45. sanat yılınızı 'Hatırla' sergisiyle taçlandırdınız. 45 yılın muhasebesini yapmanızı istesek, neler anlatırsınız? Zaman çabuk geçiyor ve içine sığdırabildiklerinizle anlam kazanıyor.. Yılları tek tek hatırladığınızda, kendi tarihinizle birlikte bir ülkenin tarihini de yaşıyorsunuz. Çünkü ürettikleriniz bu alandan besleniyor. Yakın tarihimizin çalkantılı akışı, sanatı hem tahrik ediyor, hem de zorlaştırıyor. Sanatınızla çevrenize ve dünyaya farklı bir bakış açısı önermek, bu farklılığınızı yıllar içinde derinleştirmek tekdüze toplumlarda çok zor oluyor. Karşı tezler, kısaca muhalefet önce yadırganıyor sonra da cezalandırılıyor. Oysa sanatta muhalefet olmazsa olmaz bir şeydir. Yani söylediğim gibi 45 yıl, yalnız kendi sanatınızla değil, o sanatın muhalif sesini kabul ettirebilme savaşıyla da geçti. Kendim olmak, duruşum ve direnebilme konusunda iyi bir sınav verdiğimi söyleyebilirim. 60'ın üzerinde kişisel sergi, yüzlerce toplu sergi, 12 sanat kitabı, ödüller, davetler ve diğerleri bu 45 yılın tanıkları. Sanat yoluna çıktığınızda belirlediğiniz hedeflerle bugünkü gerçekleştirdikleriniz arasındaki makas farkı ne kadar? Gerçek ve tek hedefim mutlu olabilmekti. Sanat bunu vadeden ancak gerçekleştirmenize de izin vermeyen bir uğraş. Tatmin olmakla mutlu olmak arasında farklılıklar var. İyi, dürüst, ödünsüz bir sanatçı olmak istedim. Başkalarının yolumu, yönümü değiştirmelerine izin vermedim. Sanatın erdemine, sorumluluğuna bağlı kaldım... Bunların varsa bedelini de ödedim. Başarı, başkalarının sizi değerlendirmesiyle kazanılan bir şey değil, sizin kendinizle, vicdanınızla yaptığınız bir yüzleşmenin sonucunda vardığınız bir noktadır. Hedeflerimin hepsini olmasa da büyük bir yüzdesini gerçekleştirdim. Ancak sinema ve edebiyata olan tutkuma yeterince zaman ayıramadım. Bundan sonra o alandaki hazırlıklarıma öncelik vereceğim. balkan-naci-islimyeli Hatırla'da sanatsal serüveninizin ikinci yarısında ürettiğiniz eserler yer alıyor. İki döneme ayırmak ne kadar doğru olur bilmiyorum ama, böyle bir ayrımı düşünürsek farklılıkları nasıl tanımlarsınız? Bence dünyayı, insanı ve sanatı kavrayış açısından dramatik farklılıklar yok. Ancak araştırıcı, deneyci kimliğimin getirdiği açılımlardan söz edilebilir; teknolojinin sunduğu katkılardan da tabi. Dünyanın çözümsüz görünen veya derinleşen sorunlarına farklı açılardan, farklı malzemelerle bakmak, kendimdeki ve dünyadaki dönüşümleri yakından izlemek doğal farklılıklar getiriyor kuşkusuz. 'SANAT SANATTAN BESLENİR' Serginizi şiirler ve metinlerle de zenginleştiriyorsunuz. Görsel ve yazılı olarak bir bütün halinde üretim söz konusu. Nasıl besleniyor bunlar sizde karşılıklı olarak? Sanat, sanattan beslenir; daha doğru bir deyişle sanatsal kavrayış bir bütündür. Yaratıcı ürünlerin tümünde öteki sanatların büyük payı vardır. Bu nedenle de sanatı ancak bir başka sanatçı derinlemesine kavrayabilir. Yapıtı her yorumlayanda yaratıcı bir güç mutlaka olmalıdır. Sanatın her şeyin tüketildiği çağımızda hala ayakta kalabilmesinin nedeni her insanda değişik nedenlerle baskılanmış, açığa çıkamamış bir yaratıcılığın varlığıdır. Herkes gerçekleştiremediği, dışlaştıramadığı duyguları sanatın ekranında yaşar ve paylaşır... Ben yalnız kendi alanıma değil tüm yaratıcı ürünlere, sanatlara ilgi duyarım. Hatta bunları