Atatürk’ün Trablusgarp Mücadelesi


“Askeri siyasetimiz bir savunma siyaseti olmalı. Yurt dışında tek bir Osmanlı eri kalmamalıdır.” (Atatürk, 20 Eylül 1917 tarihli rapordan)


Geçtiğimiz hafta Libya Tezkeresi TBMM’den geçti. “Ne işimiz var Libya’da?” diye soranlara Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan şöyle cevap verdi: “Madem Libya’nın bizimle ilgisi yok, o zaman Gazi Mustafa Kemal orada ne arıyordu?” Her fırsatta Atatürk’ü ve kurduğu Cumhuriyeti eleştiren Erdoğan, şimdi birden bire Atatürk’ü referans gösterdi.

İşte bugün, “Atatürk’ün Libya’da ne aradığını” anlatacağım. Atatürk’ün 1908’de ve 1911’de Libya’daki mücadelesiyle bugün Libya’ya asker göndermek arasında hiçbir ilişki olmadığını; Libya Tezkeresi’nin Atatürk’le meşrulaştırılamayacağını göstereceğim.

[caption id="attachment_5549866" align="alignnone" width="880"] Mustafa Kemal Trablusgarp’ta[/caption]

İLK GİDİŞİN AMACI: GERİCİ İSYANI BASTIRMAK

Atatürk Trablusgarp’a ilk kez 1908’de gitti.

II. Meşrutiyet
sonrasında Trablusgarp’ta hürriyete karşı bir “gerici isyan” baş gösterdi. Burada birkaç zorba ve şeyh, kendi aşiretlerine ve müritlerine dayanarak “din” ve “şeriat” sözleriyle devlet memurları ve halk üzerine baskı kurdu.

O sırada Selanik’teki İttihat ve Terakki, “ordu ile siyaset ayrılmalı” diyen Atatürk’ten rahatsızdı.

İttihatçılar bir taşla iki kuş vurmak istediler; hem rahatsız oldukları kişiyi Selanik’ten uzaklaştırmak hem de Trablusgarp’taki isyanı bastırmak için Atatürk’ü Trablusgarp’a göndermeye karar verdiler. Bu bir oldubittiydi.

Atatürk, Eylül 1908’de İzmir-İskenderiye üstünden deniz yoluyla Trablusgarp’a vardı. Atatürk Trablusgarp’ta önce asi Belediye Başkanı Hasüne Paşa’yı yola getirmek istedi. Bir gece Hasüne Paşa’yı evinden aldırıp yanına getirtti. Onunla konuştu, “namus sözü” aldı. Hasüne Paşa’nın burnunu sürterek otoritesini sarstı.

Trablusgarp Polis Müdürü Cemal Bey, “Asi aşiretler kenti ele geçirdi. Sizi ya öldürecekler veya bir vapura koyup gösterilerle geri gönderecekler!” diyerek Atatürk’ü uyardı.

Bunun üzerine Atatürk, doğrudan tehlikenin üstüne yürüdü. Yanına sadece Arapça bilen yaveri Murat’ı aldı. İsyancıların toplandığı medreseye gitti. Kalabalığı yararak içeri girdi. “Sizi yönetenler neredeyse, beni oraya götürün“ dedi. Az sonra medresede kendisine gösterilen odaya daldı. Odadakilere “Siz kimsiniz, ne yapmak istiyorsunuz?” diye bağırdı. İçeridekiler, 27 yaşındaki bir zabitin oraya yalnız başına gelip böyle konuşamayacağını, mutlaka bir ordu ile kendilerini kuşattığını düşündüler: “Biz menfaatimizin peşindeyiz” dediler. Atatürk, “Ben sizin menfaatinizi korurum, ama izin verin burada toplanan halkla konuşayım” dedi. Gece, avludaki havuzun başında, tercüman aracılığıyla halka seslendi: “Ey din kardeşleri! Memleketinizin korunması için güç birliğine ihtiyacımız var. Ayrılırsak güçsüz kalırız” dedi. Daha sonra isyancıların hapsettiği üç kişiyi kurtarıp oradan ayrıldı.

Trablusgarp’taki gerici isyanı bastıran Atatürk, 19 Ekim 1908’de Bingazi’ye hareket etti.

