ANALİZ

Cumhurbaşkanı Erdoğan sürekli “yalnız” olduğunu vurguluyor.
Erdoğan 14 yıldır yaptığını sürekli yapıyor ve hep “mağduru” oynuyor.
Bürokrasiden şikayet ediyor. Merkez Bankası’nı suçluyor. Hükümetin ve partisinin FETÖ ile mücadeleye yeterince destek vermediğini söylüyor. Eğitimin yetersiz olduğunu vurguluyor. Çarpık kentleşmenin büyük kentleri yaşanmaz hale getirdiğini belirtiyor.
Bütün bunları saydıktan sonra “yalnız bırakıldığı” için yakınıyor.
Yanında sadece halkın durduğunu başka kimsenin olmadığını ileri sürüyor.
Tuhaftır Erdoğan’ın bunca yakınmasına ne hükümetten, ne milletvekillerinden ne de parti yöneticilerinden, bunların ötesinde yandaş yalaka yazarlardan tek satır bir söz gelmiyor.
Ne “Cumhurbaşkanı çok haklı” diyorlar ne de “Bizi nasıl yok sayarsın” diye isyan eden var.
Buna rağmen yalakalık, yaranma çabaları, vıcıklaşan yağcılık ve Erdoğan’ı başkan yapabilmek için yırtınırcasına bir çalışma tüm hızıyla sürüyor.
Erdoğan’ın “yalnızlıktan” yakınması aslında son derece hazin bir durumdur.
14 yıldır ülkenin tek hakimi olan, bir dediği iki edilmeyen, her şeye gücü yeten, herkesin önünde korku ile eğildiği, yanlış bir laf etmemek için yoğun çaba harcadığı bir kişinin “ben yalnızım” demesi her halde insanı yiyip bitiren korkunç bir psikolojidir.
Ancak şunu da söylemeden edemeyeceğim.
Erdoğan sürekli yalnızlıktan şikayet ederken belki durup “acaba bende de bir hata olabilir mi, bir yerlerde yanlış mı yapıyorum” diye de düşünmeli.
Öyle ya, herkes sizi yalnız bırakıyorsa bunun nedenlerini de merak etmez misiniz?
Sosyolojik olarak baktığımızda eğer biri yalnız bırakılıyorsa ya herkes ondan çok korkuyordur ve yaklaşmaya bile cesaret etmiyordur ya da kimse kendisine inanmıyordur.
AKP’lilerin Erdoğan’a inanmadığını söylemek ancak fantastik bir fikir olabilir.
Demek ki o halde AKP’liler bile Erdoğan’dan çok korkuyorlar. Hışmına uğramaktan çekiniyorlar. Bu da o insanların bazı anlarda yavaş kalmasına, karar almakta ve uygulamakta gecikmelerine neden oluyor.
Çünkü AKP’liler biliyorlar ki eğer kendi inisiyatiflerini kullanmaya kalkarlarsa sarayın oklarını da üzerlerine çekiyorlar.
Sanıyorum Erdoğan aslında bu durumu biliyor. Ancak altındaki kitleyi sürekli diri tutmak için “mağdur ve yalnız” rolünü iyi oynuyor.
“Yanımda sadece halkım var” diyerek AKP yönetimine “Bilin ki ben yoksam siz de yoksunuz ona göre” mesajı veriyor ve gücünü ve hakimiyetini giderek artırıyor.
Ancak şunu da söylemek isterim; partisini diri tutmak için sürekli bağırıp çağırarak, mağdur ve yalnız rolü oynayarak ancak bir yere kadar gelebilirsiniz. Bunu sürdürmeniz mümkün değildir. Eninde sonunda AKP içinden de birileri çıkıp “Bu kadar ezilmeyi, aşağılanmayı, horlanmayı hak etmiyoruz. Evet bizi buralara getiren sensin ama çorbada bizim de tuzumuz var” deyiverir.
İşte o an bütün karizma yerle bir olur, yanınızda duran halk bile bir bakmışsınız başka yerlere kaymış olur.

