Nasıl yani, AKP kazanamazsa Türkiye tarihe mi karışacak?
Seçimlere mi gidiyoruz savaşa mı belli değil.
İktidar ve yandaşları yerel seçimi adeta bir ölüm kalım savaşına çevirdi.
Örneğin muhalefetten “düşman” diye söz etmekten çekinmeyenler var.
Başta Cumhurbaşkanı olmak üzere muhalefeti “terörist” olarak niteleyenlerin niyetini de anlamak mümkün değil.
Bu kin ve nefret üzerine kurulu kampanyaya son olarak bir de MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli katıldı. Onun derdi devletin bekası.
Beka, “ölümsüzlük, ölmezlik, kalıcılık” anlamına geliyor.
Devlet için beka deyince aklımıza “toprak bütünlüğünü, ahdi hukukunu ve anayasal düzenini iç ve dış tehditlere karşı koruması suretiyle hayatiyetini devam ettirmesi” gelir.
Bahçeli, Türkiye Cumhuriyeti’nin ölümsüzlüğünün ve kalıcılığının tehdit altında olduğunu ileri sürüyor.
Bulduğu çare ise “trajikomik” nitelikte.
Çünkü Devlet Bahçeli’ye göre eğer AKP bu seçimi kaybederse Türkiye Cumhuriyeti’nin bekası diye bir şey söz konusu olmayacak.
Bahçeli bu konuda aynen şunları söyledi geçtiğimiz günlerde; “31 Mart seçimleri, yeni hükümet sisteminin ilk demokratik imtihanıdır. Bu imtihandan alnımızın akıyla çıkmamız aynı zamanda beka meseledir. Önümüzdeki seçimde bizim için beka her şeyin önündedir.” Bahçeli’nin bekadan anladığı kendi kalıcılıklarıdır diye düşünsem de o ısrarla devletin bekasından söz ediyor.
Türkiye gerçekten korkunç bir akıl tutulması içinde bir saçmalıklar yumağına sarılmış sanki uçuruma doğru gidiyor.
Halka dayatılan şu; “Tayyip Erdoğan’ı seçtin seçtin, seçmedin kendine ölümlerden ölüm beğen, çünkü Erdoğan kazara seçilemezse bilin ki ortada Türkiye Cumhuriyeti kalmayacak.”
MHP’nin temel felsefesi bu oldu.
Zaten seçim sloganı da “Beka için milli karar, cumhur için istikrar” olarak belirlendi.
Her şey Erdoğan’a endekslendi ve onun olmaması halinde topluma bir felaket senaryosu dayatılmaya başlandı.
Bu garip görüşü eleştiren ve “Türkiye’nin beka değil zeka sorunu var” diyen CHP’li Muharrem İnce’nin, nasıl lince tabii tutulduğunu görüyorsunuz herhalde.
Bütün bunlar Türkiye’de artık her şeyin akıl ve mantık dışında geliştiğinin göstergesidir.
Türkiye’yi dünyada yalnızlaştıran, itibarını sıfırlayan, Amerika’nın her dediğini yapacak kadar güçsüz hale getirenler, sözde milliyetçi sloganlarla toplumu ayrıştırıyor, birbirine düşman hale getirerek bundan fayda umuyor.
Ancak tarih boyunca gördük ve biliyoruz ki bu millet ne kadar zorlansa da, bu tür oyunlara gelmiyor ve aklıselim her seferinde galip geliyor.
BUNU YAZMAK GEREK
Meclis’e, kanuna gerek yok, Erdoğan onaylasın yeter
Halk oylaması ile kabul ettirilen “tek adam” rejiminin meyvelerini yemeye devam ediyoruz.
Artık demokrasi, hukuk, insan hakları gibi lükslerimiz! yok.
Her şey bir kişinin iki dudağının arasında.
Bu nedenle aslında parlamentoya da ihtiyaç yok ama dünyaya rezil olmamak için bir meclis oluşturuldu.
Milletimizin gönlü de çok zengin olduğu gibi 600 kişiye bakıyoruz.
Yedirip içiriyoruz, ayıp olmasın diye dokunamıyoruz da.
Genelkurmay Başkanı iken hayli göze giren ve üniformasını çıkarır çıkarmaz Savunma Bakanlığı’na getirilen Hulusi Akar bu gerçeği gözümüzün içine sokmuş.
Biliyorsunuz askerliğin değiştirileceği söyleniyor.
Akar da bu dedikodulara açıklık getirmiş.
Demiş ki, “Bunlar bazı ihtimaller. Hepsi değerlendiriliyor. Bir taraftan ülkemizin ve emniyetimizin güvenliğini sağlayarak yükümlülük hizmetini yerine getirmek düşünülürken, diğer taraftan da gençlerimizin eğitim ve mesleki ihtiyaçlarını da göz önüne alıyoruz.”
Ne güzel değil mi? Ne kadar ulvi düşünceler bunlar.
