Boğaziçi Üniversitesi akademisyenleri Prof. Lale Akarun (Bilgisayar Mühendisliği), Prof. Mine Eder (Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler) ve Prof. Ünal Zenginobuz’u (Ekonomi Bölüm Başkanı) önceki gün Türkiye Barolar Birliği binasında bir masanın başında gazetecilere dertlerini anlatıyorlardı. Kendilerine Doç. Dr. Ahmet Ersoy (Tarih Bölümü), Doç. Dr. Özgün Konca (Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü), Bülent Üner (Mezun temsilcisi) ve Avukat Fırat Kuyurtar eşlik ediyordu.

Bir süre önce kampanyası sırasında sıkça “Hukuksuzluğa karşı çıkan bir TBB göreceksiniz” diyen Türkiye Barolar Birliği’nin çiçeği burnunda başkanı Erinç Sağkan’la görüşüp, son 14 ayda başlarına gelen hukuksuzluklara karşı mücadelelerine destek istemişlerdi.

Üniversite özerkliğine aykırı idare işlemlerine karşı 12 dava açmışlar.

İdarenin görevden alma, sözleşme feshi, Bireysel davaların sayısı 30’u bulmuş.

★★★

İnsanın aklına hayaline gelmeyecek hak ihlallerini anlatan akademisyenleri dinlerken, yaklaşık 35 yıl önce ÖYS’ye girmeden önce, üniversite tercihi yaptığımız günleri anımsadım.

“Kazanamayız” düşüncesiyle tercih listesine tek bir Boğaziçi Üniversitesi yazmamıştım.

O yıllarda nasılsa, 14 ay öncesine kadar da öyle muhteşem bir üniversiteydi Boğaziçi (bunu ODTÜ’nün laboratuvarlarında dirsek çürütmüş biri olarak söylüyorum). Üniversiteye giriş sınavlarında yüzde 1’e girmeniz dahi Boğaziçi’nin bazı bölümlerine girmeye yetmiyor(du).

Düşünsenize bilgisayar mühendisliği ya da ekonomi ya da siyaset bölümlerine gireceksin, bitireceksin, asistanlıktan başlayıp profesörlüğe kadar yükseleceksin, bölüm başkanı olacaksın, üniversite yönetim kuruluna gireceksin...

Zor dostum zor!

Haliyle, karşımdakilerin (Anadolu’daki tabiriyle) “deve dişi gibi” insanlar olduğunu, çözemeyecekleri matematik, fizik, iktisat sorusu ya da sorunu olmadığını düşündüm.

O halde Boğaziçi’nde öğretim üyesi olmuş insanların ne derdi olabilir ki?

★★★

Gelin görün ki ben kendi kendime bu soruları sorarken Lale Hoca, “Boğaziçi’ni bizler inşa ettik. Ancak üniversitemizin yarım asrı bulan demokratik yönetişim sistemi darbeye uğradı” diyordu.

Prof. Ünal Zenginobuz ise Boğaziçi’nin kurumsal özerkliğinden rahatsız olanların üç günde kurulan fakültelerle, enstitülerle üniversite yönetiminin (Yönetim Kurulu ve Senato) tamamını ele geçirmeye çalıştıklarını anlatıyordu.

Biraz araştırdım. Melih Bulu’nun bir gece ansızın Rektör olmasından sonra Boğaziçi’nde çok şey
yaşanmış?

Üç dekan görevden alınmış. Bazı hocaların sözleşmeleri iptal edilmiş.

Üniversiteye dışarıdan öğretim görevlileri getirilmiş.

Öğretim üyelerinin ders programlarına dahi karışılmaya başlanmış.

Her tarafına kameralar yerleştirilen güzelim kampüs adeta “biri bizi gözetliyor evi” gibi olmuş.

Bu uygulamalara karşı çıkan öğrenciler ve akademisyenler, ipe sapa gelmez suçlamalarla suçlu gibi gösterilmeye çalışılmış, haklarında onlarca dava açılmış.

Bunlar yetmiyormuş gibi, bazı bölümlerin taşınması gündemde. Konumu itibariyle Türkiye’nin en kıymetli üniversite kampüsünün koruma alanı statüsü değiştirilmiş ve arsa rantçılarının hedefi haline getirilmiş.

En enteresanı da Üniversitenin rektörü tek başına 10 kişilik Üniversite Yönetim Kurulu’nda çoğunluğu sağlamış.

★★★

Boğaziçi Üniversitesi’nde mükemmel olmasa da işler yolunda gidiyordu. 51 yıldır, Türkiye’nin en saygın üniversitesi olmayı başaran Boğaziçi, haliyle Anadolu’daki en başarılı öğrencileri alıyor, çok başarılı sonuçlar elde ediyordu.

Peki Ne oldu da o güzelim Boğaziçi’nin yönetimini, eğitimini ve işleyişini değiştirmeye karar verdiler?

Ne kadar düşünürseniz düşünün, bu soruya tatmin edici bir yanıt bulamazsınız.

Çünkü her değişim “iyileştirme” amacıyla yapılır ama Boğaziçi’nde başlattıkları değişim üniversiteyi geriye götürüyor.

Bir soru daha sorayım:

AK Parti döneminde onlarca vakıf ve devlet üniversitesi kuruldu. O üniversiteler arasında Boğaziçi’ne, ODTÜ’ye, İstanbul Teknik Üniversitesi’ne Hacettepe’ye, Yıldız Teknik Üniversitesi’ne, Ankara Üniversitesi’ne, Gazi’ye, Ege’ye, Dokuz Eylül’e, Uludağ Üniversitesi’ne Anadolu Üniversitesi’ne, Akdeniz Üniversitesi’ne, Atatürk Üniversitesi’ne, Dicle Üniversitesi’ne ve adını sayamadığım geçmişte kurulmuş köklü üniversitelere yaklaşabilen var mı?

Maalesef hayır!

Yeniler eskiler gibi olamadığı gibi, bazı eski köklü üniversiteler bölünerek, parçalanarak, yönetimleri değiştirilerek eskisinden daha kötü hale getiriliyor.

★★★

İşin özeti şu: AK Parti iktidarı, hayatın birçok alanında olduğu gibi, yüksek öğrenimde de vasatın tahakkümünü kuruyor. İyiyi, başarılı ve farklı olanı, vasatlar arasından sıyrılıp boy göstereni hor görüyor, ortadan kaldırıyor. Okumayan, sanatla/bilimle uğraşmayan, eleştirmeyen, hukuksuzlukları/antidemokratik uygulamaları göremeyen, hayalleri olmayan/kendisine sunulan hayatı yaşamanın ötesine gidemeyen bir toplum arzuluyor.

Boğaziçi’nin başına gelenler de bunun sonucu olsa gerek. Hep yazarım, bir kez daha hatırlatayım: Tamir etmesini bilmiyorsanız bozmayın!