Aksiyon sinemasının baştacı temalarından biri olan intikam hikayeleri anlatan filmler basit bir formül üzerine kurulabilir. Çünkü seyirci filmin ilk 15-20 dakikasında ana kahramanını tanıyıp, sevip onun trajik bir olay sonunda gerçekleşen acı kaybına üzülünce onunla beraber hedefe de kitlenir. Başka bir ‘derinlik’e çok da ihtiyaç duyulmayabilir.

2014 yapımı ilk “John Wick” filmi de bundan çok farklıymış gibi başlamıyordu. Çok pis işlerin içinde yıllarını geçirmiş ama aşık olup evlenince tövbe edip bütün bu işleri bırakmış bir ‘süper katil’dir kendisi. Ancak çok sevdiği karısı amansız bir hastalığa yakalanıp ölmüştür. Karısından John’a sadece küçük bir ‘yadigâr’ kalmıştır: bir köpek yavrusu. Bu küçük tatlı varlık ona bir parça da olsa umut verir.
John Wick’in gömdüğü silahları çıkarmasına neden olan olay ise hayatında en değer verdiği eşyası olan arabasının Rus mafyasna mensup gangsterlerce çalınmış olması değildi. Ondan bu küçük umut parçasını da söküp almış olmalarıydı. Hikaye bundan sonra, çok da derinleşmeden bir büyük hesaplaşmayla dolu dizgin tırmanıyor ve John Wick film boyunca en az 75 kişiyi bilfiil kendi elleriyle öldürüyordu. Üstelik çoğunu da direkt kafalarından vurarak...

john_wick_1

İkinci filmde de bu geleneğini sürdürüyor tabi. Ama düz, ilk filmin farklı bir tekrarı gibi bir devam filmi değil yine de. İlk filmdeki yarım kalan meselesini çözer çözmez tetikçiler birliğinden eski bir tanıdığının geri çevirmesi yasak olan iş teklifini kabul etmek zorunda kalır. Böylece John Wick’in emeklilik günleri de tümüyle sona ermiştir artık.

"John Wick 2" hikayesiyle çizgi roman evrenine, kurgusu ve estetiğiyle de video oyunu dünyasına dalan 'melez' bir sinemanın ürünü. Bu anlamda ilk filmin üstüne çıkan ve giderek genişleyen, izlemesi keyif veren bir katiller evreninin de kapısını açıyor bize.

Kahramanının bir dolu kötü adamın arasına silahla daldığı video oyunlarını sevenler bu filmden de ziyadesiyle keyif alacaktır. Zira ilkinin hikayesinde az da olsa bir ‘ayakları yere basalım’ kaygısı vardı. Öyle olunca gerçek dünyaya ait mantık kurallarını yer yer arıyordun seyirci olarak. Ama bu sefer kendi evrenini yaratıyor film. Bu evrenin kendi kuralları ve mantığı var. Mesela polisin hiç ortalarda görünmediği, neredeyse tümüyle katillerden oluşan bir modern toplum profili çizilmiş. Dilencisinden işadamı kılıklı adamına, sokak çalgıcısından sıradan görünen esnafına kadar herkes gizli bir katil, bir suikastçı çıkabiliyor. Dünyanın birçok şehrinde yer alan Continental Hotel’de hiçbir katil diğerine saldıramıyor, çünkü yasak. Bütün katiller kendilerine ait bir para kullanıyorlar. Bir de kan mühürleriyle birbirlerine borçlanabiliyorlar. Modern akıllı telefonların kullanıldığı ama 1950’lerin telekominikasyon santrallerini andıran bir muhasebe ve sekreteryadan oluşan geniş bir ‘network’ sistemleri var.
John Wick‘in artık içinde olmak istemediği evren böyle çok özgün değilse bile enteresan özelliklerle dolu.

john_wick_3

‘Hepsini vur’ sanatı!

