Sevgili okuyucularım, burada haftalardan beri yırtınıyoruz, yazıyoruz, uyarıyoruz.
Tayyip seçim öncesinde her gün Türkiye’yi geziyor, toplu açılış töreni adı altında siyasi mitingler düzenliyor, bağırıp çağırıyor, sanki bir parti lideri gibi muhalefete bindiriyor ve toplumu geriyor.
Ahmet’in AKP açısından yarattığı boşluğu ve yetersizliği bu yolla kapatmaya çalışıyor.
Seçimlerin dürüst yapılmasından sorumlu olan Yüksek Seçim Kurulu (YSK) ise bu olanları görmezden geliyor, işi “Bizim cumhurbaşkanına karışma yetkimiz yoktur” diyerek geçiştirmeye ve savsaklamaya kalkışıyor.
İşin kolayını öyle bulmuş. Oysa konu çok önemlidir.
Anayasa uyarınca tarafsız olması gereken, o makama seçildiğinde bu konuda namus şeref yemini eden şahıs bu yemini her gün hepimizin gözleri önünde çiğner, anayasa ve yasaları da yok sayarken, YSK olanları seyretmekle yetiniyor.
Partiler dilekçe verip bu durumun önlenmesini istiyor, her seferinde yanıt aynı:
“Reddedilmesine!..”
Bu Kurul dört Yargıtay ve üç Danıştay üyesinden oluşuyor.
Bu yüksek yargı mensuplarının olanları görmezden gelmesi asla mümkün değil.
O halde ne oluyor?
İşte bunu bilemiyoruz. Kimse bilmiyor.

* * *

Tayyip geçtiğimiz pazar günü bu kez Şanlıurfa’da idi. Yine aynı hikaye tekrar edildi!..
Toplu açılış töreni adı altında parti mitingi düzenledi.
Mitingde söylediği bazı sözleri dünkü dört yandaş gazeteden sizlere -çok özetle- aktarıyorum:
Star gazetesi: “Ana muhalefetin başı iktidara gelirse kardeşlerimizi Esad’a teslim edeceğini söylüyor. Bunların döneminde kardeşlerini Stalin’e teslim etmek vardı (!?)”
Vatan gazetesi: “Şimdi bu CHP, MHP ve HDP, Diyanet’e tahsis edilen (devlet parasıyla satın alınan) araca (son model Mercedes’e) saldırıyorlar. Yahu bu arabanın bedeli 330 bin lira. Bunlara beş koyun ver, kaybedip gelirler. Şimdi Bahçeli çıkmış Diyanet İşleri Başkanı bunu iade etmeli, istifa etmeli diyor. Yaaa sana mı soracak!.. O makama söz söylemek sizin haddinize mi?”
Sabah gazetesi: “Biz diğerleri gibi, ana muhalefetin başındaki zat gibi hep cek-cak demiyoruz. Dağları aşarak hizmet veriyoruz. Kılıçdaroğlu benim muhatabım değil ama... Onlar tehdit eder, biz hizmet ederiz...”
Yeni Şafak gazetesi: “Bunların sadece gözü kör kulağı sağır değil, aynı zamanda vicdanları nasır tutmuş. Hesap bilmedikleri gibi insanlıktan da haberleri yok.”

* * *

Şimdi burada YSK’nın başkan ve üyelerine bir kez daha soruyorum:
Kendisinin yukarıda kısaca alıntı yaptığım sözleri anayasayı açıkça çiğnemesi anlamına gelir mi, gelmez mi?
Şunun şurasında seçime iki haftadan az bir zaman kaldı...
“Tarafsız” olacağı konusunda namus ve şeref yemini eden şahıs her gün miting düzenlerken, bu tarafsızlığa uyulmasını sağlamakla yükümlü olan YSK, onun tam tersine suskun!
Duvardan ses var, YSK’dan yok.
Tayyip arkasına devletin gücünü, parasını, uçaklarını, koruma ordularını almış, her gün veryansın ediyor, YSK seyrediyor.
Eğer YSK bu konuda yetkili değilse, toplumun bu açıdan muhatabı kimdir?
Yakınmaları, hak ihlallerini, anayasanın çiğnenmesini Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü’ne, ya da belediye zabıtalarına bildirip soruna oralarda mı çözüm arayalım?

Şair olduk vesselam!


Sevgili okuyucularım, her gün sizlerden e-posta, faks, mektup yoluyla gelen şiirlerin çokluğunu bilseniz gerçekten şaşırırsınız.
Bazen aramızda konuşurken “Türk Milleti şair oldu” diye takılıyoruz.
Bazı arkadaşlarımız durumu şöyle açıklıyor:
“Nesir yazmak insanlara herhalde zor geliyor. Bu durumda kısa mısralarla şiir yazmak daha kolay oluyor.”
Şiirlerin bir bölümü çok uzun...
Bir bölümünde belli kişilere ağır hakaretler sıralanıyor ve öylelerini yayınlamak mümkün değil.
Bugün size iki şiiri iletmek istiyorum. Tatlı, hoş ve özellikle seçim öncesinde anlamlı şiirler.
Belki YSK üyeleri de okur!
İlki şöyle:
Devletin başı
Hükümetin başı
Partinin başı
Ümmetin başı
Dünya lideri (!)
Ekranda saat başı”

* * *

İkinci güzel şiiri okuyucum Atilla Damar yazmış...
“Köşe yazınızın bir köşesinde adımı da kullanarak yer verirseniz sevinirim” diyor.
Başlığı Matematik!
“Kim demiş gün yirmi dört saat
Hayır!
İnanın en azından
Seksen saat tam
Hiç, yirmi dört saat olsaydı
Bir kısacık gün içinde
Elli saat konuşabilir miydi adam?!”