“Her vaka hasta değildir” denmesi, testleri pozitif çıkanların bile hastadan sayılmaması, gayet açık şekilde kanıtlıyor ki... Hükümeti başarılı göstermek için hepimizi diri diri gömerler, eceliyle ölmüş derler!

Neyse ki, pandemi konusunda bütün öngörüleri doğru çıkan, bıkmadan usanmadan toplumu bilgilendirmeye çalışan, varlığıyla onur duyduğumuz Profesör Ahmet Saltık gibi yetkin biliminsanlarımız var.

Kendisine sordum...

Her vaka hasta değil midir?

O her zamanki “sakin güç” zarafetiyle lütfedip beni kırmadı, siz değerli okurlara iletilmek üzere şu değerlendirmesini gönderdi.

★★★

Bu gün, yeni korona virüs bulaşı (enfeksiyonu) salgınının 210. günü Türkiye’de, 7 ay geride kaldı.

Sağlık Bakanı Koca, 30 Eylül 2020 akşamı yaptığı “tarihsel” (!) açıklamada kimi soruları yanıtladı. Kimi soruları yanıtsız bırakırken bol bol teşekkür de etti.

Bu incelik için biz de O’na teşekkür ederiz.

Ancak bu inceliğin gerçekte  Türk  halkına olmasını isteriz.

Bu da ancak gerçekleri, doğruları söyleyerek, dürüst olarak, Hipokrat yeminine sadık kalarak olur.

Bir politikacı için siyasette de  etik normlar vardır; en başta dürüstlük gelir.

Sağlık hakkı ise tartışılmaz  temel insanlık hakkı olup, vazgeçilmez bir parçası da bilgi edinme hakkıdır. Salgınla ilgili Sağlık Bakanlığının ne yaptığını saydam  ve güncel  bilme hakkıdır.

Eğer bu sağlanmazsa,  insanlar kendini korumada yeterli önlem al(a)mayacağı gibi,  konan  önlemlere uyumda sorunlar yaşanacaktır.

Salgını olduğundan hafif gösterirseniz,  toplum desteği zayıflar; oysa bu vazgeçilmez, kritik bir ögedir.



Açıklanan turkuaz, artık  AKP yeşili tabloda salgının ilk günlerinden bu yana zaman zaman anlamsız değişiklikler yapıldı.

En önemli değişiklik 29 Temmuz’da oldu.

Bu değişiklikle, artan günlük pozitif olgulardan çok rahatsız olan AKP iktidarı bir “çözüm” aradı.

O formül, PCR testi (+) çıkanları açıklamaktan vazgeçip, “hasta” ve “vaka” olarak 2  yapay  kümeye ayırmak oldu.

Bu yol uluslararası uygulamaya aykırı.

DSÖ’nün belirlediği 2 kod var.

İlki, PCR testi (+) çıkan insanlara atanan kod; ikinci olarak da kullanılan test virüs taşıyıcılarını yakalamada yeterince duyarlı olmadığı için, testi (-) olsa bile belirtileri olan - bulgu veren ve “klinik Covid-19” tanısı konup izlemeye alınan insanlar.



28 Temmuz 2020 akşamı 963 olarak açıklanan o günkü “vaka” sayısı, izleyen gün, birden bire 942  “hasta” sayısına dönüştürüldü!

Salt 21 kişi mi vardı testi (+) ama bulgu vermeyen?

Oysa test (+) 100 kişiden 85’i belirtisiz - ayakta geçirmekte.

963 X 7 dolayında test (+) olgu / vaka / “case” yakalanmış olması beklenir.

Bir de, testin kabaca %50 duyarlı olduğu gerçeği dikkate alınırsa,

“963 X 7” yetmez, bu toplamı da 2 ile çarpmak gerekir, 14 X 963...



Hep vurguladık, “en az 1 sıfır” ekleyin  ilan edilen sayılara diye...



Ya da Sağlık Bakanı Dr. Koca ve Bakanlık şunu açıklamalı : 963 vaka, belirti veren ve vermeyen test (+) lerin tümü ise, 1 günde bunların 942’si nasıl oldu da belirti veren hasta oldu??



Oysa  Bakan,  bu soruları yanıtlamak yerine,  eleştirenleri “kendi itibarlarını zedelemekle” suçlayıp / aba altından sopa gösterdi.