Sonra devam ediyor Akar; “Bunların hepsini optimal şekilde düzenleyecek bir sistem üzerinde çalışıyoruz. Bunlar tamamlandıktan sonra Cumhurbaşkanlığı katına sunulacak. Cumhurbaşkanımızın incelemesine, değerlendirmesine, onaylamalarına müteakip de işlem ilerlemeye devam edecek. Hayırlı sonucu yakın bir zamanda belirleyeceğiz ve bunu da halkımızla paylaşacağız.”
Gördüğünüz gibi “Eğer Sayın Cumhurbaşkanımız da onaylarsa askerlik değişecek.”
Yani parlamentoya falan ihtiyaç yok.
Oysa askerlik yasa ile belirleniyor.
Yasanın yapılacağı yer de belli. Türkiye Büyük Millet Meclisi.
Tabii sonuçta bu yasa “usulen” Meclis’e gidecektir.
Talimatla parmaklar kalksın diye.
CANIMI SIKAN ŞEYLER
CHP iyi mi yaptı şimdi yani?
Kutlamak gerek CHP yönetimini.
Aylardır aday arayışındaydılar.
Bir türlü seçemiyorlardı adaylarını. Aday konusunda karar verilemeyen yerler aslında “seçimi kazanmanın garanti” olduğu yerlerdi. Bu kadar garanti olan yerlerde de kavga çıkıyordu.
Mesele “kimin adamının belediye başkanı olarak atanacağı” konusuydu.
Sonuçta pazarlıklar yapıldı, belediyeler her nasılsa parti içinde güçlenmiş isimlerin istekleri doğrultusunda “adil” olarak dağıtıldı.
Şimdi CHP’nin “atanmış” adaylarının “nasıl güzel çalışacaklarını” anlatacakları propagandalara geldi.
Millet bu kez yiyecek mi?
Bakalım göreceğiz.
Bu arada İstanbul İl Başkanı da gece yarısı istifa etti.
“Partisinin bir neferi” olacağını açıkladı önce.
Ama partinin “diğer neferleri” çok ısrar edince o da vazgeçti istifadan. Halbuki o da diğerleri gibi “istifa ederim haaa” demeli ve istediğini yaptırmalıydı.
Galiba sabaha karşı onun da “ağzına bir parmak bal” çalındı da istifadan vazgeçip koltuğuna tekrar oturdu. Neyse ki benim oy kullanacağım bölgede “kesin kazanacak bir parti olmadığı için” pazarlıklar sonucu atanan bir aday yok. Bu nedenle diğer adaylarla karşılaştırıp ölçüp biçtikten sonra gönül rahatlığı ile oy verebileceğim.
CHP’nin kesin kazanacağı yerdeki CHP’li seçmenlerin durumuna gerçekten çok üzülüyorum.
OKURDAN MESAJ
Bir İhlaszedenin feryadı
Türkiye Gazetesi’nin Amerikalı sahibine ait İhlas Finans’tan binlerce alacaklı var.
Bunlardan, adı bende saklı bir okurum durumunu anlatan çok çarpıcı bir mesaj atmış.
Biliyorsunuz Türkiye Gazetesi ve TGRT bu iddialara tek satır bile cevap vermeyip SÖZCÜ grubuna saldırarak konuyu örtbas etmeye çalışıyor.
Olsun.
Ne yaparlarsa yapsınlar gerçeğin üzerine örtemezler ki.
Bakın bir İhlaszede ne diyor;
Can Bey, bunca mağdur varken bizim paramızı ödemeyenler sizin gazetenize saldırıyor.
Şunu çok açıklıkla belirteyim ki İhlas Finans’taki param 2000 yılında, bir ev alırdı. O evin geliri bana bugün bir ev daha alırdı. Amacım ev alıp, 2000 sonunda emekli olmaktı.
Almanya’da okumuş mühendis olarak, üst düzey görevlerde çalışırken, dolgun maaşlar aldım. Emekli olunca maaşımın on misli küçüleceğini biliyor, ek gelir getirecek gayrımenkul alımına çalışıyordum.
Sakın “böyle kurumlara para yatıranlara oh olsun” demeyelim. Amacım, basit yüksek kazanç değildi.
Zaten sözde dağıttıkları kâr payı, banka faizlerinden farklı değildi.
Eşimin, “Allah yasaklamış, birikimimize faiz bulaşmasın” düşüncesi ve ısrarı beni de bu yola razı etti.
Altın, döviz alıp yastık altına koyma yerine, paramızın ekonomiye katkı sağlamasını umduk.
Hiç ümidim yok ama ödeseler bile, gerçek değerinin onda birini bulmaz.
Şimdi duruma bakın; sadece benden iki ev parası gitmiş. Çok şükür şu anda bir geçim derdim yok. Ama anlamıyorum bu kişiler 20 yıldır canhıraş biçimde neden korunuyor?
Bu ülkede insanların parasına konmak bu kolay olmamalı, bu cezasız kalmamalı.
Bu ayıptan ülke kurtulamayacak mı?
Lütfen etkin bir gazeteci olarak, iktidara da muhalefete de bu ayıba niye sessiz kaldıklarını sormanızı istirham ediyorum. Birileri dua eder de, sizin işleriniz rast gider.
Saygılarımla, O.S