doğal malzemelerim sayarım. Şiir, edebiyat bu ilgi alanlarımın en başında geliyor. Yazı, kaligrafik yönüyle zaten resimden türeyen olağanüstü zengin bir alan. İkisini buluşturmak kavramsal sanata yatkınlığım nedeniyle bana anlamlı geliyor. Sinema ve drama için de aynı şeyleri söyleyebilirim. Projelerimdeki aşamalar bütün sanatların katkılarıyla gerçekleşiyor diyebilirim ama şiir bunların en başında yer alıyor. deli-gomlegi-straight-jacket-w100x120cm-kanvas-uzerine-karisik-teknik-mix-medium-on-canvas 'SANAT ACIDAN BESLENİR' Serginin isminden hareketle biz bugün neleri unuttuk? Ve neleri hatırlamamız gerekiyor? Her şeyi hatırlamak mümkün değil. Ama tarihimizden yalnızca konformizmizi tatmin edecek parçaları hatırlamak da adil bir seçim değil. Hele sanatçı için bu çok zor. Çünkü sanat çoklukla acıdan beslenir. Kendimizin ve insanlığın acılarından.. Unutturmak, unutmak ihtiyacıyla birleştiğinde belleksiz, duyarsız ve sorumsuz bir insan prototipi yaratıyor. Tüketim çarkı, satılacak yeni ürünlere pazarlarında yer açmak için toplumsal bellek kaybını tetikliyor. Ürpertici bir gidiş bu. Toplumla temasını kaybetmiş insanlar nasıl sanat üretebilir ve nasıl bir gelecekte yaşayacaklar? Bu ciddi bir sorun. Sanat, zamanın, yaşanan ayıpların, sorgulamaların yansıtılma alanı... Bu da sanatın insanlık için bir umut olabilme şansını, piyasa sarmalı içinde ağır ağır kaybetmesine neden oluyor. Derya Köroğlu, geçtiğimiz günlerde verdiği bir röportajda çağa tanıklık edecek sözler üretilmediğini söyledi. Sizin alanınızdan bu durum nasıl gözlemleniyor? Sanatın ölümü kadar onu eğlence sektörünün parlak bir yıldızı haline getirerek dönüştürmekten söz edebiliriz. Bu da içinin giderek boşaltılması demek. Yorgun ve kitle eğitiminin kaba ölçütleriyle biçimlenmiş insanlar, giderek rahatlarına daha düşkün oluyorlar. Bilmedikleri, görmedikleri her şey onlar için zaten var olmuyor. Görece zenginleşmenin, onlara kredi kartlarıyla sundukları bir yığın oyuncaklar var. Bu oyuncaklarla vaktin nasıl geçtiğini anlamıyorlar bile. Sanat tümden yok edilmese de bu oyuncaklardan birine dönüştürülüyor. Sanatın ruhu öldü, beyin ölümü ise gerçekleşmek üzere. Aynı zamanda bir öğretim görevlisisiniz. Akademik çalışmalarınızla sanatsal üretim nasıl ilerliyor? Temel mottonuz nedir eğitim sürecinde? Sanat eğitimi doğumla birlikte başlamalı. Biz ulus olarak, yeni nesillerin en alıcı ve en değerli yıllarını onları sanattan uzak tutarak yaşatıyoruz. Eğitimi salt bir meslek edinme süreci olarak görüyoruz ve bu nedenle sanatı da yalnız ilgilisinin uğraştığı özel, hatta sakıncalı bir alan sayıyoruz. Oysa sanat, işi ne olursa olsun, özgür, özgün ve yaratıcı bireyleri yetiştiren en büyük okul. Aynı zamanda demokrat ve sorgulayıcı kuşakların eğitimine en büyük katkı. Bu bilince erişmeden büyüyen kuşaklar, çok gecikmiş olarak sanat eğitimine başlıyor, yani bizim yanımıza geliyorlar. Bu nedenle yaptığımız eğitimin bir bölümü hasar tespiti ve restorasyonla geçiyor. Bu gelişmiş bir insanı yeniden şekillendirmek gibi bir şey. İki taraf için de büyük zorlukları var. Benim mottom şu “sanata kendi içinizden başlayın.” Gerçek malzeme insanın kapalı alanları, dehlizleri, labirentleridir. Ellerinden tutarak onları bu alanda dolaştırırken diğere yandan da hayata açmaya, onlara ait şeyleri