Bu durumda kimin  saygınlığı (itibarı)  zedelendi ya da sıfırlandı acaba!



-  Vaka ve Hasta yapay ayrımı... Tıp biliminde yeri olmayan bir başka aldatmaca.

Gene demagoji, gene algı yönetimi ve gene kitleleri aldatma çabası.

-  Yüksek rakamlardan ürken AKP iktidarı, türlü oyunlarla Ulusumuzu aldatmayı sürdürmekte.



DSÖ, bu 2 kodla kendisine üye olan tüm ülkelerin bu verileri bildirmesini istedi. Türkiye, başından beri test (-) olgularını DSÖ’ye bildirmedi. Gerekçe olarak öbür ülkelerin de salt test (+) olanları bildirdiğine sığındı. Ancak birçok ülke 2 kodu da bildirdi. Dünya genelinde vaka  =  olgu sayıları bu yolla sağlandı. Türkiye DSÖ’nün isteğine bağlılık göstermedi.

DSÖ’ye uyumlu davranmayan ülkeler genellikle demokratik olmayan, insan hakları çiğnenen, iktidarın hesap vermediği ülkelerdi.



Dr. Murat Emir, CHP’nin kıdemli hekim milletvekillerindendir.

Eriştiği verileri açıkladı, doğrudur.

Dr. Mustafa Adıgüzel de öyle, önemli çalışmalar yapmakta, yalanlanamayan veriler sunmaktadır.

Belki de herkesten önce biz açıkladık, gidilecek rotayı gösterdik; ölüm tehditleri alma pahasına...



Bakan Koca, eleştirenlere gözdağı vermekte, açık-örtülü tehdit etmekte ve daha da ileri giderek, verileri sakladığını kabul etmekte, bu kabul edilemez politikasına, ne yazık ki,  ulusal çıkarları  korumayı kalkan etmekte.

Masum yurttaşlar, -önlenebilecek iken- ölürken, korunan hangi ulusal çıkarlar acaba  bizlerin göremediği?

Bu olsa olsa, bir A.Ş gibi yönetilen ülkemizde CEO’nun seçimi olmalı!?

Devletin en temel yükümü,  ülkesindeki insanların can güvenliğini – yaşam hakkını korumak değil  de ne?!



Sayıların önüne1 sıfır daha koyun dedik  başından beri...

Sahi; Avrupa–AB ülkelerinden neyimiz, hangi göstergelerimiz daha iyi de salgında belirgin olarak onlardan çoooooooook daha başarılı görünüyor sayısal verilerimiz??  Neremiz doğru?

Gerek vaka  =  olgu sayıları, gerek ölüm sayıları gerçeği yansıtmıyor; şu, şu, şu gerekçelerle diye açıkladık, web sitemizde yazdık (www.ahmetsaltik.net).

Her halka ayrı bir utanç ve  suç  kaynağı.

Masum insanların her gün onlarcasının ölümü, sözde ulusal çıkarları korumaya tercih edilmekte!



Üstelik ülkemizin çıkarları korunamıyor da.

DSÖ  hemen  açıklama istedi,  bu saçma sapan vaka–hasta ayrımı hakkında ve Türkiye’yi  standart kodlamaya çağırdı.

İngiltere karantina başlattı Türkiye’den geleceklere.

Ülke olarak gururumuz çok incindi.



Biz sürekli çalışmalar yaptık, kimi verilere ulaştık yorumlu açıklamalarla destek verdik Bakanlığa.

Turkuvaz / artık AKP yeşili tabloda 29 Temmuz’da yapılan değişiklik vaka sayılarındaki anormal artış nedeniyle siyasal iktidar açısından fiyasko, skandal olacağı kaygısıyla yapıldı.

O tabloda entübe ve yoğun bakımdaki hasta sayısını da kaldırdılar.

Çünkü o vakaların da sayısı çok yükseldi.

Biz o verilerle birtakım çıkarımlar yapabiliyorduk.

Bundan rahatsız oldukları için yoğun bakımdaki nesnel  hasta sayısı yerine ağır hasta  öznel (sübjektif) nitemi (sıfatı) kullanmaya başladılar.

Bir de zatürre oranı terimi uydurdular.