Film uzakdoğu kaynaklı benzerlerinin, özellikle 80’li yıllardaki başarılı örnekleri gibi, yakın dövüş ve silahlı çatışma üzerine kurulu koreografilerle ilerliyor. Video oyunlarındaki senaryolar gibi kendi içinde başlayıp biten ve mekanlarla birbirinden ayrılabilen ‘shoot em up’ level’lardan oluşuyor adeta. Keanu Reeves’in ve diğer dublörlerin bazı çatışma sahnelerinde olağanüstü performanslar gösterdiklerine şahit oluyoruz. Dublörlükten gelen yönetmen Chad Stahelski eski tecrübelerini konuşturmuş belli ki. Ayrıca bu türün de bir sanat olduğunu adeta haykırıyor yönetmen, özellikle de John Wick’in modern sanat müzesindeki bembeyaz duvarlara düşmanlarının kanını sıçrata sıçrata ilerlediği sahnelerde... Bu müzedeki aynalı dövüş sahnelerinin de Bruce Lee’nin rol aldığı kült film “Enter The Dragon” finaline açık bir gönderme olduğu aşikâr.
Keanu Reeves ise belki de “Matrix” filmlerinden beri ilk kez az konuşan çok dövüşen karakterinde, kurşun geçirmez kumaştan yapılma İtalyan takım elbiseleri içinde çok karizmatik görünüyor. Seyirci onu bu karakterde çok sevdi. Belli ki John Wick’in yolculuğu, şiddet oranı ve ölü sayısı giderek artarak en az birkaç film daha devam edecek.. Ama özellikle belirtmek gerekiyor ki “John Wick” filmleri 15 yaşından büyük izleyiciler için heyecanlı bir seyirlik sadece. Bazı sahnelerin özendirici etkisine dikkat etmeli!

3 yıldız
John Wick: Chapter 2
Yönetmen: Chad Stahelski
Oyuncular: Keanu Reeves, Riccardo Scamarcio, Ian McShane
122 dakika, 15+

Parayla saadet oluyor!

Kadınların, ‘sırları olan bir erkeğin gizemini çözen kadın’ hikayelerine olan zaafını kullanan pek çok roman var. Hiçbir edebi niteliği olmayan bu romanlar mısır patlağı gibi çok ve çabuk tüketilmekteler. Bu ‘Elli Ton’ romanlarında anlatılan hikayenin temeli de; erotik açılımlı romantizm denince ilk akla gelen “O’nun Hikayesi”, “Emmanuelle” ve “Dokuzbuçuk Hafta” gibi filmlerde de izlediğimiz temaya dayanıyor. Sıradan nitelikleri olan genç bir kadın, gizemli, seksi ve zengin bir adamla tanışır. Gizemli, sözleşmeli bir ilişkiye girerler. Christian’da romantizm yok, mizah anlayışı yok, kültürlü olduğu da pek söylenemez. Ama parası var, kasları var ve kadınlara köleleri gibi davranmayı seviyor. Tam ideal erkek! Anastasia ise ‘benim bir beynim var, beni köle gibi göremezsin’ diye ortalarda dolanır ama Christian’ın pahalı jestleri karşısında, jetinin, teknesinin, lüks dairesinin, hediyelerin ve bütün o konforunun içinde şeker gibi eriyor. Arada da bazen poposuna şaplak indirmek isteyen adama diklenir: “Niye böylesin? Geçmişinde neler oldu anlat bana, bu haline çok üzülüyorum” gibi şeyler sayıklar!

karanligin_elli_tonu_2

Christian’ın onca güzel özelliklerine rağmen bir tanecik kötü huyu var: birazcık sadist kendisi. Yatak odasında bir tane kırmızı odası ve içinde de kölesine, pardon kadınına zevkle karışık acılar yaşatan türlü alet edavatları var. Anastasia mızmızlansa da bakmayın sonuçta bu durumu kabulleniyor ve bazen izin de veriyor. Ama bizim görebildiğimiz kadarıyla adamın sadizmden anladığı popoya birkaç şaplak atıp, göz maskesi ve kelepçe takmaktan ibaret! Ha bir de uluorta kızdan kilodunu indirmesini istiyor. Kızımız, erkeğini düzeltmeye çalışırken zaman zaman kendisiyle de mücadele ediyor hesapta.

Bu arada Anastasia’nın yayınevi yöneten patronu da, ‘Christian gibi bir odun parçası sırf parası var diye böyle güzel bir kadını elde edebiliyorsa, benim de gül gibi işim, boyum posum, tek gözüme düşen perçemim, kolsuz yeleğim ve entel bir bünyem var’ diyerekten harekete geçiyor. Ama bu yan hikaye o kadar yama gibi kalıyor ki, en ufak bir heyecan dalgası yaratamıyor ana hikaye içinde. Ayrıca sık sık Anastasia’nın arkasında, sağında solunda hortlak gibi beliren bir de genç kız vardır. Daha ilk göründüğü an ‘ben Christian’ın eski kırıklarından ruh hastası bir köleyim’ diye adeta bağıran bu kızcağızın film boyunca gizem yaratmaya çalışması da beyhude bir çaba olmuş.
Kim Basinger’ın Christian’ın seks hocası olarak hikayeye girmesi ise “Dokuzbuçuk Hafta”ya yapılmış lüzumsuz bir referans. Her şeyi tam yaptınız da gönderme yapmanız eksik kalmıştı!

karanligin_elli_tonu_3

Bu bir türlü derinleşemeyen ve her şeyin göstermelikmiş gibi durduğu hikaye üçüncü filme kancayı atıyor atmasına ama özellikle bu filmde giderek derinleşen ikna problemini üçüncü filmde giderebileceklerini söylemek güç.