oradan bulup çıkartmalarını öğretmeye çalışıyorum. balkan-naci-islimyeli-2 'BURASI DÜNYA KÜLTÜRÜNÜN ANA RAHMİ' Enis Batur sizin için, "Balkan Naci, Türk sanatçısının önünde yarım yüzyıldır kader gibi dikilmiş karabasanın, doğu-batı ikileminin doğurduğu düğümü çözmüş ender sanatçılarımızdan biridir" diyor. Bu düğümü çözdüğünüze katılıyor musunuz? Nasıl aştınız bu ikilemi? Biz coğrafya olarak tam da bu ikilemin çözüldüğü noktada yaşıyoruz. Yalnızca bunun bilincinde olmak ve bu rüzgarlara açık olan bu alanda yere sağlam basmak yeterli. Geçit bölgeleri, köprüler, olanakları da tehlikeleri büyük olan alanlardır. Stratejik anlamıyla her kültürün elde etmek ve elde tutmak, istediği kavşaklar. Büyük medeniyetlerin bu alanda direnmeleri ve en görkemli çağlarını burada yaşamları bir rastlantı değil. Burası doğuya göre batı, batıya göre doğu olan ama her ikisini de buluşturan bir alan. Yani bizim sandığımız gibi lokal değil, evrensel bir merkez. Dünya kültürünün ana rahmi. Ama iktidarların siyasi tercihleriyle bir doğuya bir batıya savrulmuş olmamız merkezde durmamızı zorlaştırıyor. Dünya trafiğinin canlı tuttuğu, güncel ve tarihsel ilhamlarla dolu kışkırtıcı bir coğrafya. Ben bu olanakları ve hazineyi belki biraz daha erken ayırt etmiş, birlikte içselleştirmiş biriyim. Doğuyla batının temasını bir sorun değil, olanak gibi görüp değerlendirdim. Tek yönlü tercihler, basınçlar ve siyasi komplolar olmazsa dünya sanatı ve barışı için de bulunmaz bir atölye, bir zenginleşme olanağıdır bu topraklar. Ben bilimsel bakışı, araştırma, sorgulama yeteneğimi batıdan, şiirsel ilhamımı, barışçıl dünya kavrayışımı doğudan almış biriyim. 'YALNIZLIK GÖZE ALINMALI' Eserlerinizde işlediğiniz yabancılaşma teması, sahiplenmeyi sevmeme huyunuzla ne kadar ilintili? Bir sanatçının mülkiyet ile nasıl bir ilişkisi olmalı size göre? Sanat yapıyorsanız yalnızlığı göze almalısınız. Eskiler marifet iltifata tabiidir derler. Bu kısmen doğru ama sanatçı, sanatı iltifat bekleyen bir marifet gibi görürse çok bekleyecek demektir. Toplumlar yaratıcı enerjinin taşıdığı ataklığa kıyasla çok ağır değişirler. Yabancı olmak, ilgiyi tahrik eden bir konumdur. Sanatçı, bu gerilimi koruduğu oranda kendi konumunu da korur. Ya da toplumun önerileri ve ritmiyle ağır ağır ilerler. Burada toplumla uzlaşmanın vadettiği çıkarlar, sanatçının başını döndürebilir. Ama onu bir eşya haline de getirebilir. Charlie Chaplin’in çok sevdiğim deyişiyle “Para, sadece parayı unutmaya yarar.” Sanatınızı kesintisiz sürdürebileceğiniz bir mülkiyet, sanatçı için bence yeterlidir. Ancak her şeyin ederiyle değerlendiği bir dünyada bu durum hangi sanatçı için yeterli olur bilemem. Bu tercih onların sanatını kaçınılmaz biçimde şekillendirir. [old_news_related_template title="Balkan Naci İslimyeli'nin 45 yıllık sanat serüveni 'Hatırla'nacak" desc="Modern sanatın önemli isimlerinden Balkan Naci İslimyeli, 45. sanat yılını Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Tophane-i Amire Kültür Sanat Merkezi’nin Beş Kubbe ve Tek Kubbe salonlarında aynı anda açılan 'Hatırla' sergisiyle kutluyor." image="https://sozcuo01.sozcucdn.com/wp-content/uploads/2017/09/balkannaciislimyeli.jpg" link="https://www.sozcu.com.tr/hayatim/kultur-sanat-haberleri/balkan-naci-islimyelinin-45-yillik-sanat-seruveni-hatirlanacak/"]