Ben Affleck’in Türkiye’yi öven konuşmaları reklamın kapısını mı açtı?Türk Hava Yolları yıllar içinde çok başarılı bir büyüme hamlesi gerçekleştirerek İstanbul’u Batı dünyasından Doğu’ya bağlayan bir uçuş noktası haline getirdi. Fiyat politikası ve sık bağlantı seçeneğiyle pek çok kişi gideceği yere THY’yle İstanbul’dan bağlantıyla uçmayı tercih etti. Bunda iyi ikramın da rolü büyük.
Ta ki bu kışa kadar... Dünyadaki gelişmeler THY’yi de ister istemez etkiledi.
Bu sene sadece New York’tan yedi-sekiz tane uçak iptal etmek zorunda kaldı THY. Yolcu azlığından dolayı aynı gündeki uçuşlar birleştirildi. Çünkü transfer yolcuların sayısı azalmaya başladı.
Düşünün, New York’tan Pakistan’a uçacak bir yolcu bile İstanbul’dan bağlantı yapmamayı tercih ediyor artık. Gerekçe terör olayları, İstanbul’un yabancıların gözünde tehlikeli bir şehre dönüşmüş olması... Her an her şey olabilir diye İstanbul’a uçmak istemeyen yolcular var...
Kuşkusuz geçici bir dönem bu, bir süre sonra normale dönecektir.
Ama talihsiz olan THY’nin tam da bu dönemde bangır bangır “Gotham’a uçuyoruz” diye reklam kampanyasına başlaması.
THY Batman vs. Superman için epey büyük bir promosyon bütçesi ayırmış belli ki.Gotham City, bilindiği gibi Batman’in şehri ama bir anlamda da New York’un lakabı. Frank Miller, Superman’in şehri Metropolis’i New York’un gündüzü, Gotham’ı ise gecesi olarak yorumluyor.
Genellikle Gotham çizgi romanlarda Manhattan’ın 14. Sokak ve aşağısı olarak anlaşılıyor.
Ama öyle ya da böyle kurgu bir şehir Gotham. Batman’in yaratıcıları da şehre New York demeyerek herkesin hayal gücünde şehri yaşatmak istediklerini düşünmüşler.
Türk Hava Yolları yeni reklam kampanyasında ‘kurgu’ bir şehre uçuyor... Bu işin bir boyutu.
İşin talihsiz boyutu ise Gotham’ın kolektif hafızada bir suç şehri, her türlü sapkınlığın hayat bulduğu karanlık bir yer olarak kalması. Çiğ balıkları çiğnemeden yutan Penguen de, arabaların arkasından koşan köpekler misali nedensiz kötülük yapan Joker da bu şehrin ürettiği suçlulardan biri.
Hatta Batman kostümünün arkasındaki Bruce Wayne’in anne ve babası bir akşam tiyatro çıkışında sokakta vurularak öldürülüyor; Bruce daha çocukken bu cinayeti görüp travma geçiriyor, bu sayede Batman’e dönüşüyor.
Batman tüm ömrünü adamasına rağmen bir türlü Gotham’ı eski güzel günlerine döndüremiyor. Filmlerden de hatırlıyoruz, Gotham hep yozlaşmanın zirveye çıktığı, polisin suçlular tarafından yönetildiği, sokaklarında mafyanın cirit attığı bir yer olarak biliniyor.
Kısacası pek de gönül rahatlığıyla uçamayacağımız bir şehir...
Gerçek dünyada İstanbul’a bile uçmakta tereddüt eden yolculara THY’nin bir de kurgusal Gotham’ı yeni uçuş noktası olarak sunması kötü bir tesadüf değil mi?
THY, uçaklardaki menülerde bile Gotham’ın suçlu geçmişini vurguluyor ama o günlerin geride kaldığını söylüyor. Geride kaldıysa Bruce Wayne neden o yarasa kostümünü hâlâ giysin?
Öte yandan, çizgi roman ve fantezi dünya fanatikleri için THY’yi bu filmde görmek de büyük bir sürpriz kuşkusuz. THY reklamlarını bırakın, filmin fragmanında bile Wonder Woman’ın business class’taki koltuğuna yerleştiği, THY uçağının kuyruğu ve logosu görülüyor.
Demek ki epey para dökülmüş, ciddi bir promosyon bütçesi ayrılmış bu işe...
İster istemez THY yönetiminin bu filmi seçmekteki gerekçesinin Batman’i oynayan Ben Affleck’le mi ilgili olduğunu merak ettim. İran’daki rehine krizini anlattığı “Argo” filmini Türkiye’de çeken Affleck, ya da Amerikan magazin dilinde kullanıldığı adıyla Baffleck, verdiği söyleşilerde İslam’ın terörle özdeşleştirilmemesi gerektiğini, Türkiye’nin bir model ülke olduğunu, Türkiye’de tanıdığı insanları çok sevdiğini söylemişti.
Kısacası Baffleck THY’den önce de Türkiye’nin tanıtımını gönüllü yapıyordu.
Baffleck’in şahsi duruşunun THY yönetimini ne kadar etkilediğini merak ettim ancak ulaştığım yeni basın müşaviri Yahya Üstün “Anlaşmanın çok ağır şartları var, o yüzden detay veremem” diye sorularımı yanıtsız bıraktı.
