Büyük taarruzun başlayacağını yalnızca 5 kişi biliyordu…
Gazi, Fevzi Paşa, İsmet Paşa ve Asım Bey ile son bir kez Türklerin önerdiği barış planını Avrupa’ya anlatmak için yola çıkan Fethi Okyar!.. Fethi Bey, “Sizce barış için umut var mı Paşam?” diye sorduğunda Büyük Devrimci şöyle diyecekti:
-Hayır, yok ama akacak kandan kimin sorumlu olduğu tarihe yazılır!..
Büyük Yürüyüş” 14 Ağustos 1922’de başlayacaktı… Tam 100 bin kişi büyük bir gizlilik içinde yer değiştirecek ve Yunan ordusuna tarihte eşi görülmedik bir darbe indirecekti!.. Asım Bey, hatırlattı:
-Yunan da geçen yıl Sakarya’ya doğru yürüyüşe 14 Ağustos’ta başlamıştı!..
Hepsi bir an için o ateşten günlere gittiler ve döndüler. Fevzi Bey kocaman güldü:
-O uzun yürüyüşle bizi aldatıp güya baskın vereceklerdi. Baskın nasıl olurmuş şimdi görürler!..
Çok uzaklarda İngiltere’de, Avam Kamarası’nda Başbakan Lloyd George, ateş saçan bir konuşmayla barış ümitlerini bütünüyle yok ediyordu:
-Ankara, martta bildirdiğimiz barış şartlarının hala geçerli olduğunu sanıyorsa, çok aldanıyor. Bu şartlar artık hükümsüzdür. İzmir’de hakimiyet Türklere bırakılamaz!..
Kramer Palas’ın bahçesinde Rumlar sevinçten neredeyse göbek atıyorlardı. İngiliz başbakan “Helenizmin koruyucusu” ilan edilmişti! Yarbay Spridonos ile ordunun yeni Hareket Şubesi Müdürü Albay Passaris yemek yiyorlardı. İkisi de durgundu. Passaris bir sigara yakıp şöyle dedi:
-Lloyd George’un son konuşması beni korkuttu…
-Neden?
- Türklere savaşmaktan başka yol bırakmadı!..
-Evet ama Türklerin savaşabileceğini gösteren bir işaret yok.
-Bence uyanık olmalıyız. Ama bakıyorum başta komutan herkesin içi rahat!..

Sabrın ve umudun tükendiği zamanlar!..


General Hacıanesti Trakya’dan gizlice İzmir’e dönmüştü…
Lloyd George’un konuşmasına rağmen çok mutsuz görünüyordu!  General Valettas’a sordu:
-Düşmanda kıpırdanma var mı?
-Hayır, her şey bıraktığınız gibi. Hiçbir hareket yok.
-Güzel!..
Türkler de çok mutsuzdu!.. Faris Ağa İbrahim Ethem Bey’in yanına diz çöküp söylendi:
-Neredeyse bir yıldan beri dağdayız beyim. Biz bitiğiz. Bu kışı da dağda geçirecek halimiz kalmamıştır. Artık cephe gerisini terk edip orduya katılmamız daha iyi olur diye düşünüyorum.
Ethem Bey azarladı: “Boş konuşma. Ordu mutlaka taarruza geçecek!
-Ne zaman? Kışın bekledik olmadı. Baharda bekledik olmadı. Yaz da geldi, geçiyor. Ne bir ses ne bir nefes!..
Milyonlarca mazlum, kaç zamandır ordu yürüyecek diye bekliyordu. Gemlikli Hafize Nine sızlanıyordu:
-Hani Kemal’in askerleri gelecekti?..
Mekece’deki Deli Baba ağlıyordu. “Hani ordu kızlarımızın öcünü alacaktı?..
Akşehirli Fatma, Yunan askerinin incittiği kadınlardan biriydi. Orduya sövüyordu:
-Korkaklar! Yalancılar! Hainler!
7 Ağustos günü Padişah Vahdettin, İngiliz temsilcisi Sir Harold Rumbold ile konuşuyordu… İkisi de henüz bilmiyordu ancak bu son görüşmeleri olacaktı!..
Vahdettin, her türlü fedakarlığa hazır olduğunu belirterek, milliyetçilerin bastırılması için istanbul kuvvetlerine silah ve para yardımı yapılmasını istedi!..
Sir Rumbold daha sonra bu görüşmeyi “İnanılmaz bir durum” olarak bildirecekti:
-Türk Sultanı, düzeni korumak amacıyla Sakarya Savaşı’nı kazanmış Türk ordusunu silahla yok etmek istiyor, daha da şaşırtıcı olanı, yok edebileceğini sanıyor, böyle birine ne denir?” Ne deneceğini, Padişah İngiliz zırhlısıyla ülkeden kaçtıktan sonra Büyük Devrimci, tiksinti dolu bir ifade ile söyleyecekti:
-Soysuz!..

Tarihin en kutsal taarruzu!..


Tarih 25 Ağustos 1922, günlerden cuma idi…
İsmet Paşa saat 12’de ordulara ve Kocaeli Grubu’na genel taarruz emrini yolladı!..
Cephedeki bazı kıpırtılar, tecrübeli Yunan komutanı Trikupis’i iyice huylandırmıştı. Her olasılığa karşı tümenleri alarma geçirdi. Türklerin Afyon önünde en fazla 6 tümen toplayabileceğini hesap etmişti. Bu kadar kuvvetle Afyon müstahkem mevkilerini aşmak asla mümkün değildi! İştahla yemeğini yedi, şarabını keyifle içti ve Türklerin düşündüğünün iki katı kuvvetle geldiğinden habersiz yattı…
-Sabah, cehenneme uyanacaktı!..
Herkesin, İngilizlerin, Yunanlıların, İstanbul Hükümeti’nin, dünyanın Ankara’da sandığı Başkomutan, Yunan ordusu komutanları yataklarındayken Kocatepe’de ordusunun başındaydı!.. Sabah saat 05.00’ti… Başıyla İsmet Paşa’ya işaret etti, gerekli emirler derhal verildi…
-Önce bir tek top sesi duyuldu…
05.30’da tüm batarya komutanları zevk narası atar gibi emir verdiler:
-Ateş… Ateş… Ateş…
Tahrip ateşi başlamıştı!.. Bu cehennem ateşi 20 dakika sürdü… Geçilmez denilen, asla yıkılmaz denilen savunma mevkileri delik deşik olmuş, açılamayan yerleri de sabırsız istihkamcılar parçalamıştı. Fırtına gibiydi Türkler; tüm alanda yalnızca onların narları vardı:
-Allah Allah… Allah Allah…
Binlerce süvari, arkası kesilmeksizin sel gibi Afyon Ovası’na iniyordu!.. Bunu gören Yörük mezarı köyünün muhtarı yaşlı gözlerle şükür secdesine kapandı:
-Rezil işgal sona ermişti!..
Afyon iki günde geçildi… Yunan komutanı Trikupis kaçtığı Uşak’ta yakalandı… Türk ordusu yalnızca 10 gün içinde İzmir’e Türk Bayrağı’nı çekti…
-Emperyalistler ve uşaklarına tarihin en kutsal tokadı Türkler tarafından atılmıştı!..
Türk vatanı tarihin en alçak, en şerefsiz işgalinden kurtulmuştu…
Turgut Özakman ve “Şu Çılgın Türkler” romanına en derin saygıyla…