İlk filmden daha fazla soyunan Dakota Johnson güzel ve iyi bir oyuncu ama bu içi bomboş olan karakterde yapabileceği pek bir şey yok. Christian rolünde izlediğimiz Jamie Dornan da geliştirdiği vücut kaslarına ters orantılı bir sempatiye sahip! Ama kadınlar beğeniyor; sanırım zengin, az konuşup gizemli göründüğü ve sadece cep telefonuyla bütün işlerini halledip sevgilisine sürekli pahalı jestler yaptığı, boş zamanlarında da vücut geliştirdiği için olsa gerek!

1 yıldız
Karanlığın Elli Tonu
Yönetmen: James Foley
Oyuncular: Dakota Johnson, Jamie Dornan, Eric Johnson
118 dakika, 18+

Nefis bir Batman parodisi!

Kimse “Lego Filmi”nin 2014’ün en iyi filmleri arasında sayılacağını beklemiyordu belki de. Dört kişilik bir ekibin üzerinde emek sarfettiği öykü ve senaryosu çok zeki espriler ve dokundurmalarla doluydu. Sinema ve çizgi roman dünyasının kuşkusuz en sevdiği ve ilgi gösterdiği süper kahramanlarından biri olan Batman’in esas hikayeye misafir karakter olarak katılımıyla da eğlence dozunu arttırıyordu.
Batman’in yalnızlığı, egosu, boğazından gelen sesi ve diğer belirleyici özellikleri, onun yer aldığı kısa bölümde bile o kadar güzel bir komedi malzemesi oluyordu ki, tadı özellikle yetişkin seyircilerin damağında kalmıştı.

Şimdi karşımıza çıkan yeni Lego filmi, sadık uşağı Alfred’i, yardımcısı Robin’i, sığınağı Batcave’i, üst-kimliği Bruce Wayne’i ile tamamen bir Batman parodisi. Anne-babasının sokak serserileri tarafından öldürülmesinin ardından gördüğü üst düzey eğitimle suç dünyasının başketine dönüşmüş Gotham şehrine geri dönen zengin Bruce Wayne/Batman olanca popülaritesine rağmen yalnız, manik ve hüzünlü bir karakterdir diğer yandan. Azılı düşmanlarının en birincisi Joker’dir. Adeta varoluşlarını birbirlerine borçlular. Ama Joker bunu bir türlü kabul etmeyen Batman’in karşısına bu sefer en kötülerden oluşan bir çeteyi toplayarak çıkmaya karar verir.

lego_batman1

Tıpkı “Deadpool” gibi “Lego Batman Filmi”nin Batman’i de dördüncü duvarı yıkıyor ve seyirciyle diyaloğa giriyor. Bir filmin içinde olduğunun farkında olan bir Batman’i izliyoruz. Üstelik bu Batman, önceki tüm Batman filmlerini de bilmekte ve dalgasını geçmekte. Bu özellikleri “Lego Batman Filmi”ni tipik bir çocuk animasyonu olmaktan çıkarıyor elbette. Hatta daha çok yetişkinlere hitap ettiğini söylemek mümkün. Çünkü senaryo sadece tüm Batman külliyatını didik didik etmiyor, bu karanlık kahramanın iç dünyası ve ‘kahramanlık’ kavramı hakkında da güzel açılımlar yapıyor. Sadece komik değil, kahramanını kendisiyle yüzleştiren adeta onu terapiye de sokan bir film bu.

Joker’in yardıma çağırdığı diğer kötüler ise yapımcı stüdyo Warner’ın haklarına sahip olduğu kötülerden oluşuyor: Harry Potter’ın Lord Voldemort’u, “Oz Büyücüsü”nün cadısı, “Yüzüklerin Efendisi”nin Sauron’u, Gremlinler, Godzilla ve King Kong. Bütün bu sürprizle dolu içeriğe Superman, Green Lantern ve Flash gibi misafir süper kahramanların da eklendiğini düşünün.

Batman’in gösterişli mutsuzluğundan, benmerkezci yalnızlığından öyle güzel ve zeki espriler çıkarıyor ki film eğlenmemek elde değil. Sadece aksiyon sahnelerinin biraz fazla hızlı ve renk bombardımanı olduğunu söyleyebiliriz. Bunun dışında eğer çocuğunuz Batman’e ve filmlerine çok hakim değilse eksik bir keyif alacaktır. Bunu da hesaba katmalısınız..

4 yıldız
Lego Batman Filmi
Yönetmen: Chris McKay
104 dakika, 13+