İRONİ

Erdoğan başkan olursa bunu Meral Akşener’e borçlu


Cumartesi günü kahve sohbeti yaptığım muhalif bir MHP’li “Can bey” dedi “Erdoğan’ın Başkan olmasını istemeyen herkes MHP Genel Başkanı Devlet Bahçel’yi suçluyor ama, bilin ki asıl suçlu o değil.”
Arkasından bir “cinlik” geleceğini fark ederek güldüm ve “Peki, kimmiş suçlu?”diye sordum.
“Tabii ki Meral Akşener” deyince lafın gideceği yeri anlayarak bastım kahkahayı.
“Anlat bakalım o zaman” dedim.
MHP’li dostum “İnternette Bahçeli’nin Erdoğan iktidarı ve başkanlık sistemi ile ilgili daha önce söylediği sözleri izlemişsindir” dedikten sonra benden önce “evet” onayı aldı devam etti;
“Her şey MHP’de muhalif hareketin başlamasından sonra değişti. Gerçi genel başkanlık için 4 aday ortaya çıkmıştı ama herkes biliyordu ki ipi Meral Hanım göğüsleyecekti. Devlet Bey paniğe kapıldı. Koltuğunun altından kaymak üzere olduğunu gördü. Ama son anda imdadına Erdoğan yetişti.”
Kahvelerimizden birer yudum aldıktan sonra MHP’li dostum konuşmasına devam etti; “Erdoğan muhaliflerin kongre toplamasına müdahale etti, mahkemeler bin bir türlü engel çıkararak olağanüstü kongrenin yapılmasını engelledi. Sonuçta Devlet Bey Erdoğan’a karşı büyük borç altına girdi.”
Ben de “Yani” dedim “MHP’de muhalif hareket başlamasaydı, Bahçeli Erdoğan’a başkanlık yolunu açacak adımı atmayacak mıydı?”
MHP’li dostum “Kesinlikle” dedi “Bahçeli muhalefet ortaya çıkmasa bile durumunun sallantıda olduğunu biliyordu. Şimdi kendisi Başkan yardımcısı olabilir, beş MHP’liyi de hükümete sokarsa kendisini iktidarda görecektir. Bu nedenle MHP’de muhalefet hareketi başlatan herkese ama Meral Akşener’e bir teşekkür borcu vardır.”

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

Dolarını bozdur kampanyası ile dolar düşmezse ne olacak?


Ekonomi tarihimizin belki en büyük kandırmacalarından biri olan “dolarını bozdur” kampanyası özellikle düşük gelirli kesimlerde belli ki daha fazla itibar görüyor.
Gariban vatandaş “ülkeyi kurtaracağı, hainlerin oyununu boşa çıkaracağı” zannıyla elindeki üç beş kuruşluk dövizi bozduruyor.
Ne fayda?
Gerçi Cumhurbaşkanı önceki gün “Fedakar halkım kriz lafları çıktıktan sonra 2.5 milyar dolar bozdurdu ve oyunu bozdu” dedi. Oysa dolarlar bozdurulmaya başlandığında fiyat 3.1’di şimdi 3.5 seviyelerinde. Hangi oyun bozuldu acaba?
İşin kötüsü, pek çok kişi sırf Erdoğan söyledi diye hiç ihtiyacı olmamasına rağmen güvenlik için ayırdığı iki üç yüz doları bozdurup Türk lirasına çeviriyor. Muhtemelen bu paralar tasarruf amacıyla başka bir alana kaydırılmıyor ve harcanıyor.
Oysa dolardaki artış henüz kesilemedi. Bu durumda 10 gün önce satanlar çok zarar ettiler. Hatta dün satanlar bile bugüne göre zarardalar.
Millet demeçle, öfkeyle, herkese bağırıp çağırmayla ekonominin düzelmeyeceğini öğrenecek elbette ama o zaman ne düşünecek ve “dolarını sat” diyenler bu zararı nasıl karşılayacak çok merak ediyorum.

