Bugün de havada hiç kuş görmedim...
Begonviller açmayalı sanki bin senedir...
Erkenden yaprakları toplamışlar...
En sevdiğim şeydi, sonbaharda ağaçlar sarı...
Çöpçülerin ellerinden alıp yaprakları...
Dallarına koyasım gelir...
★
Yıldızlar eskisi gibi değil...
Maytaplara dayanamadı çoban yıldızı...
Çocuklar büyük ayıyı hiç görmediler...
Aynalı binanın arkasında kaldı terazi...
Yakalayıp yakalayıp kayan yıldızları...
“Gitmeyin” diyesim gelir...
★
Niçin kimsenin keyfi yok?..
Niçin parklarda korkmadan el ele oturamıyor kızlar oğlanlar...
Niçin dokunsan Mustafa ağlayacak?..
Niçin annelerin babaların gözleri ıslak...
Bayrağı mendil yapıp...
“Ağlamayın” diye yaşlarını silesim gelir...
★
Hırsızlar doymuyor bir tanem...
Her gün biraz daha çalıyorlar dünyamızı...
Parklar, bahçeler, korular, ormanlar, koylar...
Anılarımız...
Hiç fark etmez; bir bahçe, ya da eski bir duvar...
Daha dün, yaşlı kadın korusundaki ağacın altında ağladı...
Anılarını çalmışlar...
★
Aslında o çöken maden ocakları bizim içimizdedir...
Her gün ineriz derin kuyulara...
Kısmet çıkartırız...
Başımız dik olsun maksat...
Alın teridir...
Göz nuru...
Onurlu bir yaşam...
Derdimiz, bir yudum mutluluk içindir...
★
İşte ne zaman bir maden ocağı çökse aklıma gelir...
O hepimizin hikayesidir...
O çığlıklar yabancı değil...
Ne zaman uzaklarda sirenler çalsa...
Koşup uzanıp yere...
Üstümü toprakla örtesim gelir...
1 Kasım 2014 tarihli yazısı.