Dış politika konusunda tüm öngörüleri doğru çıkan bilge diplomat emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ’dan çok çarpıcı açıklamalar:
Rusya’nın Türkiye’yi mindere çekmek için fırsat kolladığını vurgulayan Elekdağ “Böyle bir dönemde Türkiye’nin hesapsız, kitapsız hareket etme lüksü yoktur
Suriye’ye askeri müdahale olması durumunda ülkemiz sadece sonu gelmez bir savaşa bulaşmakla kalmaz, aynı zamanda düşmanlar, toplumsal yapımızdaki
fay hatlarını istismar ederek ülkemizin içini karıştırma çabasına girerler” dedi
Sevgili okurlarım.
Türkiye yine çok kritik ve tehlikeli bir kavşakta... Ülkemizi yönetenler de çok yönlü tehditler karşısında bocalayıp soğukkanlılıklarını kaybedebiliyorlar. PYD ve onun askeri kanadı olan YPG, Türkiye’nin kırmızı çizgilerini hiçe sayarak Afrin’le Kobani arasındaki bölgeyi işgal etmek, böylece “Rojava özerk Kürt bölgesini” bütünleştirmek için mevzileniyor. Türkiye bu hareketi “beka sorunu” olarak gördüğünden, yeni YPG mevzilerini bombalıyor. Fakat müttefikimiz ABD, “Bombardımanı kes!..“ diye dayatıyor. Tam bu sırada, Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, Türkiye’nin Suudi Arabistan’la birlikte Suriye’de kara harekâtına girişebileceğini açıklıyor. Bakanın sözleri, Rusya Başbakanı Medvedev’in bunun üçüncü dünya savaşı demek olacağı tehdidini savurmasına yol açıyor. Bunun üzerine Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, Çavuşoğlu’nu yalanlamak zorunda kalıyor...
Anlatmaya çalıştığım yanılgılar, çelişkiler ve risklerle dolu tablo karşısında öngörüleri daima doğru çıkan bilge diplomat, emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ’ın ne düşündüğünü öğrenmek istedim.
* * *
CUMHURBAŞKANININ “EY AMERİKA” UYARISI HİÇ ETKİLİ OLMADI
UĞUR DÜNDAR (U.D.): Sayın Elekdağ, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın asabi bir hava içinde “Ey Amerika, size kaç kere söyledim, bizimle mi berabersiniz, PYD ile mi? Bu nasıl ortaklık?..” diyerek Başkan Obama’ya sert bir dille seslenmesini nasıl yorumluyorsunuz? Uyarı etkili oldu mu?
ŞÜKRÜ ELEKDAĞ (Ş.E.): Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu sert mesajı ABD’yi hiç mi hiç etkilemedi. Washington’dan gelen resmi tepkiler, ABD’nin bir tercih yapmak istemediğini ve PYD’ye IŞİD’e karşı mücadelede güvendiği müttefik olarak bakmakta ısrarlı olduğunu ortaya koydu. Bu tutum şu nedenlerden kaynaklanıyor: ABD’nin Ortadoğu stratejisinde esas hedefi IŞİD’i yok etmek. Bu hedefin gerçekleştirilmesinde PYD ve onun askeri kanadı YPG, piyade gücü olarak, ABD stratejisinin kilit unsurlarını oluşturuyor. ABD’nin kara harekâtında PYD’nin yerine ikame edeceği başka bir güç yok. Eğit-donat projesi fiyasko ile sonuçlandı! ABD Özgür Suriye Ordusu’na ve ılımlı muhalif güçlere de güven duymuyor. Ayrıca, ABD, PYD’yi Rusya’ya da kaptırmak istemiyor. Bu nedenlerle, Obama yönetiminin, IŞİD’le mücadele devam ettiği sürece PYD’den vazgeçmesi mümkün görünmüyor.
ANKARA GELİŞMELERİ HÜSRAN İÇİNDE SEYRETMEK DURUMUNDA
(U.D.): O zaman Sayın Erdoğan’ın “Ey Amerika!..” mesajı sadece iç politikayı mı hedefliyor?..
