İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’yla dün yayımlanmaya başlayan söyleşimizin ikinci gününde kreşler, kayyımlar ve sosyal yardımları konuştuk. Cumhurbaşkanı olursa parlamenter sisteme geçeceğini de ifade eden İmamoğlu, “Tek akıl gitsin, bizim tek akıl gelsin’ diye bir mekanizmayı Türkiye'de hiçbir Cumhuriyet Halk Partili, bırakın onu, hiçbir muhalif anlayış, hiçbir demokrat anlayış kabul etmez, edemez” dedi.
-Dava sürecinizi detaylı olarak konuştuk. Ama sadece dava değil, SGK borçları, kreşlerin kapatılması, kayyım atanması gibi birçok sorun var. Hatta sizin ifadenizle, “Cami açıyorsunuz ama imam vermiyorlar…”
Tabii iyi yapılan bir hizmeti, bir başka siyasi akıl, “kıskanmayıp, daha iyisini nasıl yaparım” diye düşünmeli. Ancak öyle enteresan bir duruma düşmüş ki, “Hayır” diyor, nasıl engellerim diye düşünüyor. Tek konusu var, koltuğu! Ülkenin bütün nimetlerinin kendine ait olduğunu düşünüyor. Siyasileştirmiş, partizanlaştırmış, daha ileri gidiyorum kişiselleştirmiş. AK Partili seçmeni tenzih ediyorum, çünkü onlar da aldatıldı. Örneğin ekonomi AK Partili Mehmet Efendi'ye iyi, Cumhuriyet Halk Partili Ayşe Hanım'a kötü mü? Hayır, ikisine de kötü. Dolayısıyla onlar da aldatıldı. Milli Eğitim Bakanı bir yazı yazıyor. Milli Eğitim Bakanı kalkıyor, yazı yazıyor, orada net bir şekilde ‘kreş’ ifadesi kullanıyor. Sonra çark ediyor. Niye yapıyorsun o dönüşü? Çünkü kreşin ne olduğunu, okul öncesi eğitimde çocuk eğitim merkezlerinin çocuklara nasıl büyük katkı sunduğunu, aileye annelere nasıl kolaylık sağladığını gözler önüne serdik. Bak 10 gündür ortadan kayboldu. İşi geri çevirmek için top çevirip durdular. Bu meseleyi o kadar üzülerek izledim ki… 105 kreşimiz var, çok inanıyorum kreş meselesine. Beylikdüzü'nde bunun nimetini yaşadım. Orada çok değil, belki iki kreş açtık ama annelerin beni gördüklerinde nasıl sarıldığını anlatamam. Dünyanın en büyük nimeti yani bir yönetici için. Bunu al kopyala. Ey Milli Eğitim Bakanı. Tüm Türkiye'de al bunu kopyala. Hakkari'de aç, Sinop'ta, Yozgat'ta, Afyon'da, Konya'da aç. Bakın laikliğe karşı olduğunu bu kadar net dile getiren Sayın Bakan’ın hayat biçiminden, herkese eşit bakış ruhundan eksik kaldığını düşünüyorum. Söylemlerinde Atatürk'e, İnönü'ye dil uzatıyor. Yani Cumhuriyet'in ilk 20-25 yılına dil uzatıyor, hem de yalan konuşarak. Ama bir gecede bir kararnameyle rektör yapılan, bunu kendine reva gören bir akıldan her şeyi bekleyebilirsiniz.
İBB’nin 105 kreşi var. Bu kreşlerden 2 binden fazla çocuk yararlanıyor
- Ya kayyımlar?
