Erdoğan, Dolmabahçe Sarayı’nda sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri ile biraraya geldiği iftar programında konuştu. Sivil toplum kuruluşu Anadolu Kültür’ün kurucusu Osman Kavala’ya kesilen cezaya değindi, ona müebbet veren hakimleri eleştirenleri topa tuttu!

Konuşmanın bir bölümü ilginçti! Şunları dedi...  

“Hatırlayın o geceyi... Bira kutularıyla Dolmabahçe Camii’nin içinde oturan o müptezeller loderler(yükleyici kepçe) vasıtasıyla camiden taaa buradaki(Dolmabahçe Çalışma Ofisi) makamımıza kadar kanallar açmak suretiyle geldiler! Ondan sonra da Gezicilerle beraber Taksim Meydanı’na yürüdüler...”

Kanal hikayesinin Dolmabahçe Sarayı’nda anlatılması, hikayeyi anlatanın da koskoca Cumhurbaşkanı olması herkesi olduğu gibi beni de düşündürüp eskilere; Osmanlı’nın şaşalı dönemlerine, savaşların seyrini değiştiren Lağımcı Ocağı zamanlarına götürdü! 

***

Osmanlı’da lağımcılık, mühendislik yolunda ilerlemeyi sağlayan önemli mesleklerden biriymiş. Lağımcı Ocağı’na mensup her bir neferin, geometri ve mimaride ilim sahibi olması şartmış. Lağımcılar kale kuşatmalarında, meydan savaşlarında gidişatı değiştirirmiş.

Savaş olmasa da çalışırlarmış. 1734 yılında İstanbul Lağımcıları, Sadabad Mahallesi’nde tatbikat yapmış, Sultan I. Mahmud bizzat izleyip gördüklerinden etkilenmiş.

Her işin başı olur da lağımcıların olmaz mı? Lağımcıların amirine, bugün mesela bir yöneticiye falan söylesen hır çıkar: ama o zamanlar Lağımcıbaşı deniyormuş! Lağımcıbaşının maaşı, bugünün bir bakan maaşıymış. 18. Yüzyıl başında 24 bin 500 akçe alıyormuş Lağımcıbaşı Mustafa!

Lağımcılar yerin altında oturur vaziyette çalışıyorlarmış. Köstebek ya da sıçanyolu olarak adlandırılan tüneller kazıp, bazen yerin birkaç kat altına kadar iniyormuş.

Kandiye kuşatması sırasında Kandiye’de bulunan Fransız general Vauban, ülkesine dönünce gözlemlerini yazmış. Lağımcılık işi Avrupa’daki tüm ordulara yayılmış.

Savaşan taraflar altlarını oyan lağımcı olup olmadığını anlayıp önlemek için özel teknikler kullanmış. Kale içinde kanal kazılabilecek yerler belirlenip buralara içi su dolu leğenler ya da davullar konulurmuş. Davulların üzerine de titreşip alarm versin diye darı taneleri serpilirmiş.

Lağım kazıldığı saptandığında ise kanalın ağzına eşek beyni ve sidiği konulup ateşe veriliyormuş. Kanalda havasız kalan lağımcılar pis kokudan zehirlenip, saf dışı bırakılıyormuş!

***

Rahmetli babam eskiden Tercüman gazetesi alır, akşamları eve getirip bana meydan savaşlarının, kale fetihlerinin anlatıldığı Osmanlı kahramanlık hikayelerini okurdu!

Hey gidi hey, ne günlerdi! Hiç unutmam bir gün okuması bitmiş, benim gözlerim fal taşı gibi açılmışken, “Söyle bakalım, sen olsan bu savaşta kaleyi nasıl alırdın” diye sordu. Duyduklarımdan öyle etkilenmiştim ki, yanıtı yapıştırdım: Tünel kazar, kaleye girerdim!

Kendi çocukluğum diye demiyorum, cin gibiymişim maşallah! 

Meğer Osmanlı’nın en özel kuvvetiymiş Lağımcılar! Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi’nde Filiz Yıldırım’ın ‘Osmanlı Devleti’nin Yer altı Savaşçıları: Lağımcılar’ makalesinden okudum bunları...

Ellerinde bira kutuları olduğu halde Geziciler Dolmabahçe Camii’nden taaa Dolmabahçe Çalışma Ofisi’ne kadar 1.8 kilometrelik mesafede milyonların, MİT mensuplarının, on binlerce polisin, o vakitler AKP’liydi binlerce belediye görevlisinin gözü önünde loderler vasıtasıyla kanal aça aça gitmese, bunu Cumhurbaşkanımız paylaşmasa dünyadan haberimiz olmayacaktı valla!

Modern zaman Gezici lağımcıların yer altı taarruzları nasıl önlendi? Onca hafriyatı Kabataş’tan gelen üstleri çıplak deri eldivenliler ceplerinde mi taşıdı? Tarihçiler bir gün yazar öğreniriz belki!

Eee, ağaç kovuğundan çıkmadı bu millet... Gezicisi, oturup izleyeni, soya çekiyoruz bir şekilde! Dünyaya nam salmış yer altı savaşçıları, lağımcıların torunları olarak Dolmabahçe’den Beşiktaş’a görünmez kanal, Karadeniz’den Marmara’ya çılgın kanal açıyoruz! Bu iş genlerimizde var!