(Ş.E.): Tabii o yönü de var. Ama Cumhurbaşkanı çok öfkeli. Çünkü, Türkiye İncirlik’i ABD’nin ve önderliğini yaptığı koalisyonun kullanımına açarken, Azez-Cerablus hattının önünde yer alan 45 km. derinlikteki toprağın bir güvenli bölge haline getirilmesini talep etmişti. Uzun tartışma ve müzakerelerden sonra -Türk uçaklarının da katılımıyla- bölgeye operasyon yapılarak IŞİD’den temizlenmesi ve buraya Türkmenlerin ve dost Arapların yerleştirilmesini öngören plan üzerinde ABD ile Türkiye arasında mutabakat sağlanmıştı. Afrin ve Kobani kantonlarının birleşmesini engelleyecek olan bu plana Ankara büyük önem atfediyordu. Ne var ki, Rus uçağının düşürülmesinden sonra ABD, Ruslar’la çatışma çıkacağı ve PYD’nin Moskova’nın kontrolüne gireceği kaygılarıyla Azez-Cerablus operasyonundan vazgeçti. Bu arada Ruslar bombardımanla Türkmenleri darmadağın etti. Dahası, ABD’nin verdiği silahlarla ve Rusya’nın da hava desteğiyle Azez-Cerablus’u işgal yolunda adımlar atan ve etnik temizliğe hazırlanan bir PYD oluştu. Azez ilçesine bağlı köyleri ve muhalifler açısından stratejik öneme sahip Miniğ askeri üssünü ele geçirdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kırmızı çizgileri, maalesef çoktan silindi... Ankara’nın şimdi hüsran içinde gelişmeleri oturup seyretmekten başka çaresi yok.
TÜRKİYE’NİN TERÖR ÖRGÜTÜ PYD’YE KARŞI ELİ KOLU BAĞLI
(U.D.): Türk topçusunun PYD’nin işgal ettiği mahalleleri dövüp hallaç pamuğu gibi atması, bu çaresizlik duygusundan mı kaynaklanıyor?
(Ş.E.): Evet, bir ölçüde öyle!.. Ama kanımca hükümetin, bombardımana başvurmaktaki gerekçeleri de doğru ve gerçekçi. Zira, PYD ve Esad güçleri Azez yönünde ilerleyerek Türkiye’ye doğru yeni bir göç dalgası yaratmak istiyorlar. Azez’le Kilis arasındaki 8 kilometrelik bölgede, 10 mülteci kampı var. Azez, PYD veya rejim güçlerinin eline geçerse, ülkemize mülteci akını başlayacak. Bu nedenle Azez’in muhaliflerde kalması Türkiye açısından önemli. Ne var ki, sırf topçu ateşiyle PYD ve Suriye güçlerini durdurmak da mümkün değil. Ancak, meselenin ciddi riskler içeren bir başka yönü daha bulunuyor. Farzedelim ki, bölgedeki Rus birliklerini vurduk. Rus uçakları da karşılık vererek Türk topçularını füzeyle vurdu... O zaman Türkiye ne yapacak? Çıkacak krizi tırmandırmayı göze alabilir mi? Önce ABD ve Fransa, sonra da AB, Türkiye’yi “PYD’yi vurma” diye uyardılar. Niye? Çünkü, Türkiye’nin NATO müttefikleri olarak bir mesaj vermek ihtiyacını duydular. Dediler ki, “Ayağını denk al! Bu iş büyüyüp tırmanırsa, sakın ha bize güvenme!..” Söylediklerim yanlış anlaşılmamalı. Türkiye, ulusal çıkarları için risk almaktan kaçınmalı demiyorum. Rusya’nın Türkiye’yi mindere çekmek için fırsat kolladığı dönemde Türkiye’nin hesapsız, kitapsız hareket etme lüksü yok.
RUSYA KİTLESEL GÖÇLE TÜRKİYE’YE KRİZ YAŞATMAYA ÇALIŞIYOR
(U.D.): Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 1 Mart Tezkeresi’nin Meclis’te reddinin hatalı olduğu ve bu hatanın bir daha tekrarlanmaması yolundaki açıklaması, “Türkiye Suriye’ye girer mi?” tartışmasına yol açtı? Sizce böyle bir ihtimal var mı?
