“En uzakta zannettiğimiz bir olayın bize bir gün temas etmeyeceğini bilemeyiz. Bunun için insanlığın hepsini bir vücut ve her milleti bunun bir organı saymak gerekir. Bir vücudun parmağının ucundaki acıdan diğer bütün organlar etkilenir. Dünyanın filan yerinde bir rahatsızlık varsa bana ne dememeliyiz.” (Atatürk, 17 Mart 1937)


Koronavirüs tüm sınırları kolayca aşıp tüm insanlık için küresel bir tehdit halini alınca dünyada küresel tedbirlerden söz edilmeye başlandı.

Öncelikle sorunu doğru teşhis etmek gerekir: Sanayi Devrimi’nden beri vahşi kapitalizmin bitmek bilmeyen aç gözlülüğü, acımasız bir sömürü düzeniyle dünyanın tüm zenginliklerinin yağmalanması, daha çok kazanmak uğruna doğanın katledilmesi, çevrenin kirletilmesi, sömürülen mazlum milletlerin açlığa ve sefalete mahkûm edilmesi ve dünyadaki korkunç eşitsizliğin baş sorumlusu emperyalizmidir. Bu nedenle nükleer savaşlar, salgın hastalıklar gibi küresel felaketlere karşı kalıcı küresel tedbirler alabilmek için her şeyden önce bu emperyalist sömürü düzeninin bitmesi gerekir. Bu sömürü düzeni var oldukça dünya üzerinde küresel bir “eşitlikten” ve küresel bir “barıştan” söz etmek mümkün değildir. Küresel eşitlik, küresel barış ve uluslararası dayanışma için öncelikle tüm ulusların gerçekten “özgür” ve “bağımsız” olması gerekir.

Kim bilir! Belki de insanlığın kurtuluş reçetesi burada, bizdedir.

AHENK VE İŞ BİRLİĞİ ÇAĞI

Atatürk, 31 Ocak 1922’de ve 2 Şubat 1923’te İzmir’de “Biz ‘barış istiyoruz’ dediğimiz zaman ‘tam bağımsızlık istiyoruz’ dediğimizi herkesin bilmesi lazımdır. Barışın anlamı budur” demişti. (1) Çünkü o “gerçek barışın” ancak “tam bağımsızlıkla” mümkün olacağını düşünüyordu.

Atatürk, er ya da geç “bütün mazlum milletlerin zalimleri yok edeceğini” söylüyordu. 3 Ocak 1921’de aynen şöyle demişti: “Bütün mazlum milletler, zalimleri bir gün mahv ve yok edecektir. O zaman dünya yüzünden zalim ve mazlum kelimeleri kalkacak, insanlık kendisine yakışan bir toplumsal hale mazhar olacaktır.” (2) 27 Mart 1933’te de şöyle demişti: “Bugün günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan bütün Doğu milletlerinin de uyanışlarını öyle görüyorum. (...) Sömürgecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerine milletler arasında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir ahenk ve iş birliği çağı geçecektir.” (3)

Görüldüğü gibi Atatürk, gelecekte bir gün, “yeni bir ahenk ve iş birliği çağının” başlayacağına inanıyordu. Ancak bu “yeni bir ahenk ve iş birliği çağının” başlamasının “sömürgeciliğin ve emperyalizmin yeryüzünden yok olmasına” bağlı olduğunu düşünüyordu.

