Sevgili okurlarım, bunlar 30 Ağustos’u kendileri için zafer haftası ilan ettiler ama işin perde arkası başkaydı. Amaçları 30 Ağustos 1922’deki büyük zaferi değil, 1071 yılındaki Malazgirt savaşını kutlamaktı.
Malazgirt ovasına çadırlı ordugâhlar ve otağlar kurdular, mehter takımları getirdiler, toplama kalabalıklarla, bindirilmiş kıtalarla miting düzenleyip nutuklar attılar ve bunlar yetmezmiş gibi kabine toplantısını geçen yıl olduğu gibi yine Malazgirt’e yakın olan Ahlat’ta yaptılar.
İşi iyice cıvıttılar.
Dahası var ve bunun da hesabının da bir gün mutlaka sorulması gerekir.
Malazgirt Savaşı kutlamaları için bunlar Ahlat’ta kendilerine özgü yeni bir ‘Saray’ inşa ettiler.
Dayalı döşeli dört dörtlük bir ‘Saray.’
Bu efendiler orada, Van Gölü kıyısında yılın 363 günü boş duran ve hiçbir işe yaramayan bu Saray için devletin ve milletin milyarlarını toprağa gömdüler.
Hiç utanmadan ve hiç sıkılmadan.
★★★
Fakat onlar bu saçma sapan, ipe sapa gelmez Malazgirt kutlamalarını yaparken, tam da o günlerde sıra başka bir Zafer haftasına geliyordu...
Düzmece değil, gerçek bir zafer
haftasına...
30 Ağustos 1922’ye...
Ahlat’ta bulunan Recep Tayyip bu konuda muhteşem bir kutlama mesajı yayınladı. Tam üç buçuk satırdan oluşan bu mesajında yine Atatürk diyemiyor, (Türkçe hatası olsa gerek!) ‘Gazi Mustafa Kemal’i de şehit ilan ediyordu.
“...Büyük Taarruzun 103. yıldönümünde Gazi Mustafa Kemal başta olmak üzere tüm şehitlerimizi saygı ve rahmetle yad ediyorum.”
Bu mesajını okuyunca ister istemez duygulanmış olduk!.. Çünkü önemli olan Atatürk diyemese bile Gazi Mustafa Kemal isminin bu çok sayın ve muhterem cumhurbaşkanının mesajında bir kez olsun geçmesi idi!
Türk Milletine bu onuru yaşattığı için kendisine teşekkür borçluyuz yani, öyle değil mi efendim!
★★★
Bugün 30 Ağustos... Her ulusal bayramda olduğu gibi devlet protokolü bugün de Anıtkabir’i ziyaret edip Atatürk’ün manevi kimliği önünde saygı duruşunda bulunacak.
Kafalarda her ulusal bayramda olduğu gibi yine aynı soru var:
“Beyefendi acaba Anıtkabir’e şeref verecek mi?”
Bu kuşkulu soru kendisinden önceki hiçbir cumhurbaşkanı için akla gelmez ve sorulmazdı... Çünkü devletin kuralları, bir işleyiş düzeni vardı. Herkes, cumhurbaşkanı bile olsa haddini bilir ve ona göre davranırdı.
★★★
Şimdi yeri gelmişken kısaca geçmiş yıllara dönüp size Recep Tayyip’le ilgili bir şey anlatayım...
Yıl 1995...
Bu beyefendi henüz başbakan, cumhurbaşkanı falan olmamış. 1995 yılında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı.
Şöyle diyor:
“Saygı duruşu sap gibi durmaktır. Saygı duruşu yerine dua edilmeli. Sap gibi durmanın manâsını anlamıyorum. Bir insanın yaptığı hizmetler anısına ona şükran (teşekkür) beyan edilecekse, en iyi yol ruhuna bir dua okumaktır.”
(İnanmayan olursa ajanslara ve 11 Nisan 1995 tarihli Milliyet gazetesinin 5. sayfasına bakabilir.)
Şimdi belki soracak olursunuz...
“Recep Tayyip cumhurbaşkanı kimliğiyle bugün Anıtkabir’e gidip Atatürk’ün mozolesi önünde saygı duruşunda bulunacak mı?
Eğer bulunduysa orada ‘sap gibi’ mi durdu, yoksa dua mı etti? Acaba içinden neler diyordu?”
Ben ne bileyim efendim, görüntülerini bugün izleyip öğreniriz!
O bütün alemlere yön veren, vurdu mu ses getiren koskoca bir dünya lideri! Bunlar kendisine sorulmaz ki!

Sevgili okurlarım adı Ali Erbaş olan Diyanet Başkanı artık iyice cıvıttı, Tayyipgiller iktidarının her siyasi töreninde yer alan duacısı oldu.
İktidar tarafından iki gün önce düzenlenen hava savunma sistemi çelik kubbe töreninde, sahnede yine o vardı ve olanca gücüyle haykırıyordu:
“İlahi yarabbi sen rahim ve rahmansın. Ellerimizi senin için kaldırdık, dua ediyoruz. Dualarımızı kabul eyle. Şu anda ASELSAN’da çalışan mühendislerimizden başkanına kadar emek verenleri iki cihanda aziz eyle yarabbi. İlahi yarabbi, çelik kubbemizi vatanımızın savunması için vesile kıl.
Kuran-ı Kerimde buyuruyorsun ki düşmanlarınızı korkutmak için gücünüzün yettiği kadar kuvvet hazırlayın. Bu emre göre hareket ederek devletimizi korumak için gerekli kuvveti hazırlamayı bizlere nasip eyle yarabbi...”
Adam her siyasi törende Recep Tayyip’in yanında...
★★★
Diyanet Başkanlığı süresi iki hafta sonra sona erecek. Bütün amacı Recep Tayyip’e yakın durup kendisini o makama bir kez daha seçtirmek... Çünkü Diyanet’te para bol.
Adam devletin ve milletin parasıyla bütün dünyayı geziyor. Son Hac gezisine eşine yardımcı olsunlar diye özel ütücülerini bile yanında götürdü.
Ali Erbaş devlet içinde devlet oldu. Karışanı yok, denetimi yok.
Yasaları, devletin kurallarını asla takmıyor. Dayamış sırtını Recep Tayyip’e, koskoca kurumu istediği gibi yönetiyor.
Diyanet tarafından hazırlanan ve Türkiye’de her Cuma günü 95 bin camide okutulan hutbelerde Atatürk’ün adına ısrarla yer vermiyor. Aynı durum son 30 Ağustos hutbesinde oldu ve Atatürk yine yok!
Beyefendi büyük adam oldu, yakında ‘özgürlüğünü’ açıklarsa sakın şaşırmayın!