“Arkadaşlar! Milletten çok şey istemeye hakkımız yoktur. Millete vazife yapmaya mecburuz...”1

“Bana çok cimri, yemez, içmez diyorlar. Hepsi tamamıyle yanlıştır. Ben luzumsuz para sarfetmenin aleyhindeyim. Mesela otomobilim var, Ford... Mercedes’e de binebilirim, daha iyilerine de. Fakat onu kabul etmiyorum kendim için! Doğru değil...

Amma bir lise yaptıracaksın, bir hayır işi yapacaksın, bir üniversite yaptıracaksın ne bileyim memlekete faydalı bir iş yaptıracaksın. Ondan parayı hiç esirgemem. 10 milyon, 20 milyona bir şey demem, 20 lira için kıyameti koparırım. Sistem bu...”2

“Kamu kurum ve kuruluşlarının giderlerinden tasarruf sağlanması, bürokratik işlemlerin azaltılması ve resmi taşıtların etkin kullanımına ilişkin olarak aşağıdaki tedbirlerin alınması gerekli görülmüştür.

Oluşturulan taşıt havuzlarından, makamca, günlük çalışma saati dışında ve tatil günlerinde görevde bulunmasına ihtiyaç duyulan personelin işyerine geliş ve gidişleri için birbirine yakın güzergahta bulunanların aynı araçtan yararlanmaları sağlanmak suretiyle servis aracı tahsis edilecektir...

Yılbaşı ve bayram dönemlerinde kamu görevlileri tarafından gönderilecek tebrik, telgraf ve benzeri posta hizmetlerine ilişkin kağıt, baskı, posta ve benzeri giderler hiçbir şekilde kurum ve kuruluş bütçesinden ödenmeyecek!”3

***

Size, bizzat tanıyıp kısa sürede olsa çalıştığım bir insandan sözedeceğim. Fakat, Allah rahmet eylesin artık aramızda değil...

Bu büyüğüm büyük bir şirketin tepe noktasındaydı. Tanımıyordum ama uzaktan izliyordum. İlkeli, dürüst ve yenilikçiydi. En belirgin özelliği, birlikte çalıştığı insanlara kendilerini mutlu ve güvende hissettirmesiydi. Çalışanlar da işin hakkını veriyor, kurumu yüceltmek için ellerinden ne geliyorsa yapıyorlardı o zamanlar. Tepe yöneticisi, şirketin kendisine verdiği primleri, gelen çeşitli armağanları bile çalışanlarına dağıtıyordu! Gel zaman git zaman bu yönetici görevinden ayrılıp, kendisi bir şirket kurdu. Ben işte bu aşamada tanıdım onu. Fakat, çok farklıydı artık. Kendi primini bile çalışanlarına pay eden kişi değildi...

Uzatmayacağım. Başkasının şirketindeyken eli açık, kendi şirketini açınca eli pek sıkı olmuştu.

Çünkü, dünyanın en kolay işidir başkasının parasını harcamak...

***

Osmanlı’da cuma namazlarını kılmak üzere merasimle camiye gitmelere ‘Cuma Alayı’ denirdi. Padişahların halkla doğrudan yüzyüze geldikleri önemli bir törendi cuma selamlıkları. Teşrifati Efendi’ler vardı ve tüm törenleri olduğu gibi Cuma Alayı’nı da onlar organize ederdi. Mesela, padişahın camiye gideceği yollardaki bozukluklara bile kum döktürüp düzelttirirlerdi! Padişah, camiye karayolu ile gidecekse at sırtında, cami deniz kıyısında ise saltanat kayığı ile giderdi.

Cuma selamlığı sırasında ilmi, askeri ve mülki erkan da mutlaka hazır bulunurdu. İçte ve dışta devletin itibarından tasarruf olmazdı... Bu gelenek saltanat yıkılana dek devam etti...

Biz saltanat döneminin bittiğini sanıyorduk. Meğer devam ediyormuş!

Nereye varacağımı çoktan anlamışsınızdır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi, yani bizim meclisimizin Başkanı Prof. Dr. Mustafa Şentop’a varacağım...

Bayramı memleketi Tekirdağ’da geçirdi sayın Şentop. Cuma günü de namaz için beraberinde vali ve mülki erkan ile birlikte Süleymanpaşa Eski Camii’ne gitti.

Gidişin videosu var... YouTube’a girip “Bree... bu ne be” yazın, karşınıza çıkıyor!

Bir, iki, üç, dört, beş, altı, yedi, sekiz, dokuz, on, onbir, on iki, on üç, on dört, on beş, on altı, on yedi, on sekiz, on dokuz, yirmi, yirmi bir, yirmi iki, yirmi üç, yirmi dört... Uzayıp gidiyor konvoy!

Sokağa çıkma yasağı var. Bir Tekirdağlı içişleri bakanının ‘cep telefonu ile kamu görevlisine ait görüntü almak, paylaşmak yasaktır’ genelgesini hiçe sayıp balkonundan çekim yapmış. Bunu yaparken de gizleyemiyor şaşkınlığını Şentop’un da iyi bildiği yöreye has şivesiyle, “Bree... bu ne be?” diyor...

Sahiden sayın TBMM Başkanımız bu nasıl bir konvoy böyle?

Camiye gidiyorsunuz... Allah kabul etsin. Hafız bir babanın evladısınız, imam hatip mezunuzunuz! Siz duayı da iyi bilirsiniz de, namazdan sonra ellerinizi açıp, “Allahım sen büyüksün. Yaptığım yanlışlar varsa beni affet, beni doğru yoldan ayırma” diyeceksiniz.

Peki, cami yolunda en önde sizinki ardı arkası kesilmeyen ve şu fakir ama gönlü bol milletin paralarıyla alınan, depoları onun alın teri ile doldurulan makam arabası saltanatı doğru yol mu acaba?

İnsan geçmişte yaşayan padişahlarımız için üzülüyor tabi! Makam aracı olarak ‘tek beygir’ gücüyle gidiyorlardı cumaya. Şimdiki makam araçları öyle mi ya. En az 530 beygir gücünde...

***

Dip not:

(1) Türkiye Cumhuriyeti Büyük Millet Meclisi’nin ilk Meclis Başkanı Mustafa Kemal Atatürk.

(2) 32. Gün’de rahmetli Mehmet Ali Birand ile söyleşi yapan Türkiye’nin en zengin işinsanı rahmetli Vehbi Koç.

(3) 18 Ocak 2007 perşembe, Resmi Gazete. Konu: Tasarruf Tedbirleri. İmza: Başbakan Recep Tayyip Erdoğan...