Sevgili okurlarım, memlekette olanı biteni bütün gücümüzle izlemeye çalışsak da aklımız almıyor.

Bu iktidar ne güzel düşünmüştü!..

Astığı astık kestiği kestik olacaktı!

Bunu sağlamanın birinci koşulu ise yargıyı ele geçirmekti.

Ele geçirmek derken yargının en üst düzeyleri dahil bütün kademelerini kastediyorum...

Ve bunu (ne yazık ki) büyük ölçüde başardılar.

★★★

Günümüzde olanları gördükçe aklıma geçmişten bir olay geliyor.

1930’lu yıllardayız.

Dönem Atatürk dönemi...

Ali Saip Ursavaş isimli bir milletvekili var. Sözü geçen bir adam.

Birinci Dünya Savaşına katılmış, Milli Mücadele döneminde Urfa’da Jandarma Tabur Komutanı olarak Fransız işgalcilere karşı savaşmış, Konya İstiklal Mahkemesinde  başkan olarak görev yapmış, vatan hainlerini ve isyancıları yargılamış...

Milli Mücadele dönemindeki başarıları nedeniyle kendisine İstiklal Madalyası verilen bir kahraman.

Binbaşı rütbesiyle emekli oluyor.

★★★

Soyadı Atatürk tarafından verilen Ursavaş 1922 yılında ikinci Meclis’te ve sonraki dönemlerin çoğunda Urfa milletvekili.

Kavgacı ve silahşor bir adam.

Günün birinde tutuklanıyor.

Tanıyan ve tanımayan herkes olanları hayretle izlemeye başlıyor.

İddia çok ağır.

Atatürk’e suikast.

Dokunulmazlığı kaldırılıyor...

Yargılama Ankara’da Ağır Ceza Mahkemesinde yapılıyor.

Herkes bu milletvekiline çok ağır bir ceza verileceğini tahmin ediyor.

O dönemde geçerli olan yasalarımız uyarınca belki de idam...

★★★

Nitekim savcı da mahkemeye suikast iddiasına ilişkin olaylar ve tanıklar sunuyor ve idamını istiyor.

Dava devam ederken Türkiye adeta birbirine girmiş durumda...

Bir yanda tutuklu sanık Ali Saip’i şiddetle eleştirenler, öbür yanda ise onu savunup suçsuz olduğunu söyleyenler...

Savunanların başında Ali Saip Ursavaş’ın avukatı Hamit Şevket İnce geliyor.

Hamit Şevket İnce o dönemin en ünlü ve savunmaları ses getiren avukatı.

Duruşmalarda bir sürü trajik sahneler oluyor. 

★★★

Suikast davası o dönemde basında büyük ses getiriyor.

Bir yanda savcılık iddianamesi, öbür yanda savunmalar...

Ve günün birinde duruşmaların son aşamasına geliniyor.

Sonuçta karar açıklanıyor:

Beraat.

★★★

Sevgili okurlarım, Türkiye’de o yıllarda ses getiren bu suikast davası bize bir şey gösteriyor.

Demek ki böyle bir kararı verebilen Türk yargısı Atatürk döneminde hem bağımsız, hem de tarafsızmış.

Kararını en yüksek makamdan emir ve talimat almadan vermesi mümkün olabiliyormuş.

Şimdi bir düşünün...

Ve günümüzde birinin, bir manyağın (Allah korusun) Recep Tayyip’e suikast iddiasıyla tutuklanıp yargılandığını ve belgelerin düzmece çıktığını hayal edin.

O şahsın beraat ettirilmesi söz konusu olabilir mi?

Bu gibi sorulara olumlu yanıt vermek pek mümkün değildir.

★★★

Günümüzde yargının, hukuk ve adaletin ne hallere düşürüldüğünü hayretle ve ibretle izliyoruz.

İktidar istediği kadar bağırıp çağırsın “Yargımız bağımsızdır” diye...

Hayır efendim yargımız ne yazık ki bağımsız falan değildir.

En uçtan bir örnek verdim, ya diğer konularda nasılız!

Üç MHP milletvekili altın kaçakçılığı yaptıkları gerekçesiyle partilerinden ihraç edildi...

Aradan haftalar geçtiği halde savcılar bu şahıslar hakkında soruşturma başlatmadılar, fezleke hazırlamadılar.

★★★

CHP’li belediyelerin üzerine gidip yerlerine kayyum ataması yaparlar, iş AKP’li belediyelere gelince suspus olup otururlar.

Memlekette hangi siyasetçi, hangi gazeteci ve hangi belediye başkanı iktidar karşıtı ise kaderi bellidir.

Gözaltına alınıp tutuklanmak, ya da ifadeye çağrılmak. Dünkü Ekrem İmamoğlu olayı bunun somut örneklerinden biridir.

★★★

İki gün önceki bir olaya da burada değinmek gerekir. Yeni atanan hakim ve savcıların kura çekme töreninde kürsüde bulunun AKP milletvekili Özlem Zengin, yanındaki Recep Tayyip’e bir ricada bulundu:

‘Benim yeğenim de burada törende. Onunla tanışın lütfen!”

Genç hakim oturduğu yerden ayağa kalktı, Recep Tayyip’le el sallaştılar!

Maşallah, yargıda böylesi bugüne kadar görülmemişti.