(Ş.E.): Türkiye’nin Suriye’ye askeri müdahalesi bir çılgınlık olur. Böyle bir durumda, Türkiye Rusya, Suriye, İran ve Hizbullah’ı karşısında bulur. Ülkemiz sadece sonu gelmez bir savaşa bulaşmakla kalmaz, ayni zamanda düşmanlar, toplumsal yapımızdaki fay hatlarını istismar ederek ülkemizin içini karıştırma çabasına girerler. Suriye’nin İskenderun üzerindeki talebi su yüzüne çıkar. Ülkemizin üstüne büyük bir tehdit olarak çöken PKK/PYD sorunuyla cebelleşirken, Suriye’ye girmeyi düşünmek dahi akla ziyan!.. Cumhurbaşkanı başka bir şey kastetmiş olabilir... Türkiye’nin şu sıradaki en büyük problemi, Rusya’nın kitlesel bir mülteci krizi yaratarak Türkiye’ye ve Avrupa’ya zarar vermek istemesi.
Bakınız, ABD’li Cumhuriyetçi Senatör John McCain ne diyor: “Rus stratejisinin merkezinde, mülteci krizini tırmandırarak Transatlantik İttifakı’nı bölmek ve Avrupa projesine zarar vermek için silah olarak kullanmak yatıyor.” Almanya Başbakan’ı Merkel de bu gerçeği gördüğü için, Türkiye’nin Suriye topraklarında bir uçuşa yasak-güvenli bölge tesis etmesini destekliyor.
TÜRKİYE BM’DEN GÜVENLİ BÖLGE KARARI ÇIKARTABİLİR
(U.D.): Yani amaç, Halep’in düşmesinin yaratacağı kitlesel göç dalgasını Suriye topraklarında sınırımıza erişmeden durdurmak ve burada tesis edilecek bir güvenli bölgede yerleştirmek olacak... Ama Rusya’nın vetosuna rağmen bunun için gerekli Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi kararı nasıl alınacak?
(Ş.E.): BM’nin 7 Ekim 1950 tarihli 377/A sayılı “Barış İçin Birleşme” kararı, Güvenlik Konseyi’nin, bir daimi üyesinin vetosu nedeniyle görevini yerine getirmediği durumlarda, Genel Kurul’un devreye girerek uluslar arası barış ve güvenliğe dair kararlar almasını öngörüyor. Genel Kurul kararını oy çokluğuyla alabiliyor. Bunun için BM Genel Kurulu’nu olağanüstü toplantıya çağırmak gerekli. Bu da iki türlü oluyor. Birincisi, Güvenlik Konseyi’nin üyelerinden birinin soruna sahip çıkması ve 15 üyeden 9’unun oyuyla meselenin Genel Kurul’a havalesini sağlaması. Böyle bir karar alınırken veto gücü işlemiyor. Halen, Güvenlik Konseyi’nde 5 daimi üyenin yanı sıra şu devletler de geçici üye olarak temsil ediliyor: Angola, Mısır, Japonya, Malezya, Yeni Zelanda, Senegal, İspanya, Ukrayna ve Venezuela. Bu durumda, ABD, Fransa ve İngiltere, geçici üyelerden 6’sını yanlarına alarak Suriye’de bir güvenli bölgenin kurulması önerisini Genel Kurul’a taşıyabilirler. İkinci yöntem, herhangi bir BM üyesinin olağanüstü toplantı çağrısı yapmasıdır. Bu durumda, Genel Sekreter bir ay içinde üye ülkelerin salt çoğunluğunun böyle bir toplantıya olumlu baktıklarını tespit ederse, Genel Kurul’u topluyor. Genel Kurul’un aldığı kararlar “tavsiye” niteliğinde olmakla beraber öngörülen eylem için, silahlı müdahale de dahil, meşru bir zemin oluşturuyor. Bu yönteme, 1956 Süveyş krizinde, Sovyetler Birliği’nin 1948’de Macaristan’a müdahalesinde ve 1971’de Doğu Pakistan-Bangladeş savaşında başvurulmuştur. Daimi üyeler, sahip oldukları veto imtiyazını zayıflatacağı endişesiyle “Barış İçin Birlik” kararının uygulanmasını öne çıkarmazlar.
(U.D.): Öneriniz çok önemli. Dileriz Ankara gereğini yapar. Çok teşekkürler Sayın Elekdağ.
(Ş.E.): Ben teşekkür ederim Sayın Dündar.