Maalesef Türk Lirası 1994 yılındakine benzer bir devalüasyon sürecine girmiş bulunuyor. Türk Lirası adeta “serbest düşüşe” geçti. İktisatçılar bu olaya, bir para biriminin taarruza uğraması (currency is under attact) der. TL’nin bu kadar yüksek değer kaybetmesi şirketler dünyasında ister istemez bir “finansal deprem” yaratacaktır. Bunun bir iktisadi krize dönüşmesi de şaşırtıcı olmaz. Yani, milli gelir düşecek, işsizlik artacaktır. Üç-dört ay öncesine kadar bana, 2018’de bir kriz bekleyip beklemediğimi soranlara “hayır beklemiyorum” diye cevap veriyordum. Aslında, ekonomisini yurtdışından gelecek paraya bağlamış bir ekonomide krizin kaçınılmaz olduğunu, kalubeladan beri en sık ve en şiddetli şekilde vurgulayan bir iktisatçı olarak benim, “Kriz beklememem” dinleyenleri şaşırtıyordu. Ama şöyle düşünüyordum. Türkiye’de “Dövizsiz kalmak” çıplak gözle görülecek kadar yakın ve büyük bir tehlike iken, ekonomiyi yönetenler piyasalarla kavga etmez. Borç vericilerle uyuşur.  ABD ile papaz olmaz, AB ile iyi geçinir. Çok zorda kalırsa IMF ile anlaşır. Yani öyle veya böyle 2018 için gerekli döviz girişini sağlar. Ama “şimdilik” yanıldım.

BİLİNÇLİ TERCİH

Şimdi şöyle düşünüyorum. Hem Batı ile kavga etme, hem de IMF’ye gitmeme politikasını izleyenler, herhalde ne yaptıklarını biliyor. Aksi varit olamaz. Bunun tek açıklaması “cari açıksız bir büyüme” modeline geçmeye karar vermiş olmalarıdır.  Cari açıksız büyümek için ücretlerin ve diğer gelirlerin döviz cinsinden düşmesi ve bu düşüklüğün uzun müddet sürdürülmesi şarttır. Bir başka değişle ücretler, kiralar ve sair kazançlar uzun yıllar boyunca “devalüasyon” oranında artmayacaktır. Bu sayede Türk ekonomisi daha fazla ihracat, daha az ithalat yapar bir yapıya dönüşecektir. Amaç bu idiyse, krizin kısa vadede yaratacağı “milli gelir azalması” ve “işsizlik artışı” bu yapısal reformun, ödenmesi gereken bedeli olarak hoş görülebilirdi. Ama yine de bu dönüşüm böyle yönetilmemeliydi.

DIŞ BORÇ FAİZİ, BÜYÜME ORANINDAN YÜKSEK OLMAMALIDIR

TL’nin değerinde bir düzeltme gerekliydi. Bu, “düzenli düzeltme” (orderly correction)  şeklinde olmalıydı. Mesela Merkez Bankası eski Başkanı Erdem Başçı, böylesi bir “yumuşak iniş” yapmayı hayal etmişti. Bugünkü  “düzensiz düzeltme” dış borç faizlerini tam anlamıyla patlattı. Öyle veya böyle 500 milyar dolara yakın dış borç stokumuz var. Büyümenin orta vadede ortalama %5 olacağını varsaysak bile dış borçlara en az %8 faiz ödeyecek hale düşmek, “yurtiçinden-yurtdışına” yılda en az 15 milyar dolar ek “servet transferi” yapılacak demektir. Sırf bu bile, izlenen yolun ne kadar yanlış olduğunun kanıtıdır.

Son söz: Uzun süren hatanın, kestirmeden dönüşü olmaz.

plusbanner2x