu da çok akıllı bir yeni iletişim stratejisi olarak değerlendirdim. Fahrettin Altun, iletişimde uzmanlaşmış siyasal islamcı, bir sosyoloji profesörüdür. Fatih Üniversitesi’nde hocalık yaptığına göre Fetullah Gülen’in (şimdiki adıyla FETÖ) fikriyatına da vakıftır. Türk toplumunun sınıfsal anatomisini ve zihinsel yapısını iyi bilmektedir. İktidarının 22. yılında AKP’nin kapsayıcılığını laiklere doğru genişletmesine yazarımız Deniz Zeyrek’in dediği gibi “helalleşme” demek yanlış olmaz.

KÖYLÜ ÇOCUĞU ÇİKOLATA İÇİN AĞLAMAZ

Hocam Fuat Çobanoğlu 1950’deki iktidar değişikliğinin ekonomik gerekçesini anlatırken “Köylü çocuğu çikolata için ağlamazdı, çünkü hayatında hiç çikolata yememişti” demişti. O zamanlar nüfusun çoğunluğu piyasa dışında yaşıyordu. Kentsel ekonomi onları kapsamıyordu. Bu tespitin bugün geçerli olduğunu sanmıyorum. Çünkü 1950’lerde “%80-%20” olan köy-kent nüfus dağılımı zamanla tersine dönmüştür. Kaldı ki; çikolata pazarlamacıları sayıları azalan köyleri de dağıtım ağı içine almıştır. 1950’de DP’nin iktidara gelmesi, yönetim (yürütme sözcüğünü sevmiyorum) erkinin “kapıkulu sınıfından” yani devletten maaş alanlardan, devletten maaş almayanlara doğru kaymasını başlatmıştır. Demokrasi de buydu. Çünkü onlar çoğunluktaydı.  Osmanlı’dan T.C. devletine transfer olan kapıkulları “ayaklar baş oldu” diyerek bu değişimden hoşnutsuzluklarını dile getirmişlerdi. 1960 darbesinin kök sebebi de muhtemelen buydu.  Turgut Özal’ın 1980’de ekonomide liberalleşmeye geçmesi ve yerel yönetimlerin mali imkanlarını artırması, eko-politik sistemin kapsama alanını laiklikten hazzetmeyenlere doğru genişletti.  AKP ise cumhuriyete olmasa bile “laik cumhuriyetçilere” karşı olanların kurduğu bir partiydi. “Cumhuriyeti yerme-hilafeti övme” üzerine kurduğu iletişim stratejiyle anti-laik kapsayıcılığını genişletti.

MUHALEFET İKTİDARA YOL GÖSTERDİ

Gelelim 2023’e. AKP+MHP (Cumhur İttifakı) karşıtı olarak kurulan “Millet İttifakı” seçimleri kaybetti. Kazansaydı bugün ekonomimiz nerede olurdu, söylemek zor. Çünkü, Kılıçdaroğlu’nun getirdiğini (getireceğini değil) söylediği 300 milyar dolar ortaya çıkar mıydı, Hazine’den çalındığı tespit edilen ve yine Kılıçdaroğlu’nun son kuruşuna kadar tahsil edip halkın cebine koymaya söz verdiği 418 milyar dolardan ne kadarı cep değiştirir ve bu, ekonomide nasıl bir fırtına yaratırdı kestirmek zor. AKP iktidarda kaldı ama kendi tasarladığı “yeni ekonomi” politikasını çuvalladığı için terk etti. “Faizi düşürerek değil, yükselterek enflasyonu indirme” yoluna saptı. Cari açığı kapamaktan vazgeçip, cari açığı sürdürmek için yeni dış borç almaya yöneldi. Bir bakıma Millet İttifakı iktidara gelselerdi uygulayacakları ekonomi politikasını izlemeyi tercih etti. Kılıçdaroğlu İslamcı ve isyancılarla helalleşme kampanyası başlatmıştı. Şimdi görüyoruz ki; AKP de cumhuriyeti sahipleniyor. Başkan Erdoğan, en cumhuriyetçi benim derse şaşmayın. Atatürk’ün “muasır medeniyetler seviyesine çıkma” ülküsünü ben ve imanlı gençlik gerçekleştirecektir diyeceği günler gelmiştir.

SON SÖZ: Demokrasi barıştırır.