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

Karşı devrimci gazetecilerin alkışlatılması hoş olmadı


Adana’da düzenlenen “Başkanlıkla ülkeyi böldürmeyeceğiz” mitinginde konuşan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu hiç gereği yokken tatsız bir polemiğe neden oldu.
“Dünyada en çok gazetecinin tutuklu olduğu ülkenin Türkiye” olduğunu vurgulayan Kılıçdaroğlu halen hapiste olan gazetecilerin isimlerini tek tek okudu ve kalabalıktan her isim okunduktan sonra “Burada” diye seslenmelerini istedi.
Ne var ki adı sayılan isimler arasında yıllarca AKP iktidarına payandalık yapan, Atatürk, Cumhuriyet ilke ve devrimleriyle ilgili söylemleriyle “karşı devrimci” safta yer alan, AKP’nin cemaatle birlikte kurduğu bütün kumpasların içinde olan bazı kişiler de vardı.
Bu isimlerin okunması CHP içinde eleştirilere neden oldu.
Haksızlar mı? Değiller.
Elbette Kılıçdaroğlu’nun kastını anlıyorum. “Herkesin hukuk önünde eşit olduğunu, daha önce ne yapmış olurlarsa olsunlar, intikam duyguları içinde ve demokratik kuralların, hukukun dışına çıkılarak kimsenin yargılanamayacağını” anlatmak istiyor.
Ama gerçekten gazeteci olanlarla bu isimlerin aynı kefeye konması yanlıştır.
Keşke gerçek gazetecilerin isimlerini saydıktan sonra diğerlerini topluca sayıp “Biz onların bile hukukunu gözetiriz” deseydi.
Üstelik bu kişilerin hepsi “FETÖ” nedeniyle tutuklandılar. CHP’nin kendi kendine “FETÖ’cüleri korur kollar” durumuna düşürmüş olması pek hoş olmadı.

Bİ SORALIM BAKALIM

Kaçırılan askerlerden hâlâ haber yok


Suriye’de terör örgütlerine yönelik operasyonlara katılan iki astsubayımız kaçırıldı. IŞİD’in kaçırdığı söyleniyor. Yaralı oldukları yönünde de haberler yayıldı.
Ancak hiçbirimiz daha fazla ayrıntı bilmiyoruz.
Meydan boşken her şeye esip gürleyen, herkese ayar veren iktidarımızdan hiç ses çıkmıyor.
Kaçırılan askerlerle ilgili Suriye’de operasyon yapılıyor mu? Yoksa tıpkı Musul olayında olduğu gibi unutup gideceğiz ve 100 gün sonra yine bir kahramanlık destanını anlatan kurtarma harekâtı yapıldığını mı öğreneceğiz?
Hemen her gün konuşan ve yüksek sesle herkese çatan Cumhurbaşkanı da bu konuya hiç girmiyor. Ne kaçırılan askerlerden söz edip IŞİD’e had bildiriyor ne de 4 askerimizi şehit eden Suriye saldırısı ile ilgili “Göreceksiniz gününüzü” türü bir konuşma yapıyor.
Nedense karşılık verilmeyecek durumlarda konuşmasını çok iyi biliyorlar da başımıza bir şey geldiğinde sus pus olup “itidal gerek, savaşa mı gireceğiz şimdi” diye savunuyorlar kendilerini.

CANIMI SIKAN ŞEYLER

Her şeye Atatürk adı verme kampanyalarından vazgeçilmeli


Muhalifler özellikle Atatürkçü kesim daha önce “Üçüncü havalimanına isim arıyoruz” diyen sahte bir anketin tuzağına düşmüştü. Asıl amaç “isim anketi” adı altında Tayyip Erdoğan, Abdülhamit ve Atatürk’ü yarıştırmaya kalkan bir girişimdi bu.
Kimi Atatürkçüler hevesle saldırdılar bu ankete. Oyunu görenler hemen uyardı da o sahte anket bir sonuç bile açıklayamadan ortadan kalktı.
Şimdi Ulaştırma Bakanlığı bu ay içinde açılacak olan Avrasya Tüneli için isim anketi açmış. Bu ankette “önerilen isimler” yok. Vatandaş isim bildirecek.
Atatürkçü kesim yine ayağa kalkmış “Bu tünelin adı Atatürk olsun” kampanyası yapıyor.
Bu heves ve telaştan artık kurtulmak gerekiyor. Atatürk’ü aklımıza gelen her esere ismini vererek yaşatamayız. Atatürk zaten, bütün milletin gönlünde yaşıyor.
Türkiye’nin en övünç duyacağı eserin adı Atatürk olur.
Ayrıca Ulaştırma Bakanlığı niye isim arayışına girmiş onu da anlamıyorum. Zaten “Avrasya Tüneli” denilerek en iyi isim bulunmuş. İki kıtayı birbirine bağlayan ulaşım araçlarından birinin adı da Marmaray zaten.
Dev projelere ille bir kişinin ismini vermek yerine işlevini anlatan isimler koymak daha iyi değil mi?