Bingazi’de de Meşrutiyete karşı isyan eden Şeyh Mansur’u yola getirdi. Atatürk, kendisine ziyarete gelen Şeyh Mansur’la şöyle konuştu: “Sen hiç sıkılmaz mısın? Buradaki devlet teşkilatını kendi iradende mi zannediyorsun? Bu küstahlığın derecesini biliyor musun? Ben sana haddini bildireceğim!” Neye uğradığını şaşıran Şeyh Mansur odadan çıkıp gitti. Atatürk, kurban bayramında askerle bayramlaşmak için bütün birliğin kışlada toplanmasını istedi. Sonra birliği teftiş etti. Bir de tatbikat yaptırdı. Tatbikat sırasında Şeyh Mansur’un evini kuşattı. Korku içinde kalan Şeyh Mansur teslim oldu. Atatürk, Şeyh Mansur’la konuştu. Ona “hürriyetin” anlamını açıkladı. Şeyh Mansur da Atatürk’e Kuran’ı gösterip “Halifeye fenalık etmeyeceğine dair yemin etmesini” istedi. Atatürk, Kuran’ı eline aldı. “Halife denilen adama bu kitabın haricinde hiçbir fenalık etmeyeceğim!” dedi. Kuran’da “devlet başkanlığı” anlamında bir halifelik olmadığını çok iyi biliyordu.

Atatürk, Ocak 1909’da Bingazi’den Selanik’e döndü.

Yusuf Hikmet Bayur’un ifadesiyle “Böylece Mustafa Kemal Trablusgarp ve Bingazi’deki irtica hareketini kırmış, elebaşlarını sindirmiş veya kazanmıştır.”

Demem o ki, Atatürk 1908’de II. Meşrutiyet’e karşı gerçekleştirilen şeriatçı isyanı bastırmak için Trablusgarp’a gitmişti. Bugün ise Trablusgarp ve çevresindeki şeriatçı, hilafetçi, İhvancı yönetime destek için Trablusgarp’a asker gönderiyoruz. İkisi arasında hiçbir benzerlik yok.

İkinci gidişin amacı: Vatan toprağını savunmak


Gözü pahasına savaştı


[caption id="attachment_5549867" align="alignnone" width="880"] Mustafa Kemal, Trablusgarp’ta arkadaşları ve yerel milislerle birlikte (1912).[/caption]

Atatürk Trablusgarp’a ikinci kez 1911’de gitti.

29 Eylül 1911’de İtalya, Osmanlı’ya savaş ilan etti. Trablusgarp Savaşı başladı. İtalyanlar, Trablusgarp’a çıkarma yapıp tüm kıyı şehirlerini bombalamaya başladılar.

Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa’nın planına göre Trablusgarp’a gizli yollarla “gönüllü subaylar” gönderilecekti.

Önce Enver Bey, beraberindeki Rauf ve Ömer Fevzi beylerle “savaş muhabiri” kimliği ile Mısır (İskenderiye) üzerinden Trablusgarp’a ulaştı. (Ekim 1918)

Sonra da Atatürk, 15 Ekim 1911’de “Gazeteci Mustafa Şerif” kimliği ile arkadaşları Ömer Naci, Sapancalı Hakkı ve Yakup Cemil’le birlikte İstanbul’dan hareket edip İskenderiye’ye vardı. 23 Ekim 1911’de İskenderiye’den Trablusgarp’a hareket etti. Ancak yolda hastalandı. Geri dönüp 15 gün kadar İskenderiye’de tedavi gördü. 29 Kasım 1911’de İskenderiye’den Trablusgarp’a hareket etti.

Atatürk, 27 Kasım 1911’de binbaşılığa yükseldi. 19 Aralık 1911’de Tobruk Bölgesi Komutanı oldu. 30 Aralık 1911’de Derne Komutanı oldu. Bölgedeki yerel kuvvetleri derleyip toparladı. Sunüsilerle birlikte hareket etti. Yerel kuvvetlerle yaptığı taarruzlarla İtalyanlara ağır kayıplar verdirdi. İtalyan taarruzunu da durdurdu.

Atatürk, Kasr-ı Harun Taarruzu sırasında hava hücumunda gözünden yaralandı. Harabeler arasında yıkılan bir sütundan fırlayan kireçli bir taş parçası şiddetle gözüne çarpmıştı. 18 Ocak 1912’de Derne’de Hilaliahmer Hastanesi’ne yattı. 15 gün tedavi gördükten sonra Derne Komutanlığı’na geri döndü.

