Asıl adı, İbrahim Awwad İbrahim Ali Muhammed al- Badri’ydi.

1971 yılında, Irak’ta Samarra’da doğdu.

Babası cami imamıydı.

Futbol meraklısıydı, yeteneği vardı, futbolcu olmak istiyordu.

Mülayim bir çocuktu.



Çocukluktan gençliğe adım attığı dönemlerde, ABD’nin Sovyetleri kuşatmak için geliştirdiği yeşil kuşak projesi iyice palazlanmıştı.

İslam dinini maşa haline getiriyor, dinci partileri manipüle ediyor, komünizme karşı panzehir olarak kullanıyorlardı.



İşte o dönemde, Saddam, hayatının hatasını yaptı.

Irak’ta giderek güçlenen yeşil kuşak projesinin önünü kesebilmek için dinci açılımı yaptı.

Amerikalılar kullanacağına bari ben kullanayım diye düşündü, dincilere taviz vermeye başladı.

Laik bir ülke olan Irak, köktendincilerin cirit attığı ülke haline geldi.



Futbolcu olmak isteyen çocuk, çevresinin baskısıyla imam oldu.

Bağdat Üniversitesi’nde ilahiyat okudu.

Saddam Hüseyin İslam Araştırmaları Üniversitesi’nde hatim üzerine yüksek lisans yaptı, doktora yapmaya başladı.

Bu sırada, babası gibi imam olan amcasının teşvikiyle Müslüman Kardeşler’e, İhvan hareketine katıldı, radikal selefilerle tanıştı.

Cihat yolunu öneren teorisyenlerin kitaplarını okumaya başladı.

Akıl hocası, Muhammed Hardan’dı, İhvan hareketinin liderlerinden biriydi, Afganistan’da Sovyetlere karşı savaşmıştı.



İki eşi, altı çocuğu oldu.

Bağdat’ın yoksul Tobçi mahallesinde, Hacı Zeydan Camisi yakınlarında, küçücük bir apartman dairesinde oturuyorlardı, camide mahallenin çocuklarına ders veriyordu.



2003’te ABD geldi, Irak’ı işgal etti.

2004’te Felluce’de tutuklandı.

Bucca kampına tıkıldı.

Ebu Gureyb’le birlikte, en korkunç iki cezaevinden biriydi.

10 ay yattı.

Çıktı.

Nasıl oldu da sadece 10 ayda bırakıldı, daima meçhul kaldı!

Suriye’ye geçti.

Şam’a yerleşti.

Irak El Kaidesi’nin propaganda sorumlusu olarak faaliyet gösterdi.



Henüz Ebubekir Bağdadi adını almamıştı.

Ebu Dua kodadını kullanıyordu.



Başına gelecekleri kestiremeyen, köktendinci terörün kendisine yöneleceğini kavrayamayan Beşar Esad, tıpkı Saddam gibi, hayatının hatasını yaptı.

Sırf Amerikalılara zarar veriyorlar diye, Suriye’yle Irak arasındaki el Kaide trafiğine göz yumdu.

Hatta Irak El Kaidesi’nden petrol bile satın alarak, maddi olarak destekledi.



Irak El Kaidesi’nin lideri Zerkavi öldürüldü.

Ebu Eyüp El Mısri onun yerine geçti, İslam Devleti ilan etti.

Ebu Dua, bu devletin diyanet işleri başkanı oldu.

İslam Devleti koordinasyon komitesine girdi.

El Mısri ve Ebu Ömer’le birlikte, bu devleti yöneten üç kişiden biri oldu.



Öbür ikisi Amerikalılar tarafından öldürüldü.

Ebu Dua henüz 39 yaşındayken İslam Devleti’nin emir’i oldu.

İsmini Ebubekir el-Bağdadi olarak değiştirdi.



2011’de Usame bin Ladin öldürüldü.

Bağdadi, El Kaide’den koptu.

Suriye’ye yoğunlaştı.

İslam Devleti’nin ismini Irak Şam İslam Devleti olarak değiştirdi.

IŞİD doğdu.



İnsanlık tarihinin en vahşi eylemlerine imza attı.

Kafa kestirdi, diri diri yaktırdı.



Kendini “halife” ilan etti.

2014’te Musul’da minbere çıktı.

İlk kez dünya kamuoyunun önüne çıkıyordu.

Üzerinde Abbasi halifelerini çağrıştıran simsiyah bir kıyafet vardı.

“Sizleri yönetmek için atandım, ama, içinizdeki en iyi ben değilim, doğru işler yaptığımı görürseniz beni takip edin, yanlış işler yaptığımı görürseniz bana akıl verin, yol gösterin, Allah’a itaat etmezsem, siz de bana itaat etmeyin” dedi.

Cuma hutbesindeki bu sözleri, İslam’ın ilk halifesi Ebubekir’in halife seçilince yaptığı konuşmanın, farklı sözcüklerle uyarlamasıydı.



Usame Bin Ladin’den Zerkavi’ye El Mısri’den Ebu Ömer’e kadar, elebaşı kabul edilen isimlerin hepsi tek tek temizlenirken, Ebubekir Bağdadi’ye hiç dokunulmaması, izinin bile bulunaması, elbette tuhaf ötesiydi!



Irak’ta ve Suriye’de kurduğu dehşet dengesi, daima Amerikan çıkarlarına hizmet ediyordu.

Güya Amerikan karşıtıydı ama, yaptığı her hamle, bölgedeki ABD-Rusya satrancında daima ABD lehine sonuçlar veriyordu.



Popülaritesini eylemlerinden çok, Batı medyasına borçluydu.

“Hayalet” diyorlardı.

“Cihadistan lideri” diyorlardı.

“Dünyanın en tehlikeli adamı” diyorlardı.

“Vurma gücü Bin Ladin’den bile fazla” diyorlardı.

Köpürttükçe köpürttüler.

Cihat hayali kuranların “kahramanı” haline getirdiler.

Batı medyasının bu tavrı, elbette hesaplıydı.

Bağdadi’nin reklamını ne kadar çok yaparlarsa, Bağdadi’nin yanında savaşmak isteyenlerin sayısı o kadar artıyordu... Ki, vekalet savaşını körükleyen Batı dünyası, aslında tam olarak bunu istiyordu.

İngiltere’den Afganistan’a, Almanya’dan Libya’ya, Avustralya’dan Pakistan’a onbinlerce cihatçı Suriye’ye koştu.

Esad rejimini devirmek, Rusya ve İran’ı bölgeden söküp atmak için, çarpıştı.



Ve 2019...

Vekalet savaşı sona erdi.

ABD kaybetti.

Bölgeden çekildi.

Maşa olarak kullanılanların son kullanma tarihi gelmişti.



Işid’in hayatta kalan militanlarını Türkiye’ye yıktılar.

Geriye Bağdadi kalmıştı.

Lütfedip onu bize yıkmadılar.

Bin Ladin formülünü uyguladılar.



“Hayalet” diyorlardı.

“İzi bulunamıyor” diyorlardı.

Tık diye öldürdüler.



Elleriyle koydukları için, elleriyle koymuş gibi buldular!



Bağdadi ve Işid hakkında eminim yüzlerce kitap yazılacak, onlarca belgesel yapılacak, detayları zamanla tüm dünya daha iyi öğrenecek.

Ama bizim açımızdan asla unutulmaması gereken yeri, şurası...



Laiklik her şeydir.

Dincilere hoş görünmek için taviz verirsen, karşında emperyalizmin dinci celladını bulursun!