ATATÜRK’ÜN İNSANLIK İÇİN KURTULUŞ REÇETESİ


Benim, “Atatürk’ün insanlık projesi”  adını verdiğim düşünceler bütünü, daha yaşanılabilir bir dünya arzulayan herkesin mutlaka üzerinde durup düşünmesi gereken düşüncelerdir. (4)

Yurtta sulh cihanda sulh” sözüyle dünya barışına vurgu yapan Atatürk, dünyada “sürekli barış” için yapılması gerekenleri şöyle sıralamıştı: “Eğer devamlı bir barış isteniyorsa, kitlelerin durumlarını iyileştirecek uluslararası tedbirler alınmalıdır. İnsanlığın bütününün refahı açlık ve baskının yerine geçmelidir. Dünya vatandaşları, kıskançlık, açgözlülük ve kinden uzaklaşacak şekilde eğitilmelidir.(5)

[caption id="attachment_5711692" align="alignnone" width="880"] Atatürk’ün Mayıs 1935’te Amerikalı Gazeteci Gladys Baker’e verdiği röportaj Ulus Gazetesi’ne böyle yansımıştı. (Ulus, 21 Haziran 1935)[/caption]

Atatürk sadece “barıştan” ve “uluslararası iş birliğinden” söz etmekle kalmamış, bu konuda somut adımlar da atmıştı. Sovyet dostluğu, Balkan Antantı ve Sadabat Paktı ile Avrupa’dan Balkanlara, Ege Denizi’nden Basra Körfezi’ne, Sibirya’dan Himalayalara kadar adeta bir “barış ve dostluk kuşağı” oluşturmuştu. Atatürk, bizzat örneklendirdiği barış paktları ile bir gün “bütün milletlerin, devletlerin paktının” kurulacağını düşünüyordu.

Atatürk, Mayıs 1935’te Amerikalı Gazeteci Gladys Baker’e bir röportaj vermişti. Baker’in Atatürk’e sorduğu sorulardan biri şuydu: “Birçok bölgesel antlaşmaların barışın korunması için etkili olduğunu zannediyor musunuz?” Atatürk bu soruya şöyle cevap vermişti: “Esas amaç, bütün milletlerin, devletlerin paktıdır. Bu kadar büyük bir kurum yaratmak amacını güderken, ondan önce herkesin kolaylıkla görüşebileceği, anlaşabileceği dar ve belirli sınırlar içinde anlaşmaya başlamaktan daha doğal bir şey olmaz. Bir insan yüksek bir ideale giderken bu ideali bir anda ve ilk teşebbüste yeryüzündeki bütün milletlere anlatabilir mi? O önce kendi yakınlarından olanlarla anlaşabilir. Bu anlaşmalar sağlandıktan sonradır ki, saha genişler. O halde bölgesel paktlar barışı bütün insanlığa yayma amacı tutunca, bu teşekküllerin ne kadar asil ve ne kadar insani bir kıymette olduğuna şüphe yoktur. (...) Tekrar ediyorum: Bölgesel anlaşmalar barışı koruyucu ve dolayısıyla çok insani teşekküllerdir. Bölgeler büyüdükçe bu insani düşüncenin yavaş yavaş bütün dünyayı kapsaması mantıksal bir gidiş değil midir? Her anlaşma, iki kişi arasında dahi insanlık için çok faydalıdır. Yeter ki anlaşmalar insan mutluluğunu yüksek amaç bilmiş olsunlar.(6)

Baker, Atatürk’e, II. Dünya Savaşı arifesinde “Barışı korumak için tedbirler alınması mümkün müdür?” diye sormuştu. Atatürk, bu soruya 7 maddede şöyle cevap vermişti:

A) Barış düşüncesinin dünyanın mutluluğu bakımından ne kadar değerli ve büyük bir düşünce olduğunu sürekli insanlığa anlatmak için uygar milletlerin ortak teşkilat yapmaları gerekir.

B) Bugünkü insanlığın kalbinde ve kafasında geçmişin gelenek ve terbiye etkisiyle yer tutmuş karşılıklı düşmanlık duygularını silmek için yine her milletin yüksek aydınlarının el birliğiyle çalışmaları gerekir.

C) İnsanlığın genel refahını sağlayıp, dünyada aç ve sefil zümreler bırakılmamasını bütün insanlığın ortak amacı gibi gören ‘uluslararası modern tedbirler’ uygulanmaya başlanmalıdır.

