Cumhuriyet, bir ülke yönetimi biçimidir. Ülkenin başında, şeklen de olsa bir  kral, kraliçe veya sultan yani hanedan yok demektir. Ancak resmi adının içinde cumhuriyet sözcüğü geçen her devletin yönetimi aynı özellikleri taşımaz. Mesela adı “halk cumhuriyeti” (bir zamanlar Bulgaristan) veya “demokratik cumhuriyet” (birleşmeden önceki Doğu Almanya) olan ülkeler komünist (sosyalist) partisi tarafından yönetilirdi.

Üretim araçları mülkiyeti yoktu. Şah devrildikten sonra İran’da kurulan rejimin adı da “İslam cumhuriyeti”dir. Afganistan ve Pakistan da birer “İslam cumhuriyeti”dir. Bu ülkeler “şeriata” göre yönetilir. 1923 yılında Türkiye’de ilan edilen cumhuriyetin o günkü anlamı “Ülkenin başında bir sultan olmayacak” demekti.

Ama anayasasında “Dini İslamdır” yazıyordu. Yani bir bakıma “İslam cumhuriyeti” idi. Daha sonra bu ibare anayasadan çıkarılmış, yerine “laik” sözcüğü konmuştur. Türkiye Cumhuriyeti 1933 yılında Atatürk’ün ünlü nutkunu TBMM’de okumasıyla kemale ermiştir.

AYASOFYA’NIN MÜZEYE DÖNÜŞTÜRÜLMESİ

Cumhuriyet, önce bir ihtilâl daha sonra bir inkılâp sürecinden geçilerek şekillenmiştir. Üç sütun üzerine kuruludur. Bunlar: “laiklik”, “bölünmez bütünlük” ve “tam bağımsızlık”tır. Bunların her biri, bir dönüşüm hedefini simgeler. Yani hepsi birer “tez”dir.

Laiklik dinciliğin, bölünmez bütünlük çok ulusluluğun, tam bağımsızlık büyük devletlerin himayesini istemenin “antitezi”dir. Doğal olarak eski tezlerin taraftarlarının çok şiddetli tepkisine (reaksiyonuna) maruz kalmıştır.

Zaman zaman ayaklanmalara dönüşen bu reaksiyonlar cebren bastırılmış, onlar da yer altına girmiştir. Çok partili demokrasi doğal olarak bunların “yer üstüne” çıkmasına imkan sağlamıştır.

1934 yılında 481 yıldır cami olarak kullanılan Ayasofya’nın müzeye dönüştürülmesi Türkiye’nin “Batılılarla laiklik ortak paydasında buluşma, uzlaşma ve bütünleşme önerisidir.”

AYASOFYA’NIN CAMİYE DÖNÜŞTÜRÜLMESİ

AKP’nin “Avrupa Birliği’ne tam üye olmak bizim stratejik hedefimizdir” derken Ayasofya’yı camiye dönüştürmesi, dış politikada sorun yaratacak yaman bir çelişkidir. Kısmen cami ama genelde müze olarak hizmet veren Ayasofya’nın 86 yıl sonra camiye dönüştürülmesinin iç politikaya yönelik mesajı ise “Laiklik tasfiye edilecek”tir. Diyanet İşleri Başkanı’nın elinde kılıçla minbere çıkıp hutbe okuması da bunu tamamlayan sembolik değeri yüksek bir davranıştır.

Cuma hutbesini elinde kılıçla okumak, fethedilen bir Hıristiyan ülkesinde mevcut bir kliseden dönüşmüş bir camide uygulanan ve “yerli halka” gözdağı vermek için kullanılan bir Türk-İslam geleneğidir. Sultanahmet, Süleymaniye veya Çamlıca camilerinde hocalar kılıçla minbere çıkmaz. Çünkü o camiler kılıçla alınmamış, fatihler tarafından inşa edilmiştir.

Demek ki, Ayasofya’nın müzeden camiye dönüştürülmesi, bazıları tarafından yeni bir fetih olarak değerlendirilmektedir. Tüm dünyada “İslam’dan korkma” (İslamofobi) yaygınlaşırken “barış dinidir” denilen İslam’da hutbe okuyacak hocanın elinde “savaş” sembolü kılıçla minbere çıkması talihsizliktir.

Bu eski geleneği ihya etmenin amacı sakın “Burası müze olarak kalsın” diyen laiklere gözdağı vermek olmasın?

Bakalım kılıç, ne zaman sol elden sağ ele geçecek?

Son söz: Nasıl biliniyorsan, öylesindir.