İlk filmiyle 2003’de tanıştığımız “Karayip Korsanları” serisinin başarısında hep iki etken öne çıktı: Birincisi 1995’den beri büyük bir stüdyo, korsan filmi yapmamıştı. O film de zaten ait olduğu şirketi batırmıştı ve korsan filmleri neredeyse 20 yıldır adeta bakir bir tür olarak bir kenarda unutulmuştu. İkinci etken ise Johnny Depp’in canlandırdığı Jack Sparrow karakteriydi. İzleyici zaten Depp’in pozitif enerjisine her zaman alışıktır ama Sparrow’da büyüleyici bir çekicilik vardı. Onun her iki cinse de hitap eden tavırları, makyajı ve aksesuarlarıyla Depp’in ve prodüksiyonun doğru adreslerden edinerek oluşturdukları karakter dizaynının serinin cazibe merkezi olması çok doğaldı. Jack Sparrow üç filmi de taşıyan, filmlere eğlence duygusu katan en büyük etkendi. Sadece Orlando Bloom ve Keira Knightly ikilisi ile olacak iş değildi zaten. Nitekim izleyici daha çok Jack Sparrow istiyordu. Seri o karakter sayesinde beşinci filmine kadar gelebildi.

karayip_3

Beşinci filmde de bu tür büyük gişe maceralarında görmeye alıştığımız ve önceki filmlerde de tercih edilen yapı aynen tekrarlanıyor. Bütün kahramanların peşine düşeceği efsanevi bir obje vardır ve herkes kendi menfaati gereği ona sahip olmak ister. Yolda birbirinden komik ve heyecanlı olaylar yaşanır. Sonunda da objenin etrafında son bir kapışma gerçekleşir. Deniz tanrısı Poseidon’un üç uçlu mızrak’ının etrafında, okyanusun dibinde gerçekleşen final sahnesi güzel anlar barındırmıyor değil doğrusu. Öncesinde de Will Turner’ın genç oğlu Henry, filmin yeni genç kızı Carina ve bu hikayenin kötüsü Salazar’ın tanıtıldığı kısımlar, bir serinin beşinci filmi için hiç fena değil. Ama mesele Jack Sparrow’un çıkışıyla başlıyor. Oscar adaylığı bulunan Sparrow karakteri ilk üç filmde eğlendiriyor olsa da artık yorgun bir karakter. Bunu birçok sahnede hissetmek mümkün; mesela filme dahil olduğu sahne esprili olması planlanmış uyduruk bir soygun sahnesi ama yüksek bir enerjiye sahip değil yine de. “Hızlı ve Öfkeli”nin beşinci filmindeki sahnenin neredeyse aynısı! Yine filmin ortasındaki Sparrow’un idamdan kurtarılma sahnesinde esprili olabilmesi için inandırıcılık duygusundan tümüyle vazgeçilmiş, zorlama bir sahne. Halbuki Norveçli yönetmen ikilisi seriye yeni bir soluk getirebilirdi belki daha serbest bırakılsalardı.
Yine de seriyle duygusal bir bağ kurmuş olan seyircinin eğleneceği kimi anlar var elbet. Ben Javier Bardem’in kötü adamı Kaptan Salazar’ı fena bulmadım, yeni karakter Carina’da da güzel oyuncu Kaya Scodelario’yu keyifle izledim. Ama “Karayip Korsanları” serisi sürekli kendini tekrar eden bu yapıdan kurtulmadıkça giderek renklerini kaybeden ve artık ille de başarısız bir filmle noktalanacağı bir finale doğru ilerliyor.

2,5 yıldız
Karayip Korsanları: Salazar'ın İntikamı (Pirates of the Caribbean: Dead Men Tell No Tales)
Yönetmenler: Joachim Rønning, Espen Sandberg
Oyuncular: Johnny Depp, Geoffrey Rush, Javier Bardem
129 dakika, 7+

Savaşta iki kadın arasında...

Kariyerinin altın çağını başlatan “Çingeneler Zamanı”, ardından gelen “Arizona Rüyası” ve “Yeraltı”ndan sonra Saraybosna doğumlu Sırp yönetmen Emir Kusturica’nın filmlerinde bir kan kaybı yaşanmadı değil. Yine neşeli, ritmik ve şenlikli filmler oldular ama “Çingeneler Zamanı” veya “Yeraltı” kadar alegorik, güçlü ve kalıcı filmler yapamamaya başladı yönetmen. Kusturica yeni filmi “Aşk ve Savaş”ta yine bildiğimiz kıpır kıpır üslubuyla buluşturuyor bizi.