D) İnsanların kin ve hırs denilen olumsuz hisleri boğması, öldürmesi lazımdır. Onun yerine insanlığın büyüklüğü düşüncesi ve bu büyüklüğü sevme esası konulmalıdır.

E) Genç kuşaklara tarih boyunca savaşların yarattığı yıkımlar ve felaketler, dersler ve telkinler halinde anlatılmalıdır.

F) Bütün bu tedbirler insanlığı asıl insanlık düzeyine çıkarmaya yönelik tedbirlerdir. Şüphesiz bu amaç biraz zaman ister. Bunun için uygar ulusların aydınları birbirini arayıp bulmalı ve ortak kararlar üzerinde ortak çalışmalar yapmalıdırlar.

G) Nihayet barışı korumak için en hızlı ve etkili tedbir, barışı bozacak herhangi bir saldırganın istediği gibi hareket edemeyeceğini kendisine fiilen gösterecek milletlerarası teşkilatların kurulmasıdır. (7)

Atatürk’ün Mayıs 1935’te Amerikalı Gazeteci Gladys Baker’e sıraladığı bu “barışı koruma tedbirlerinin” önemini Avrupa ve Amerika ancak milyonlarca insanın öldüğü II. Dünya Savaşı’ndan sonra anlayabilmişti. II. Dünya Savaşı sonrasında 26 Haziran 1945’te San Francisco’da imzalanan Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın girişindeki “barışı koruma tedbirleri”, 10 yıl kadar önce Atatürk’ün sıraladığı “barışı koruma tedbirlerine” benzemekle birlikte Atatürk’ün tedbirlerine göre çok daha etkisiz tedbirlerdi. (8)

Atatürk’ün 1935’te dile getirdiği tedbirler, kendi ifadesiyle “insanlığı, asıl insanlık düzeyine çıkarmaya yönelik tedbirlerdi.” Ama maalesef “insanlık, asıl insanlık düzeyine çıkmayı” bir türlü başaramadı. Dolayısıyla Atatürk’ün o tedbirleri bugün hâlâ insanlık için bir kurtuluş reçetesi durumundadır.

İNSANLIK BİR VÜCUT, HER MİLLET BİR ORGAN


Koronavirüs pandemisi hiçbir sınır tanımadan ilerliyor. İnsanlık, küresel bir ortak düşmanla karşı karşıya... Durum böyle olunca ülkeler din, ırk, ideoloji farklarına rağmen karınca kararınca birbirine yardım ediyor. Dünya, Atatürk’ün 1937’de söylediği gibi, “insanlığın bir vücut, her milletin bir organ” olduğu gerçeğiyle bir kere daha yüzleşiyor.

[caption id="attachment_5711693" align="alignnone" width="880"] Atatürk’ün Romanya Dışişleri Bakanı Antenosco’ya söylediği o sözler: “İnsanlık bir vücuttur, milletler bunun uzuvlarıdır. Bir parmağın ucunun ağırması bütün vücuda ıstırap verir.” (Tan, 19 Mart 1937)[/caption]

Atatürk 17 Mart 1937’de Romanya Dışişleri Bakanı Antonesco ile görüşmesinde -üstelik Avrupa’da ırkçılığın yükseldiği, ufukta II. Dünya Savaşı’nın görüldüğü bir ortamda- adeta o günlerden bugünleri görürcesine şunları söylemişti:

