Bu topraklarda bağımsızlığa, ulusal birlik ve bütünlüğe, çağdaşlığa, laikliğe, akla ve bilime, özgürlüklere, fırsat eşitliğine, liyakate, kadın haklarına, meclisin ve hukukun üstünlüğüne, barışa ve demokrasiye sahip çıkmak Cumhuriyete sahip çıkmakla başlar


4 gün sonra Cumhuriyet Bayramı... 4 gün sonra Cumhuriyetimizin 98. yılını kutlayacağız.  Bu nedenle bu hafta, İslam dünyasındaki ilk laik Cumhuriyetten, Atatürk’ün esiri, bizim Cumhuriyetimizden söz edeceğim.

ATATÜRK’E GÖRE CUMHURİYETİMİZ

Türkiye’de Cumhuriyet, başından beri iki anlamda kullanılmıştır. 1. Egemenliğin kayıtsız şartsız milletin olduğu siyasi rejim; halk yönetimi; 2. Siyasetten hukuka, eğitimden kültüre bütün bir hayat biçimini değiştiren yeni düzen, yeni devlet...

Atatürk, Cumhuriyet kavramını her iki anlamıyla da kullanmıştır. Atatürk öncelikle Cumhuriyeti, “Halkçılık” ve “Demokrasi”nin bir gereği olarak görmüştü. Örneğin, 1930’da “Vatandaş İçin Medeni Bilgiler” kitabında, “Demokrasi (Halkçılık)” başlığı atında, “Demokrasi esasına dayanan hükümetlerde hâkimiyetin halka, halkın çoğunluğuna” dayandığını belirterek, “Demokrasi prensibinin en çağdaş ve mantıki uygulamasını sağlayan hükümet şekli cumhuriyettir” demişti. Cumhuriyetin 10. yılında da “Cumhuriyet demek, demokrasi sistemiyle (yönetilen) devlet şekli demektir. Biz cumhuriyeti kurduk; o, on yaşını doldururken demokrasinin bütün icaplarını sırası geldikçe uygulamaya koymalıdır” demişti.

Atatürk, Cumhuriyeti, bir siyasal rejim olmanın ötesinde, yeni devlet düzeni, yeni hayat görüşü olarak geniş anlamıyla da kullanmıştır. Örneğin bir keresinde şöyle demişti: “Cumhuriyet, yeni ve sağlam esaslarıyla Türk milletini emin ve sağlam bir istikbal yoluna koyduğu kadar, asil fikirlerle ve ruhlarda yarattığı güvenlik itibarıyla, büsbütün yepyeni bir hayatın müjdecisi olmuştur.” Bir keresinde de “Çağdaş bir Cumhuriyet kurmak demek milletin insanca yaşamasını bilmesi, insanca yaşamanın neye bağlı olduğunu öğrenmesidir” demişti. Başka bir konuşmasında ise “Cumhuriyet düşünce serbestliği taraftarıdır...” demişti. (Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 70-71)

Atatürk’e göre “Cumhuriyet imkân demektir. Cumhuriyet, yalnızca adıyla bile fert hürriyetini aşılayan sihirli bir aşıdır. Görülecektir. Cumhuriyet imkânları olan her memleket hürriyet davasında er geç muvaffak olacaktır. Cumhuriyet kendisine bağlı olanları en ileri zirvelere götüren imkânları verir. Bağımsızlık ve hürriyetine sahip olan milletler ilerleme yolunda imkânlara sahip demektirler. O halde cumhuriyet, her alanda ilerlemenin de en belirgin teminatıdır.

Atatürk’e göre “Cumhuriyet, ahlaki fazilete dayanan bir iradedir. Cumhuriyet fazilettir.” (Kocatürk, s. 70-71)

Cumhuriyetimizin Ruhu: Laiklik


29 Ekim 1923’te, 1921 Anayasası’nın 1. maddesine “Türkiye Devleti’nin hükümet şekli cumhuriyettir” cümlesi eklendi. Böylece Cumhuriyet ilan edildi. Cumhuriyetin gerektirdiği “kayıtsız şartsız milli egemenliği” gerçekleştirmek için bu egemenliğin önündeki kayıt ve şartlar; saltanat, hilafet ve dinsel hukuk kaldırıldı. Böylece 600 yıllık teokratik monarşiden, 10 yıllık meşruti monarşiden cumhuriyete geçildi.

Cumhuriyet sayesinde egemenlik “saraydan” alınıp asıl sahibine, “millete” verildi. Böylece her şeyden önce egemenliğin kaynağı değişti; dinsel hukuk kaynaklı halife/sultan egemenliğinin yerini, pozitif hukuk kaynaklı millet egemenliği aldı. Ayrıca zamanı gelince (1928’de ve 1937’de) anayasa laikleştirildi, böylece ruhu itibarıyla zaten laik olan cumhuriyet, niteliği itibarıyla da laik hale getirildi.