Atatürk, 8/9 Mayıs 1912’de Derne’den Selanik’teki Salih Bozak’a bir mektup yazdı. Mektubun bir yerinde aynen şöyle diyordu: “Vicdanımızdan gelen ses bize vatanın bu sıcak ve samimi ufuklarını tamamen temizlemedikçe... görevimizi bitirmiş saymayacağımızı ihtar ediyor... Vatan mutlaka selamet bulacak, millet mutlaka mesut olacaktır. Çünkü kendi selametini, kendi saadetini, memleketin ve milletin selamet ve saadeti için feda edebilen vatan evlatları çoktur.” Bu cümleleriyle “Atatürk Libya’da ne arıyordu?” sorusuna bizzat Atatürk cevap veriyor. “Libya o sırada vatan toprağıydı” diyor.

8 Ekim 1912’de Balkan ülkeleri Osmanlı’ya saldırdı. Balkan Savaşı başladı. 15 Ekim 1912’de İtalya ile Osmanlı arasında Uşi Antlaşması imzalandı. Trablusgarp ve Bingazi İtalya’ya bırakıldı.

Atatürk, 24 Ekim 1912’de Derne’den İstanbul’a hareket etti. Selanik’in kaybedildiğini öğrenince beyninden vurulmuşa döndü.

Atatürk Balkanları korumak istiyordu


Rumeli Savunma Planı


Atatürk, Trablusgarp’a giderken, aslında aklı ve ruhu Selanik’te kalmıştı. Çünkü asıl tehlikenin Balkanlardan geleceğini çok iyi biliyordu.

İttihat ve Terakki’nin maceracı siyaseti Balkan ülkelerinin Osmanlı’ya karşı birleştiğini göremedi. İttihatçılar, eldeki en iyi genç kurmayları Balkanlarda tutmayıp Kuzey Afrika’ya sürüklemeyi tercih ettiler. Atatürk ve arkadaşları Trablusgarp’tayken Balkan Savaşları başladı. O sırada Atatürk Trablusgarp’ta değil Balkanlarda olmayı tercih ederdi. Ancak koşullar onu Trablusgarp’a gitmek zorunda bırakmıştı.

Falih Rıfkı Atay “Çankaya”da diyor ki, “Hatıralarını anlattığı sırada ben Atatürk’e sormuştum:

Afrika’ya gidip İtalyanlarla dövüşmek faydasızdı. Bir başarı umuyor muydunuz?

Hayır... Fakat Enver ve arkadaşları gideceklerdi. Halk, gitmeyenleri vatanseverlik görevini yapmamış sayacaktı. Sizin kahramanlığınız lafta diyecek olanlar da çoktu.”

Yusuf Hikmet Bayur, “Atatürk’e, ümitsiz ve sonuç bakımından faydasız olan bu işe neden giriştiğini sorduğunda” Atatürk şöyle cevap vermişti: “Bunun böyle olduğunu o sırada ben de görüyordum. Ancak orduda ve akranım olan subaylar arasında maddi ve manevi sıramı korumak için buna mecburdum. Esasen İstanbul’da beni işsiz bırakıyorlardı.”

Atatürk, Trablusgarp’a gitmeye hazırlanırken “Trablus dönüşünde gene buralara gelebilecek miyim? Selanik’i Türk elinde görebilecek miyim?” diye hayıflanıyordu.

Atatürk, 1910’da Selanik’te II. Redif Tümeni Kurmay Başkanı’yken bölgeyi dağ tepe gezerek “Rumeli Savunma Planları” hazırlamıştı.

Atatürk, Balkan Savaşı hatıralarını Vakit Gazetesi Başyazarı Asım Us’a sofra sohbetlerinde anlatmış, Asım Us da bunları not etmişti. Atatürk aynen şunları söylemişti:

Balkan Harbi patladığı zaman ben Trablusgarp’ta bulunuyordum. Eğer ben o sırada orada bulunmayıp da Rumeli’nin herhangi bir noktasında bulunsaydım, o Balkan faciası olmazdı. Çünkü Selanik Kolordusu’nda bulunurken küçük Balkan devletlerinin birleşerek müşterek bir taarruz yapmaları ihtimalini düşünüyorduk. Ben böyle bir ihtimale karşı tatbik ve takip edilecek müdafaa planı üzerinde çalışmıştım.”