Bunlar uluslararası tanımlar değil; amaç, kavram kargaşası yaratarak, saklanamayan gerçekliği örtmekti.

Salgının yönetilemeyişini örtbas etmek idi.



Aile hekimlerinin, yatırılmayarak evlerine yollanan hastaları = vakaları izleme oranı %82 olarak verildi 30 Eylül’de... İzleyen gün bu oranın çok düşük  olduğu farkedilerek tablodan kaldırıldı.

Politik başarı öyküsü yazmaya, kendini ve halkı kandırmaya devam sanrısı (hezeyanı) idi  hepsi.



Özürü kabahatından beter Bakan Koca, 30 Eylül 2020 günü yaptığı talihsiz (uğursuz, “sinister”!) konuşmadaki bağışlan(a)maz gafını düzeltmek yerine, izleyen gün daha büyük bir skandala neden oldu...

Sözde, verileri sakladıklarını kabul ve itiraf ederken, gerekçe olarak ülkemizin görünür  -  görünmez ulusal çıkarlarını korumaya çabaladıklarını (!?)  kendince  ön alarak  açıkladı.

Eleştirenlere gözdağı verdi ve elde mercek leke aramakla suçladı.

“İtibarlarını zedelerler..”  buyurdu.



Oysa birkaç hafta önce TTB Başkanı Sağlık Bakanını ziyaret ettiğinde  verilerin kuşkulu olduğunu söyledi.

Bakan da “gerçek durumu HES sisteminde kırmızı boyalı haritalarda görebilirsiniz”  dedi.

Bir kez daha, açıklanan verilerin eksik olduğu itiraf edildi, gerçekte hasta sayısının ne denli yüksek olduğunu bir kez daha çarpıcı biçimde gördük.



AKP iktidarı hep böyle algı yönetimi peşinde.

Erdoğan, sürecin çok başarılı yönetildiğiyle ilgili açıklamalar yapmayı sürdürüyor.

Salgın yönetimi bu denli kötü iken, günlük 60-70 “resmi” ölüm sayılarını sıradan bir olaymış gibi gösteren, ekonominin çarkı dönsün diye verileri saklayan, ülkeyi bir A.Ş. gibi yöneten iktidara nasıl güvenilir?



Dr. Murat Emir’in açıkladığı tablo gerçektir.

Bakan, o belgede tarih yok dedi, vardı; 10 Eylül  2020.

-  Sağlık Bakanı bu işi yüzüne gözüne bulaştırdı. İstifa etmesi gerekir, eğer Reis izin verir ise.

En azından iktidarın  -  Sağlık Bakanının Türk ve dünya kamuoyundan açık özür borcu vardır.



Salgın yönetiminde en temel yanlış saydam-dürüst davranmamak oldu. Halk  tüm  güvenini yitirdi. Ülkemize bundan daha büyük bir kötülük olamazdı.

Bakan Koca, 1 Ekim 2020’de  2. bir açıklama yaparak verileri sakladıklarını bir kez daha itiraf etti ve  ulusal çıkarları koruma gerekçesine sığındı.

Bu çok daha derin bir  aymazlık (gaflet), çünkü gerçek durumumuzu ilgili devletler fazlasıyla biliyor.

Nitekim Bakan Koca’nın  “uğursuz”  (sinister) açıklamasını izleyen gün Dünya Sağlık Örgütü  (DSÖ)  Türkiye’den kural dışı vaka = hasta tanımlaması hakkında açıklama istedi. İngiltere, 3 Ekim’de başlamak üzere Türkiye’den dönecekleri–gelecekleri 14 gün karantinaya alacağını duyurdu.

Böyle mi savunulur ülkenin ulusal çıkarları?



Dr. Koca, öte yandan, örtük gözdağı vermeyi  derhal  bırakıp

BİLİMSEL + DÜRÜST + SAYDAM + HALKA SAYGILI olmak zorundadır.



Filyasyon ekiplerine çaycıları, kaportacıları zorla soktular.

Bu tam anlamıyla skandal.

Filyasyon ekibinde sağlık  çalışanları olur, onlar da zorunlu olarak çok iyi eğitilmiş olmalıdır.