Atatürk, Laik Cumhuriyetin temeline “manevi mirası” olarak adlandırdığı “akıl” ve “bilimi” yerleştirdi. Türkiye’de Laik Cumhuriyet sadece “ulusun egemenliğini” değil, onunla birlikte “aklın egemenliğini” de sağladı. Bu nedenle Laik Cumhuriyetimiz akıl ve bilim ekseninde çağdaşlaşmacıdır, aydınlanmacıdır. Cumhuriyetimiz Atatürk’ün “dinamik devrim” ideali çerçevesinde kendini yenileme özelliğine sahiptir.

Cumhuriyetimizin özü, ruhu laiktir. Bu nedenledir ki Atatürk, siyasi hayatta bir taraflı olarak daima aradığı ve arayacağı temelin “Laik Cumhuriyet” olduğunu belirtmiştir. Cumhuriyetimiz laik niteliğini kaybettiğinde özünü, ruhunu kaybetmiş olacaktır.

Tan, 29 Ekim 1937

Cumhuriyetimiz Halkçıdır, Ulusçudur, Yurttaşlık Bilincine Dayanır


Cumhuriyetimiz, kuldan birey, ümmetten millet (ulus) yaratmıştır. Atatürk, dağılıp parçalanan çok uluslu bir ümmet imparatorluğunun yıkıntıları arasından Kurtuluş Savaşı’yla çekip çıkardığı Türk ulusunu, cumhuriyet ile “yurttaş” haline getirmiştir.

Cumhuriyet uluslaşmamızı sağlamıştır. Uluslaşma kolay olmamıştır. Atatürk, vatanı elinden alınmak istenen bir halkı, üstelik tüm farklılıklarına rağmen, Kurtuluş Savaşı’nda, “bağımsız vatan” ortak hedefiyle bir araya getirmeyi başarmıştır. Önce bir halk meclisi, sonra bir halk ordusu kurmuş; bu halk meclisiyle ve halk ordusuyla Kurtuluş Savaşı’nı kazanmıştır. Böylece halk, kendi temsilcilerinden oluşan halk meclisiyle, kendi içinden çıkardığı halk önderiyle, kendi kurduğu halk ordusuyla, emperyalist işgale karşı kendi “halklı” ve “haklı” savaşını vermiştir. Bu halkın en azından önemli bir bölümü, yüzyıllardır belki de ilk kez, Kurtuluş Savaşı sırasında, sarayın/sultanın ağzına bakmadan, eylemli olarak kendi kaderini kendi eline almıştır. İşte Atatürk için Cumhuriyetin öznesi, kendi kaderini kendi eline almış olan bu halktır. Atatürk attığı her adımda “halk iradesini” vurgulamıştır. Mecliste, anayasada, bildirilerde hep “halk egemenliğinden” söz etmiştir. 18 Kasım 1920’de TBMM’ye bir “Halkçılık Programı” sunmuştur. 9 Eylül 1923’te “Halk Partisi”ni kurmuştur. 1932’de “Halkevleri”ni açmıştır. Başından beri halkın uluslaşma sürecini başarıyla yöneten Atatürk, egemenliği asıl sahibine, millete vermenin zamanı geldiğini gördüğünde önce saltanatı kaldırıp sonra cumhuriyeti ilan ederek sarayın kullarını cumhuriyetin yurttaşlarına dönüştürmüştü. Gerçek şu ki, bu dönüşüm, –koşulları çok iyi değerlendirip doğru zamanlarda doğru adımları atan- Atatürk’ün eseridir. Atatürk olmasa, 1920’lerin Türkiye’sinde böyle bir dönüşümün gerçekleşmesi, saltanatın ve hilafetin kaldırılması, cumhuriyetin ilan edilmesi mümkün değildi.

Kurun, 29 Ekim 1936


Cumhuriyet sayesinde saray saltanatı, yabancı soylu egemenliği yıkılmış, yüzyıllardır fetih peşinde cepheden cepheye sürülen, vergi yükü altında ezilen, buna karşın merkezden çevreye itilen halk, devlet kademesinde, okulda, işte, mahkemede, sokakta... her alanda kendi devletinin “eşit yurttaşı” haline gelmiştir. Şüphesiz ki bu dönüşüm belli bir zaman almıştır. Bu süreçte halk önce meclis fikrine, meclis üstünlüğe, sonra siyasal partiye ve siyasal katılıma alıştırılmış, bu sırada eğitimden sağlığa, ekonomiden kadın haklarına kadar bir dizi altyapı devrimi yapılmış, 27 yıllık tek partili dönemin ardından, 1950’de serbest seçimlerle kansız, kavgasız biçimde çok partili demokrasiye geçilmiştir. 600 yıllık monarşiden, 10 yıllık meşrutiyetten sonra 27 yılda gerçekleştirilen bu dönüşüm küçümsenmeyecek bir başarıdır. Bu süreçte yaşanan sorunlar, yapılan yanlışlar, olağanüstü durumlarda alınan olağanüstü kararlar devrimin doğasında vardır.