Bir gün Atatürk’ün bu “Rumeli Müdafaa Planını” gören Talat Bey (Paşa) bu planı kimin uygulayacağını sorunca Atatürk kendini işaret ederek “Ben yaparım” demiş. Talat Bey susmuş. Talat Bey odadan çıkarken yanındaki arkadaşına “Gördün mü bizim deliyi!” demiş.

Genç Kurmay Binbaşı Atatürk bir gerçekçiydi. Öngörülüydü. Yaklaşan Balkan felaketini önceden görmüş, savunma planları hazırlamıştı. Ancak Atatürk’ün gerçekçiliği “delilik” olarak görülmüştü. Sonuçta Atatürk haklı çıktı. Balkan ülkeleri aralarında birleşip saldırdılar. Balkanlar ve Rumeli kaybedildi.

Atatürk diyor ki: “Yurt dışında tek bir er kalmamalı”


Atatürk, I. Dünya Savaşı’nda İttihatçılara, “Turan ellerinde, Arap çöllerinde Mehmetçiği boşu boşuna tüketmek yerine Anadolu ve civarını savunalım” demiş ancak dinletememişti.

Atatürk, 17 Şubat 1917’de Hicaz Seferi Kuvvetler Komutanlığı’na getirildiğinde Hicaz’a taarruz etmeyi reddetti. Hatta Medine’nin boşaltılmasını istedi. Eldeki kuvvetleri Arap çöllerinde tüketmektense Anadolu kapılarında bir savunma hattı kurmayı önerdi. Ancak Medine boşaltılmadı. Bu nedenle Filistin savunulamadı, Kudüs düştü.

Atatürk, 27 Haziran 1917’deki Halep toplantısında Enver Paşa’ya, Bağdat harekâtından vazgeçilmesini ve Filistin’in savunulmasını önerdi. Önerisi kabul edilmedi. Filistin kaybedildi.

Atatürk, 20-24 Eylül 1917’de Halep’ten Enver, Cemal ve Talat paşalara gönderdiği iki raporda “Askeri siyasetimiz bir savunma siyaseti olmalı. Yurt dışında tek bir Osmanlı eri kalmamalıdır” dedi. Bu raporlardaki önerileri dikkate alınmayınca 7. Ordu Komutanlığı’ndan istifa etti. 1918’de düşman Anadolu kapılarına dayandı.

Atatürk, 19 Eylül 1918’de başlayan Suriye-Filistin’e yönelik İngiliz taarruzunu Halep’in kuzeyinde Katma’da durdurdu. Kendi ifadesiyle orada Türk süngüleriyle sınır çizdi. Turan ellerinde, Arap çöllerinde zaman harcamak yerine o sınır güçlendirilseydi Anadolu işgal edilemezdi.

Özetlersem;

- Atatürk’ün iki farklı Libya mücadelesi sırasında da Libya vatan toprağıydı.

- Atatürk 1908’de “gerici isyanı” bastırmak için Libya’ya gönderildi.

- Atatürk 1911’de İtalyan emperyalizmine karşı Libya’ya gitmek zorunda kaldı.

- Atatürk, kendi ifadesiyle “Libya’da değil Balkanlarda olmayı” tercih ederdi.

- Atatürk, Arap çöllerinde Mehmetçiği tüketmek yerine Anadolu ve civarını savunmak istedi.

Demem o ki, Libya Tezkeresi Atatürk’le meşrulaştırılamaz.




Kaynaklar

1. Cemal Kutay, Trablusgarp'ta Bir Avuç Kahraman, İstanbul 1978.

2. İsrafil Kurtcephe, Trablusgarp'ın İtalyanlarca İşgali, Mustafa Kemal ve Arkadaşlarının Direnişe Katılmaları, Ankara 1990.

3. Sadi Borak, Atatürk, Resmi Yayınlara Girmemiş Söylev, Demeç, Yazışma ve Söyleşiler, 3. İstanbul, 2004.

4. Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, Mustafa Kemal, C.1, 29. Bas, İstanbul 2009

5. Utkan Kocatürk, Kaynakçalı Atatürk Günlüğü, Ankara, 1999.

6. Falih Rıfkı Atay, Çankaya, Pozitif Yayınları, ty.

7. Yusuf Hikmet Bayur, Atatürk, Hayatı ve Eseri, C.1, Ankara, 1997.

8. Ali Fuat Erden, Atatürk, İstanbul, 1952.

9. Afet İnan, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, 5. Bas, İstanbul, 2007.