ask_ve_savas_1


Bosna savaşı sırasında sütçülük yapan Kosta, sağında solunda kurşunlar vızıldasa da mutludur. Kasabanın en güzel kızı Milena ona aşıktır. Evlenmeleri için ağabeyinin savaştan dönmesini bekliyordur. Milena ağabeyi için de mültecilerin arasından bir gelin bulmuştur. Nevesta, İtalyan-Sırp melezi güzel bir kadındır. Kıskanç ve ‘hayır’dan anlamayan eski erkek arkadaşından saklanmak için mültecilerin arasına karışmıştır. Ancak Kosta’yla aralarında bir bağ oluşur ve bu bağ giderek büyük bir aşka dönüşür. Bundan sonra olaylar kimsenin pek de tahmin edemeyeceği gelişmelere sürüklenir.
Yönetmenin dünyasını sevenler için bir noktaya kadar içinde kaybolmayı sevecekleri bir aşk hikayesi bu. Ama eğer Kusturica’nın pek de hayranı değilseniz, onun uçuk kaçık bazı buluşlarını, efekt olduklarını bağıran kimi görsel numaralarını yadırgayacaksınızdır. Yönetmen ‘doğanın aşıkları koruduğu’ fikrine de fazla abanmış. Özellikle de Kosta ve Nevesta’nın düşman askerlerinden kaçtıkları bölüm bu yüzden fazla şişiyor. Ama finaldeki duygusallık gerçekten son yıllardaki Kusturica filmlerinde pek rastlanmayan bir melankoli barındırıyor. “Aşk ve Savaş”ın güçlü olduğu yerler, tıpkı “Çingeneler Zamanı”nın ana karakterleri kendine has bir mizah anlayışıyla bir araya getiren ilk yarım saatini çağrıştan başları ve duygusal, melankolik finali. Buraların güzel yıldız Monica Bellucci’nin hikayeye girmeden önceki ve çıktıktan sonraki bölümler olması ise enteresan. Çünkü ne kadar iyi bir oyuncu olursa olsun Bellucci’yle Kusturica atmosferinde bir kan uyuşmazlığı hissedilmiyor değil. Oysa Milena’yı canlandıran Sloboda Micalovic hem güzelliğiyle hem de ışıl ışıl parlayan enerjisiyle çok daha fazla bir etki bırakıyor seyircide.

3 yıldız
Aşk ve Savaş (On The Milky Road)
Yönetmen: Emir Kusturica
Oyuncular: Emir Kusturica, Monica Bellucci, Sloboda Micalovic
125 dakika

Dahi olmak yetmiyor

Son yıllarda sanki giderek daha çok izler olduk matematik zekaları yüksek olan insanların hikayelerini. “Sonsuzluk Teorisi” (The Man Who Knew Infinity) ve “Gizli Sayılar”ın (Hidden Figures) ardından şimdi de “Deha”da annesinin ölümünden sonra amcasıyla yaşayan matematik dehası küçük kız Mary’nin hikayesini izliyoruz. Kız kardeşinin ölümünden sonra üniversitedeki işini bırakan ve onun vasiyeti gereği yeğenini yanına alan Frank onu kendi bildiği gibi yetiştirmiştir hep. Mary’nin annesi gibi bir matematik dehası olmasını da yine kardeşinin vasiyeti gereği çok irdelemez. Çünkü kendi annesi Evelyn, kız kardeşini kendi mükemmeliyetçiliği ve tatminsizliği için matematik konusunda çok fazla zorlamıştır. Frank, Mary’nin özel okullarda ileri matematik formülleri içinde değil, arkadaşlarıyla normal bir çocukluk geçirmesini sağlamaya çalışmaktadır. Ancak büyükanne Evelyn bir gün çıkagelir, torununun yanında yaşamasını istediğini belirtir...

deha_2


Frank ve Evelyn, sorunlu bir anne-oğul olmasına rağmen birbirleriyle hiç kavga etmemekteler. Hatta Mary’nin velayet davasında da birbirlerine karşı aşırı sakinler. Film bu değişik anne-oğul ilişkisinin altından kalkamıyor. Ama Frank ve Mary’nin bir araya geldiği sahneler ışıldıyor, filmin geri kalanından direkt ayrılıyorlar. Kaptan Amerika olarak izlediğimiz Chris Evans bu ikonik karakteri bir saniye bile hatırlatmamayı başarıyor filmde. Ama asıl büyük desteği elbette filmin küçük yıldızı Mackenna Grace’den alıyor. Grace’in duygusal tonu çok yüksek performansı filmin küçük kahramanıyla sağlam bir etkileşim kurmamıza olanak sağlıyor. Amcasıyla olan sahnelerinde gerçekten duygulanmamak elde değil.
Frank’in biraz zorlama duran aşk ilişkisi, komşusu Roberta’nın hikayeye yine zorlama dahil edilişi ve tam işlenemeyen garip bir koruyucu aile detayı filmin zayıf notları. Ama yine de yürek ısıtan bir hikaye var karşımızda. Çocukların eğitim hayatları sırasında onların çocukluklarını kaybetmemeleri gerektiğini büyüklere hatırlatan bir tarafı da yok değil...

3 yıldız
Deha (Gifted)
Yönetmen: Marc Webb
Oyuncular: Chris Evans, Mckenna Grace, Lindsay Duncan
101 dakika, 7+