O kadar ağır bir mesele ki. Partisinin grubu olan, milletvekili olan ve olmayan 11 siyasi partinin genel başkanını ziyaret ettim. İddia ediyorum. Bu siyasi yelpaze bugün Türkiye'nin minimum yüzde 50’si. Kararsızları katmadan söylüyorum bu arada. Kararsızları katarsan daha yüksek. Daha ileri gidiyorum. En son Milliyetçi Hareket Partisi'nden Genel BaşkanYardımcısı Fethi Yıldız, “Kayyımları önlemek için hep beraber kanunda değişiklik yapalım” dedi. Masumiyet karinesine dair bir mesaj verdi. Milliyetçi Hareket Partisi'nin bu sürece makul baktığını düşünüyorum. MHP Genel Başkanı’ndan randevu talep etmiştim. Hala diyorum, bu konuyu görüşmeye hazırım. Şimdi Bu ne demek biliyor musunuz? Siyasi olarak yüzde 80'e yüzde 20. Vicdanlarda yüzde 90'a yüzde 10. Çünkü hiçbir vicdana sığmaz. Bir kişinin teröre bulaştığı bir noktada bunun yargılanması, ceza alması, görevden uzaklaştırılması kadar doğal bir şey. Bunu reddetmiyoruz.
Hiç kimse teröre bulaşan, terörle iltisaklı olan, terör örgütlerine yardım ve yataklık yapan birinin yanında olmaz. Ama burada bir insanın masumiyetini çiğneyeceksiniz, o da olmaz. İçişleri Bakanı kalktı, Ahmet Özer’e ‘terörist’ dedi. O imada bulundu. “Teröristten şehremini olmaz” dedi. Cevabını verdik, o da yok 15-20 gündür. İnsanların akşamdan sabaha evleri basıldı. Çok uzağa gitmeyelim, FETÖ'nün yargıya hakim olduğu dönemde yaşandı bunlar, hem de ne acı yaşandı. Defalarca Ergenekon'da yargılanan insanların davalarına gittim geldim Silivri'ye. O zaman Cumhuriyet Halk Partisi ilçe başkanıydım. Orada koca koca ne bileyim Haberal hocamızı, Mustafa Balbay’ı, İlker Başbuğ Paşa’yı gördükçe utanç duydum. Geldiğimiz noktada Ahmet Özer hapsediliyor ve suçlu ilan ediliyor. Ortada dosya yok. Yargı kararını versin ya da yargıda bu iş somutlaşsın, bunu yap.
Gelelim ikinci konuya. Halk bir belediye başkanı seçiyor, bir de meclis. Sen kalkıyorsun, meclisi yok sayıyorsun. Uygulamalarını da bertaraf ediyorsun. Kime veriyorsun? Aynı gün, daha yargı kararını vermeden Beyoğlu kaymakamı olan birini yine aynı gün vali yardımcısı yaptıktan sonra akşamına kayyım atıyorsun. Bir milyonluk ilçede yarın tek kuruş için bile hesap vermeyecek bir yetkiyle işin başına geliyor. Daha kötüsü kendine belediye başkan yardımcıları alıyor. Kendine müdürler atıyor. Tamamı AK Partili kadrolar. TÜRGEV’de yönetici olmuş bir kadın. AK Parti'nin il yöneticisi olmuş. Sonra da memuriyet almış birisi. Tamamı AK Partili kadrolar… Gidiyorsun bakanlarla boy boy fotoğraf veriyorsun. Bir de kalkıyorsun sanki başarı elde etmiş gibi son 15-20 günlük plan açıklıyorsun. Utanmadan arlanmadan... Bu demokrasiyle dalga geçme. Kanıma dokunuyor, milletin de kanına dokunuyor. Ahmet Özer seçilmeseydi profesörlük yapmaya devam edecekti. Arkasında teşekkür belgeleri asılı duracaktı.
- AKP neden yapıyor bunu?
2019'a gelindiğinde hep şöyle deniyordu. Sosyal yardımı ya da işte fakire, fukaraya yardımı en iyi AK Parti yapar. Bunlar gelince yardımlar kesilir. Faturaları terör örgütleri alacak. Oysa AKP çalıyor ama çalışıyor. Şimdi hangi noktadayız. CHP çalmıyor da, çalışıyor da… Hatta daha da iyi yapıyorlar. Sosyal yardım alan halkımız baktı ki bunlar dalga geçiyormuş.