Cumhuriyet, eski ümmet bilincinden yeni ulus bilincine geçişi sağlarken siyasal, sosyal, kültürel, tarihsel ortaklıkları dikkate almıştır. Atatürk’ün ifadesiyle “Ulus, zengin bir anı mirasına sahip, birlikte yaşamak konusunda ortak ve içten bir istek gösteren, sahip olunan mirası korumada iradelerini birleştiren insan topluluğudur.” Atatürk, Türk ulusunun özelliklerini “siyasal varlıkta birlik, dil birliği, yurt birliği, ırk ve menşe (köken) birliği, tarihsel ve ahlaki akrabalık” diye sıralamıştır (Afet İnan, Mustafa Kemal Atatürk’ten Yazdıklarım, Ankara, 1969, s.12)Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına; Türk milleti denir” diyen Atatürk, farklı kökenlerden gelseler de Cumhuriyetin eşit yurttaşlarını –kendi ifadesiyle- “Türkiye halkını”, Türk milleti” olarak adlandırmıştır. Cumhuriyetin 1924 Anayasası’nın 88. maddesinde de ulus, “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibarıyla Türk denir” şeklinde tanımlanmıştır. Dolayısıyla Cumhuriyetimizin ulus anlayışı “ırkçı”, “dinci” ve “ayrıştırıcı” değil, hukuk, kültür, tarih, dil, aidiyet duygusu ve yurttaşlık bilinci etrafında şekillenmiş birleştirici, bütünleştirici, kavrayıcı, kapsayıcı ve barışçı bir anlayıştır.

Atatürk’ün ifadesiyle uluslaşma Cumhuriyet bayrağı altında gerçekleşmiştir. Şu sözler Atatürk’ündür: “Bu kadar matemler ve felaketler geçirdikten sonra elbette Türk öğrenmiştir ki, vatanı yeniden yapmak ve orada mesut ve hür yaşayabilmek için mutlaka egemenliğine sahip çıkmak ve Cumhuriyet bayrağı altında bütün evlatlarını toplu ve dikkatli bulundurmak lazımdır.” (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, II, s. 180)

Ulusal bütünlüğü korumak ne pahasına olursa olsun Cumhuriyet bayrağını dalgalandırmakla mümkündür.

Cumhuriyetimizin Özellikleri


- Cumhuriyetimiz, saray saltanatının yerine kayıtsız şartsız millet egemenliğini sağlamıştır.

- Cumhuriyetimiz meclis üstünlüğüne ve parlamenter sisteme dayanır.

- Cumhuriyetimiz kuldan birey ümmetten millet yaratmış; halkı uluslaştırmıştır.

- Cumhuriyetimiz egemenliğin kaynağını değiştirmiş; dinsel egemenliğin yerine dünyevi egemenliği geçirmiştir, Cumhuriyetimizin ruhu ve özü laiktir.

- Cumhuriyetimiz akıl ve bilim ekseninde çağdaşlaşmacıdır, aydınlanmacıdır.

- Cumhuriyetimiz özgürlükçüdür. (Saray karşısında milletin, dogma karşısında aklın, erkek karşısında kadının özgürlüğünü sağlamıştır.)

- Cumhuriyetimiz bağımsızlıkçıdır, bizim Cumhuriyetimiz bir bağımsızlık savaşının kızgın ateşinde harlanmıştır.

- Cumhuriyetimiz halkçıdır.

- Cumhuriyetimiz demokrasiyi hedefler, demokrasiyle bütünleşmeyi amaçlar.

- Cumhuriyetimiz yurttaşlık bilincini esas alır.

- Cumhuriyetimiz eşitlikçidir; fırsat eşitliğini sağlamıştır.

- Cumhuriyetimiz barışçıdır.

- Cumhuriyetimiz gençlere emanet edilmiştir.

- Cumhuriyetimiz devrimcidir, gelişime ve değişime açıktır.

Akşam, 29 Ekim 1938


Sözün kısası; Cumhuriyetten önce toprak padişahın mülkü, halk sarayın kulu, egemenlik hanedanın hakkıydı. Cumhuriyetle birlikte toprak milletin vatanı, halk hukuk önünde eşit yurttaş, egemenlik de kayıtsız şartsız milletin oldu. Turgut Özakman’ın deyişiyle, “Bu bir Doğu ülkesi için hayal bile edilemez, emsalsiz, olağanüstü, mucize bir devrimdir.” Bu nedenledir ki Atatürk, “en büyük eserinin” Cumhuriyet olduğunu söylemişti.

Bu topraklarda bağımsızlığa, ulusal birlik ve bütünlüğe, çağdaşlığa, laikliğe, akla ve bilime, özgürlüklere, fırsat eşitliğine, liyakate, kadın haklarına, meclisin ve hukukun üstünlüğüne, barışa ve demokrasiye sahip çıkmak Cumhuriyete sahip çıkmakla başlar. Cumhuriyet olmazsa bunların hiçbiri olmayacaktır. Cumhuriyete düşmanlık, bütün bu değerlere düşmanlıktır.

Cumhuriyet Bayramımız şimdiden kutlu olsun. Nice 98 yıllara...