Japonya-Türkiye ortak yapımı olan ‘Ertuğrul 1890’, iki ülke arasındaki ilişkileri sağlamlaştırmayı hedefleyen bir canlandırma daha çok. Başka bir mantıkla ele alınabilseymiş şahane bir epik film olabilirmiş...

1887’deki Japon heyetinin İstanbul ziyaretinden birkaç yıl sonra Sultan II. Abdülhamid, bir iade-i ziyaret amacıyla Osmanlı İmparatorluğu’nun gurur duyduğu Ertuğrul fırkateynini Japonya’ya uzun bir sefere gönderir. 600’den fazla mürettebatıyla İstanbul’dan yola çıkan gemi aylarca süren yolculuk sonunda Japonya’ya varır. Ancak dönüş yolunda çok sert bir fırtınaya denk gelinir ve bu büyük gemi sürüklendiği kayalara çarparak parçalanır. Muhtelif kaynaklara göre bu kazadan 60 küsur denizci kurtulabilmiştir sadece ve 500’den fazla şehit vardır... Kurtulanlar ise büyük oranda hayatlarını Kushimoto kasabasının fakir köylülerinin canhıraş yardımlarına borçludur.
Japon yönetmen Mitsutoshi Tanaka, bu deniz kazasını öncesi ve sonrasıyla teknik olarak aşmayı başarıyor. Ancak senaryo biraz da iki ülkenin devletlerinin süzgeci ve gözetiminden geçtiği için olsa gerek kamu spotu mantığından çok da uzaklaşamıyor.

KAMERA ASKERLERİN ARASINA GİRİYOR


Ertuğrul fırkateyninin içindeki askerlerin arasına giriyor kamera. Aylarca süren yolculuğun onlarda yarattığı etkiye çok az şahit olabildiğimiz gibi kazadan sonra kurtulanların o köydeki hallerine de fazla şahit olamıyoruz, hepsi figüran olarak kalıyor. Ertuğrul fırkateyninin çarkçıbaşısı Yüzbaşı Mustafa (Kenan Ece) ve makine dairesinden sorumlu Bekir Çavuş (Alican Yücesoy) karakterlerine belli bir ölçüde yoğunlaşıyor senaryo ama yeterli olamıyor.
Kaldı ki filmde Uğur Polat, Mehmet Özgür ve Tamer Levent gibi usta oyuncuların olmasına rağmen hepsi figüran gibi kullanılmışlar.

EMEK HARCANDIĞI BELLİ


Filmin ikinci bölümünde, 1985 yılında İran-Irak savaşı sırasında yaşanan uçuş yasakları da konu ediliyor. Bu sorunlar sırasında Turgut Özal’dan yardım isteyen Japon hükümetinin hikayesi anlatılıyor. Ertuğrul vakasındaki Japon köylülerin fedakarlığının karşılığının Tahran’daki uçağı bekleyen Türklerin yerlerini Japonlara vermesi üzerinden ödendiği ima ediliyor. Tabii ki sinema filmlerinin tarihi olayları dramatize ederek göstermesi alışkın olduğumuz bir şey.
Çok emek harcandığı her karesinden belli olan “Ertuğrul 1890” daha özgür bir sermayeyle ele alınsa ve daha güçlü bir senaryosu olsa çok daha kalıcı ve etkili bir film olabilirmiş...


Yalnızlık ve ötesi...


Türkiye’de sinemalarda gösterime girmese de gösterildiği festivallerde büyük ilgi gören filmlerden biri olan ‘Köpekdişi”nin Yunan yönetmeni Yorgos Lanthimos’un yeni filmi ‘The Lobster’da da çok absürd ve ilgi çekici bir dünya var yine. Karısı tarafından terk edilen David, yalnız insanların kendilerine uygun birini bulabilmek için başvurdukları bir otele yerleşir. 45 gün içinde ruh eşini bulmak zorundadır, bulamazsa kendisinin seçtiği bir hayvana dönüştürülecektir! Kendisi gibi birçok yalnız insanla çeşitli garip aktiviteler içine giren David bir süre sonra birini bulduğunu düşünse de bu birliktelik onu farklı bir yönde harekete geçmeye zorlar.
‘The Lobster’ insanların zorla çift olmaya yönelmelerine getirilmiş zeki bir eleştiri. Belki de insanlar ruh eşlerini bulmak zorunda olmamalılar! Nasıl yaşamamız gerektiği sürekli birtakım kurallarla belirleniyor ve insanoğlu kendi başına bırakılmıyor hiç sanki.

YAMAN BİR ÇELİŞKİ


İnsanın mutluluğu ararken birine muhtaç olması ya da olmaması, diğer yandan birileriyle illa ki ilişkiye girme ihtiyacı duyması yaman bir çelişki kuşkusuz. Yalnız olmak da yaramıyor, biriyle birlikte yaşamak da zor. Filmin giderek garipleşen dünyası bize bu pencereden insanlığımızı ve ilişkilerimizi düşündürtüyor.
Otel ve karakterler ustalıkla yaratılmış. Renkler solgun, otel görevlileriyle müşteriler arasındaki tezatlık komik ve yerinde. Yalnız-gezenlerin birbirlerini avladıkları sahneler de hayli lezzetli ama bir süre sonra anlattığı temanın altını çok fazla çizmeye başlıyor film. Üstelik bazı seyircilerini hiç de tatmin etmeyecek bir finalle de sonlanıyor. Oysa Colin Farrell ve Rachel Weisz başta olmak üzere, çok iyi performanslar veren uluslararası bir oyuncu kadrosu da bu parlak buluşlarla dolu ilginç hikayeye eşlik etmekte.