- Tam bu noktada sosyal yardımları biraz açalım mı?
Sosyal yardımlar pandemi süreciyle başladı. O noktada 4-5 katına çıkarmak zorunda kaldık, durmadı, devam ediyor. Pandemi döneminde toplanan bağışa bile el koydular. Bu kötülüğü bile yaptılar halkımıza. O dönemden sonra ekonomik krizin etkisiyle yoksulluk ve destek talebi gittikçe büyüdü. Bakın öyle bir noktaya geldi ki 2023 yılında bizden sosyal destek isteyen kişi sayısı 871 bin kişi. 2023'ün Ocak-Ekim döneminde ise bu rakam 1 milyon 773 bine geldi.
- Evet, karşılaştırmalı verirseniz sayıları, daha iyi anlarız…
Biz gelmeden önce, yani 2018’de sosyal yardım alanında verilen hizmet sayısı 357 bin 742’ydi İpek Hanım. 2024 sonunda bizim yaptığımız sosyal yardımlar 5 milyonun üzerine çıkıyor. Yani 14 kat arttı. 2024’te 100 bin öğrenciye 15 bin TL’den toplam 1,5 milyar TL nakdi destek söz konusu. Kızlar okusun diye eğitim desteğimiz var. Karşılaştırmalı istediniz ya, bu hizmet 2019’da yok. Biz sadece bu yıl, 9 bin 260 haneye, 3 bin TL olacak şekilde 27 milyon 780 ben TL tutarında kız çocukları okusun diye destek sunduk. Yine 2019’dan önce olmayan emekliye çarşı Pazar desteği… Bu yıl 10 bin 76 emekliye 100 milyon 76 bin TL destek sunduk. Halk Süt desteği, okul beslenme desteği, evlilik desteği, gezici aşevi, gıda hijyen kolisi, hijyen pedi desteği, yenidoğan destek paketi, anne kart... Daha sayabilirim. Milletimiz yoksul. 2023’ten bile yüzde yüz fazla taleple karşı karşıyayız. Binlerce insanın İstanbul Kart’ına nakit para atıyoruz. Muhtarlarımız aracılığıyla bile sosyal yardım dağıtıyoruz.
- İstanbul’un ne kadarı sosyal yardımdan faydalanıyor?
Etki alanı ile yüzde 25’ten aşağı değildir. Otuz iki bin kişiye burs olabilecek bir bütçeyi birkaç kişiye vererek üniversite okuttular, milletvekili yaptılar sonra da… Ne dediler, CHP bizim burs vermemizi engelliyor… Sadece bir yılda 100 bin çocuğumuza üniversite bursu veriyoruz. Askıda faturada beş yüz bine yakın faturası ödenen vatandaşımız var, bu sosyal yardımın bir parçası. Ve bunun gibi niceleri… 2019’dan önce ulaşımda 100 lira maliyetin 70 lirası biletlerden geliyordu. Şu anda biz 100 liralık maliyetin 70 lirasını bütçemizden ödüyoruz. Ulaşımı sübvanse ediyoruz. Senede 32 milyar liraya yakın bir sübvansiyondan bahsediyoruz. 32 milyar ne demek biliyor musunuz? Neredeyse henüz daha iznini imzalamadıkları Sefaköy-Beylikdüzü metro hattı demek. Niye bu böyle oluyor? Milletimiz fakir. Ulaşımı bile ödemekte zorlanıyor.
- Yani AKP’nin yanlış politikalarının sebep olduğu yoksulluğun bedelini ödüyorsunuz…
Aynen öyle ve gerçekten toplumdaki stresi de alıyoruz. Kent Lokantaları ödüllük iş. Kaç milyon kez oralarda yemek yeniyor. Sosyal tesislerimiz sayısı misli misli arttı. Buralar yine bu dönemde vatandaşlarımızın soluk aldığı, nefes aldığı alanlar ve kendini vatandaş hissediyor bizim yaptığımız bu iş ve işlemlerle.
