İslam düşüncesinde mantıki bir sıra içinde ortaya konulan, dinin muhafaza altına aldığı beş kavramı, çağımız problemlerine ışık tutacak şekilde yeniden okumamız gerekiyor. İnsanın, önce “insan” olarak görülmesini sağlayacak bu beş ilkenin ters yüz edilmesi, ne yazık ki İslam’a yapılmış en büyük ihanetlerden biridir. Zira “din” bu ilk dört madde için vardır ve bu esaslardan biri dahi gözardı edilemez. Bir başka ifadeyle, bunların olmadığı yerde, dinden de dindarlıktan da bahsedilemez.
Hayatiyet derecesinde önem arzeden bu beş madde şunlardır; İslam:
1- Canı koruma altına alır.
2- Nesli koruma altına alır.
3- Aklı koruma altına alır.
4- Malı koruma altına alır
5- Dini koruma altına alır.
Tüm konuların bu hiyerarşi içinde değerlendirilmesi gerekir. Mesela en tepede yer alan birinci madde söz konusu olduğu zaman, alttaki hükümler “canı muhafaza” için geçersiz olur. Dince engel teşkil eden ne varsa terk edilir, emirler dikkate alınmaz ve yasaklar helal hale gelir.
Çünkü tüm dinlerin kutsadığı canlılık, hayatın bizatihi kendisidir ve doğrudan Tanrı ile ilişkilendirebileceğimiz bir olgudur. Canlılık, Yaratıcının (hayy) sıfatıdır. O’nun varlığa bahşettiği en büyük mucizedir. Aslında
“can” ya da “canlılık” bizatihi O’dur.
Dolayısıyla “can”a yapılacak müdahale bizzat Tanrı’yadır. “Kim haksız yere bir canı öldürür tüm insanlığı öldürmüş gibi olur, kim de bir canı kurtarırsa bütün insanları kurtarmış gibi olur” ayeti espriyi ortaya koyar.
Her insanın canının/sağlığının korunmasının yanı sıra, yeryüzünde yaratılmış olan her canlıya saygıyı da şart koşar İslam. “Kıyametin kopacağını bilseniz, elinizdeki fidanı dikiniz” tavsiyesinde, canlılığın zenginleştirimesinin ve çevre duyarlılığının hangi seviyede olması gerektiğinin ipuçları vardır. “Canı muhafaza”yı takip eden “nesli muhafaza”, aynı zamanda insanlığın devamıyla ilgili bir konudur. Temiz bir toplumun oluşumunu kuşkusuz her öğreti önemser.
Akıl ve aklın ürünleri
Üçüncü şık, bireyin sorumluluğunun temeli olan “aklı muhafaza”dır. Akıl hem bir vahiydir, hem de vahyin muhatabıdır. Dolayısıyla insanın aklını özgürce kullanabileceği imkanların yaratılması gerekir. Düşünceden ve ilimden uzak düşmüş bir akıl işlevini yitirir. Aklı devre dışı bırakacak, her türlü baskı ve zorbalık, bu ilkenin ihlalidir. İlimde, fende, sanatta ortaya çıkan ürünlerin muhafaza edilmesi, farklı yaklaşımlara saygı duyulması, akla, dolayısıyla vahye hürmettir.
“Malın korunması”, insanın yaşama imkanlarıyla doğrudan ilgilidir. Helalinden kazanmak ve kazandıklarını istediği gibi tasarruf etmek kişinin hakkıdır. Açıktan ya da örtülü olarak insanların kazandıklarına el uzatılamayacağı gibi kişinin israf içinde yaşam sürmesi de doğru bulunmaz. Milletin ve devletin malını çalıp çırpmak ve kul hakları, İslam’ın en hassas konusudur. İhlali, Alah’ın sınırını çiğnemektir ve en büyük günahtır.
Bu dört madde, insanın, şahsiyetliliğini ve toplumsal varlığını korumak, sağlıklı, huzurlu ve özgür bir biçimde hayatını idame ettirmek içindir. Din bütün bunlardan sonra devreye girer. Mesele insanca yaşamaktır; bu dört temel ilke bunun için vardır. Kısaca insan onurunun korunmasına iman etmektir din!
Gelinen nokta...
Şimdi, tüm olan bitenler üzerinden düşünelim:
Hayır işleri bahanesiyle, kamu kaynaklarının ve devlet rantının “vakıflara bağış” adı altında birilerine peşkeş çekilmesi, her türlü zulüm, yolsuzluk, rüşvet, irtikap gibi suçlara giydirilen ve “havuz” adı altında ortaya çıkan hesaplar; birileri daha çok kazansın hırsıyla tedbirsizlik ve ihmal yüzünden pisi pisine ölen insanlar; mezhep, ideoloji ve iktidar hırslarıyla kesilen başlar/katledilen canlar -ki örnekleri uzatabilirsiniz- ilk dört maddenin göz ardı edilmesi değil de nedir?
Bu yaklaşım, insana hizmet için olan her türlü aracın amaç haline getirilmesini sağlamıştır yüzyıllardır...
Halbuki din de bir araçtır nihai noktada...
İnsanca yaşamanın, huzurun ve özgürlüğün kodlarını bulacağımız, değerleri ayakta tutmak için gelmiş olan dini öğretileri; bitmez tükenmez hırslarına alet edenler ve hatta kendi söz ve davranışlarını kutsallaştıranlar, ne yazık ki her dönemde etkin olmayı başarmışlardır.
Hiç kimse kızmasın:
Bu başarının altında cehalet vardır.
Bu başarının altında Kur’an’ın men ettiği “sürüleşmeyiniz” ayetine kulak tıkamak vardır.
Bu başarının altında, teslimiyet ile tembelliği birbirine karıştıran, “oku” emrine kulak tıkayan kalabalıklar vardır.