Filmin önümüzdeki hafta New York’ta galası yapılacak; bakalım gerçek hayattaki terör algısını kurgu kahramanlar altüst etmeye yetecek mi...
Borsa neden başarılı?
Klasik olmak emek ister
Sadece üç günlüğüne İstanbul’a gelip bir de Amerikalı konuklarıma Türk Mutfağı’nı tattırma misyonuna kalkışınca yapmaya çalıştığım programın içinden çıkamaz hale geldim.
Tandır Borsa’nın en başarılı yemeklerinden biri.Şehrin lojistiği günde birden fazla şey yapılmasını imkansız kılıyor. Trafik başlı başına yetiyor.
Dolayısıyla stratejik bir planlama yapmak zorundaydım, özellikle de yeme-içme konusunda.
Daha gelmeden gözüm kapalı uğranacak yerler listesine koyacağım ilk lokanta Borsa oldu. Aslında Borsa yurtdışındayken hep en çok özlediğim yer oluyor ve İstanbul ziyaretlerimde de mutlaka uğruyorum. Her seferinde büyülemeyi başarıyor.
Yabancı konuklarım için de kısa sürede İstanbul’da kalmalarına rağmen mutlaka uğranacak yerler listesine Borsa’yı koydum. Borsa’nın suböreğinden tutun lahmacununa, zeytinyağlılarına, etlerine kadar titizlikle hazırlanan ürünlerinden etkileneceklerini biliyorum.
Sonra kendi kendime düşündüm: Neden ısrarla ve hep Borsa diyorum...
İstanbul geçmişe kıyasla yeme-içme konusunda epey seçenek sunuyor. Ama bunların bir kısmı istikrarı tutturamıyor, bir süre sonra lezzetlerini kaybediyorlar. Ya da zamana yeniliyorlar. Borsa ise bir klasik olarak dimdik ayakta kalıyor.
Önemli olan şu: Neden bir tek Borsa aklıma geliyor, neden bir başka lokanta ilk anda aklıma gelmiyor? Üç günlük kısa bir seyahatte bile ‘ilk olarak gidilecek yerler’ listesine gözü kapalı giriveriyor. Markalaşma ve klasik olma konusunda eksiklerini gidermek için başka lokantaların da üzerinde düşünmesi gereken konular bunlar... İstanbul gibi dinamiklerin sık sık değiştiği bir şehirde kolay değil klasik olmak.
Şehirler nasıl “cool” olur
Bob Dylan etkisi
Geçen hafta sonu New York Times’ın pazar günkü sanat ekinde Bob Dylan mitolojisinin fanatiklerini heyecanlandıracak çok uzun bir haber vardı. Şarkı yazarlığında Amerika’nın en büyük ozanlarından kabul edilen Dylan’ın arşivi Oklahoma Eyaleti’nin Tulsa şehrinde sergilenecek.
Dylan’ın 60 bin parçadan oluşan arşivi Tulsa’da sürekli gösterimde.Tam 60 bin parçadan oluşan ve daha önce gün yüzüne hiç çıkmamış bu arşivde Dylan’ın el yazıları, yazışmaları, mektupları, filmleri, videoları var.
Bob Dylan üretim sürecinde gizliliğiyle biliniyordu, dolayısıyla bu arşivin sanatçının her satırından yıllardır binlerce efsane üreten hayranlarına yol göstermesi, ışık tutması bekleniyor. Kuşkusuz çok heyecan verici bir arşiv olacak...
Mesela arşivde Dylan’ın Barbra Streisand’le yazışması, birlikte şarkı söyleme projeleri var.
Dylan’ın sürekli olarak sergilenecek arşivi için Tulsa’nın seçilmesinin sanatçının kendi kişisel yolculuğu açısından anlamı büyük.
Tulsa, Dylan’ın hayran olduğu ve peşinden gittiği Woody Guthrie’nin memleketi... Ama aynı zamanda da küçük bir Amerikan şehri.
Dylan’ın arşivinin Tulsa’ya “Bilbao etkisi” yapması bekleniyor.
Frank Gehry’nin tasarladığı Guggenheim Bilbao Müzesi İspanya’nın kuzeyindeki bu küçük Bask şehrinin bütün çehresini değiştirmiş, tek bir müze şehri kalkındırmaya, dönüştürmeye yetmişti. Normal şartlarda Bilbao’ya gitmeyecek pek çok kişi de seyahat haritalarına bu şehri eklemiş, şehrin ekonomisi de bundan nasibini almıştı.
Şimdi benzer bir potansiyel gelecek Tulsa için söz konusu. Bazen küçük şehirlere çok ufak bir katkı buraların algısının değişmesine yol açabiliyor. Normal şartlarda cool’lukla hiç ilgisi olmamasına rağmen Tulsa bir anda dünyanın cool şehirleri listesine girebilir. Bir tür şehircilik dersi olarak da anlaşılmalı...
Epeydir Ertuğrul Özkök ve Kanat Atkaya’yla seyahate çıkmıyorduk; buradan ilk durak Tulsa diye teklif ediyorum...