- Bildiğim kadarıyla yardım almıyorsunuz, bu hizmetler için kaynağı nasıl buluyorsunuz?
Bütçe yarattık, yatırımlar için özellikle kaynak getirdik. Orta ve uzun vadeli kaynaklar bulduk Biz kendi itibarımızla Türkiye Cumhuriyeti tarihinde yapılmayan tahvil ihraçları yaptık. Yoksa bizi perişan ettiler. Kamu bankasıyla 1 liralık ticareti yok İBB'nin. Utanç verici. Bir de kalkıyorlar köşe yazarları, “Kamu bankalarının itibarıyla oynamak” gibi laflar ediyorlar.
Kamu bankaların itibarıyla kendileri oynuyor. Kamu bankaları birtakım medya patronlarının imarsız arsasına kredi verip, sonra imarını çıkartıp bakanlık üzerinde oyuncu kuruyorlar. Biz diyoruz ki Türkiye'nin en itibarlı kamu kurumuyuz, 1 liralık ticaretimiz yok kamu bankalarıyla, olacak iş değil. Vatandaşlarımızdan şunu gözünde canlandırmasını istiyorum. Bizden önceki 5 yıl 147 denetim gelmiş, 2019-24 arası ise 1019 denetimle soruşturmaya girmişiz. Yani 147 nere, 1019 nere? Denetlenelim de adaletli olsun bazı şeyler…
Kayyımlardan yardımlara geldik ama bunlar kaybettikleri seçimin öcünü almak için böyle davranıyor. Bu sistemin bütün paydaşlarını, bütün ara yollarını, bütün aradaki kişileri bir kenara koyuyorum. Bu sistemin de sahibi saraydır. Burada da bir saray tacizi vardır. Demokrasiye saray tacizi vardır. Milletimize saray tacizi vardır. Milletimizin seçme ve seçilme hak hürriyetine saray tacizi vardır. Kendisi farkındadır değildir. Ben uyarıyorum. Bunu çözmek zorundadır. Yazıktır, günahtır. Millete yazıktır.
CUMHURBAŞKANI KEŞKE BENİ DİNLESE
- Şu anda benim oturduğum yerde Sayın Cumhurbaşkanı otursaydı ona ne derdiniz?
Bütün bunları söylerdim. Size şu anlattıklarımı kılçıksız anlatırdım. Hatta size anlatmadıklarım var, en az bunun iki katı onları da anlatırdım. Çünkü iki devlet görevlisi konuşuyor olurdu. Keşke beni dinlese. Hem kendi hayrına, hem milletin hayrına, hem bu devletin geleceğinin hayrına. Dinledikten sonra ne yapar, onu bilemem ama keşke beni dinlese.
SAĞLIKLI VE GÜÇLÜ BİR PARLAMENTO
- Doğrudan sorayım: CHP’de Ekremciler var, Mansurcular var, Kemalciler var mı?
Gönül bağı kuran insanlar vardır partinin bireyleriyle ilgili. Ama yakın dostlarıma sorabilirler, konuşmalarıma bakabilirler. Ben partimde her zaman kurumsallığa inanmış birisiyim. Kişisel bir network alanı hiç kurmadım. Hep dedim ki; kurumumuz büyükse, onu daha da büyütürsek, onu hak ettiği yere kavuşturabilirsek hepimiz büyürüz. Dolayısıyla Ekremciler meselesini ya da böyle bir kavramı hiçbir zaman kabul etmedim, tam aksine reddettim. Şu anda zaten normal bir dönemin bize gösterdiği bir görev tarifi de yok, Türkiye'nin geldiği durum var.