Bugün bütün dünya milletleri aşağı yukarı akraba olmuşlardır ve olmakla meşguldürler. Bu nedenle insan, mensup olduğu milletin varlığını ve mutluluğunu düşündüğü kadar bütün dünya milletlerinin huzur ve refahını düşünmeli ve kendi milletinin mutluluğuna ne kadar kıymet veriyorsa bütün dünya milletlerinin mutluluğuna hizmet etmeye elinden geldiği kadar çalışmalıdır. Bütün akıllı adamlar takdir ederler ki, bu yolda çalışmakta hiçbir şey kaybedilmez. Çünkü dünya milletlerinin mutluluğuna çalışmak, diğer bir yoldan kendi huzur ve mutluluğunu temine çalışmak demektir. Dünyada ve dünya milletleri arasında huzur, açıklık ve iyi geçim olmazsa, bir millet kendi kendisi için ne yaparsa yapsın huzurdan mahrumdur. Onun için ben sevdiklerime şunu tavsiye ederim: Milletleri sevk ve idare eden adamlar önce kendi milletinin varlığının ve mutluluğunun yaratıcısı olmak isterler. Fakat aynı zamanda bütün milletler için aynı şeyi istemek lazımdır. Bütün dünya olayları bunu bize açıkça ispat eder. En uzakta zannettiğimiz bir olayın bize bir gün temas etmeyeceğini bilemeyiz. Bunun için insanlığın hepsini bir vücut ve her milleti bunun bir organı saymak gerekir. Bir vücudun parmağının ucundaki acıdan diğer bütün organlar etkilenir. Dünyanın filan yerinde bir rahatsızlık varsa bana ne dememeliyiz. Böyle bir rahatsızlık varsa, tıpkı kendi aramızda olmuş gibi onunla ilgilenmeliyiz. Olay ne kadar uzakta olursa olsun bu ilkeden şaşmamak lazımdır. İşte bu düşünüş insanları, milletleri ve hükümetleri bencillikten kurtarır. Bencillik şahsi olsun, milli olsun daima fena sayılmalıdır...” (9)

Atatürk’ün, 1937’de -üstelik faşizm çağında- dile getirdiği bu düşünceleri bugün, koronavirüs günlerinde tekrar anımsamak gerekir. Çünkü Atatürk’ün bu düşünceleri; “Bütün milletlerin huzur ve refahını düşünmek”, “insanlığı bir vücut, ülkeleri organlar olarak görmek”, “dünyanın herhangi bir yerinde bir rahatsızlık varsa ‘bana ne’ demeden o rahatsızlıkla ilgilenmek” yine Atatürk’ün ifadesiyle söylersek dünyada “yeni bir ahenk ve iş birliği çağı” açabilecek kadar önemli düşüncelerdir.

13 Temmuz 1923’te The Saturday Evening Post yazarı Isaac F. Marcosson Atatürk’e “Dünyanın bugünkü hastalığı için ilacınız nedir?” diye sormuştu. Atatürk bu soruya, “aptalca şüphe ve güvensizlik değil, akıllıca iş birliği” diye cevap vermiştir. (10)

UNESCO, 27 Kasım 1978 tarihli kararında Atatürk’ü şöyle tanımlamıştı: “Sömürgecilik ve emperyalizme karşı açılan savaşların ilk önderi; uluslar arasında anlayışın, sürekli barışın öncüsü; insanlar arasında hiçbir renk, din, ırk ayrımı gözetmeyen bir iş birliği çağının doğacağına inanan birisi...” (11)

KAYNAKLAR VE DİPNOTLAR:

1. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C.2, s. 93. Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Ankara, 1999, s. 29. Atatürk’ün Bütün Eserleri, (ATABE), C.15, s. 86

2. ATABE, C.12, s. 200-201.

3. TABE, C.26, s. 144.

4. Sinan Meydan, Akl-ı Kemal, Atatürk’ün Akıllı Projeleri, C.5, İstanbul, 2014, s. 345-360.

5. Ayın Tarihi, 1935, S.19’dan nakleden Kocatürk, s. 370.

6. ATABE, C.27, s. 261, 262.

7. ATABE, C. 27, s. 260, 261.

8. Sinan Meydan, 1923, Kuruluş Ayarlarına Dönmek, İstanbul, 2017, s. 534, 535

9. ATABE, C.29, s. 166,167.

10. ATABE, C.16, s 39.

11. Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi, Yeni Türkiye’nin Oluşumu (1923-1938), 3. Kitap (İkinci Bölüm), bas, Ankara, 2010, s. 151.