Kamuda sağlık çalışanları sayıca çok eksik ve aylardır, atama bekleyen 400 bini aşkın sağlıkçıdan yeni atama yok!

Filyasyon ekibi, bulaşın  kökünü bulmakla sorumludur, ama biz bunu da çok yanlış yapıyor, bu ekiplere  evde  hasta izleme-sağaltım  görevi de yüklüyoruz.

Epidemiyolojik ilkeler ayaklar altında.



Türkiye, hastane yatakları dolmasın diye, ağır olmayan  hastalar evlerine yollanarak,  tıpkı  bir açık hava hastanesi oldu.

Onbinlerce korona hastası evlerinde, gerekli tıbbi bakımı almaktan çoooook uzak.

Sonra Bakan  Koca  çıkıp diyor ki; yoğun bakım doluluk oranımız bu, yatak doluluk oranımız şu...  “Açıkladığımızdan çok hasta olsaydı yataklarımız dolmaz mıydı?” diye de soruyor!

-  Kimi korona hastaları ve yaşlı kronik hastalar evlerinde sessiz sessiz ölmekte ve açıklanan ölüm sayıları bu yüzden de gerçek değil.

KOVID19 kabul etmediğiniz  “vaka”nın ölümü de elbette başka başka nedenlerle kodlanıyor!



Hâlâ yeni sağlık çalışanı atanmadı!

Salgının 7. ayı bitti, bu gün 210. gün.

Hâlâ, önümüzdeki aylarda alacağız diyor Bakan.

Oysa sağlık çalışanları çok yorgun, bezgin, meslek hastalığı hakkı tanınmadı!



Göstermelik, yüzeysel önlemlerle, bilimsel temelleri olmayan iyimserliklerle, yanlışlıklarla süreç giderek yönetilemez oluyor ve fatura çooook ağırlaşıyor.

Kış geliyor, tablo ağır ve ciddi.

Salgın salt Epidemiyoloji bilimi ilkelerine bağlı yönetilmek zorunda iken, süregelen  us dışı (irrasyonel)  AKP siyasetine alet ediliyor; patolojik bir mutada inkiyad ile.



Yerli – milli aşı  konusu bir başka PR polemiği.

1928’de kurulan kadim Cumhuriyet kurumu Dr. Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü’nü kapatıp  (2011)  aşıda mutlak dışa bağımlı olacaksınız,  sonra da “korona  aşısı  için 1-2 ay kaldı, tünelin ucu göründü” diye  balon  propaganda ile halkı yersiz iyimserliğe yönelteceksiniz...

2 ay önce de Erdoğan, aşıda Dünyada 3. olduğumuzu söyledi!



Bakan Koca, Ulusumuzdan ve Dünya Sağlık Örgütünden açık özür dilemeli, tüm verileri dürüstçe açıklamalı; salgın yönetimini bundan böyle hekim meslek örgütlerinin de katılımıyla saydam ve yalnızca ve yalnızca bilimsel Epidemiyolojik ilkelerle yürüteceğine, Bilimsel Danışma Kurulu’nun kararlarının açıklanacağına söz vermelidir.

Bunları yapamayacaksa, Bakan Koca’nın görevi bırakması, görünür–görünmez ulusal çıkarlarımızı korumak için yapabileceği asıl  ve en  hayırlı iş olacaktır.



Ufuk, AKP’nin, örneği görülmemiş şark kurnazlıklarıyla kapkara bulutlarla kaplı veeeeee  masum insanlar, önlenebilecek iken siyaset kurumunca öldürülüyor... Kalanlar ise tam teslimiyetçi!

Bu, zulmün en koyusu ve acımasızıdır.

Sağlık Bakanlığının  - AKP’nin  salgın yönetimindeki ağır ve sürdürülemez fiyaskoları  artık bitmelidir.

Ekonomi kanıyor ve masum insanlar önlenebilecek iken ölüyor;  salgına kaynak yok!

-  Salgın değil, gerçekte siyaset ve siyasetçi, politik tercihleriyle Türkiye A.Ş’de öldürüyor!



Ama hiç kimse, sakın, annesine söylemesin kahramanımızın, ülkesinde hergün onlarca masum önlenebilecek iken ölmekteyken; O’nun, ülkesinin görünür-görünmez ulusal çıkarlarını savunduğunu sandığını!