Ekonomik koşullar altında milletin ezildiği, yerle bir olduğu bir dönem… Ülkenin, Uluslararası alanda itibarını yerle bir ettiği bir dönemle karşı karşıyayız. Türkiye'de çocuklar, gençler, neredeyse 3-4 yaşındaki bebekler dahi “Bizi kurtarın” diyecek. Böylesi bir dönemde ben meseleyi Türkiye'nin geleceğini kurtarma meselesi olarak görüyorum, şahsi konumlanmalara da şiddetle karşıyım.
Bu iktidarı ve bu sistem aklını yeneceğiz, değiştireceğiz. Bu ülkenin laik sistemini adaletle, hukukla, hukukun üstünlüğüyle Türkiye'yi dünyanın en itibarlı, evrensel değerleri en üst seviyeye taşıyacağız. Parlamentoyu güçlendirmenin ve parlamentoyu gerçek anlamda halkın temsilcisi ve yetkilisi haline getirmenin aşamalarını tek tek başarmayı görev olarak görüyorum.
- Bugün Cumhurbaşkanlığı seçimi olsa ve Cumhurbaşkanı seçilseniz ilk yapacağınız şeylerden biri parlamenter sistem için çalışmak mı olacak yani?
Sadece Ekrem İmamoğlu meselesi değil. Cumhuriyet Halk Partisi'nde kim siyaset yapıyorsa yegâne hedefi bugünün tek aklın, otoriter aklın, herkesin her konusuna müdahale eden aklın, herkesin kafasını ona kaldırıp, ne diyecek ve biz ne yapacağız diye baktığı bir mekanizmanın yok edilmesi mücadelesini vereceğiz. Bunun da yöntemi belli. Sağlıklı ve güçlü bir parlamentonun varlığı, güçler ayrılığının tekrar inşası olursa Türkiye doğru, dürüst ve güçlü bir geleceğe doğru adım atabilir. Yoksa ‘o tek akıl gitsin, bizim tek akıl gelsin’ diye bir mekanizmayı Türkiye'de hiçbir Cumhuriyet Halk Partili, bırakın onu, hiçbir muhalif anlayış, hiçbir demokrat anlayış kabul etmez, edemez.
KİM SÖYLESE BAŞINA GELMEDİK KALMAZDI
- Sayın Bahçeli’nin yaptığı açılımı, kürsüden söylediği sözleri siz söyleseydiniz başınıza ne gelirdi? Bunu düşünmüşsünüzdür…
Türkiye için ağır travmaların olduğu, Türkiye için çok kötü anıların hatırlandığı bir sürecin böyle bir kişisel dille ifade edilme biçimi benim tarzım değil ama milletin lehine tutum ve tavır alınacak bir hususu konuşabilirim. Başka türlü konuşmam. Sonuçta Sayın Bahçeli bir söz söylüyor ama ben Sayın Bahçeli'nin ne söylediğine bakmıyorum. Ben Sayın Cumhurbaşkanı'nın bu sözü nasıl karşıladığına bakıyorum. Vallahi süreci karşılamıyor, bir şey diyor ama millet anlamıyor. Şimdi bir kere Sayın Erdoğan, bu ağır meselede, İmralı dendiği anda bile bütün Türkiye'nin ağır travmalarının hissedildiği bir olayda tek bir söz dahi etmemesi, kayyımla ilgili tutum ve tavrı sürdürmesi çok üzücü. Böylesi önemli bir meselenin konuşulma biçimi bu olamaz. Bu konuda irade kendisinin elinde ve icra makamı. Başkalarının üzerinden top çevirmenin hiçbir anlamı yok. Dolayısıyla millet bence Sayın Erdoğan'ın ne diyeceğini, ne düşündüğünü ve ne yapacağını merak ediyor ve bekliyor, biz de bekliyoruz. Sorunuza gelecek olursam, Bahçeli’nin sözlerini bırakın Ekrem İmamoğlu'nu, kim söylerse söylesin başına gelmedik iş kalmazdı.