Ekranda iki adam. Oval Ofis’te, Amerikan halkının gözlerinin önünde dünya tarihinin en ironik sahnelerinden biri yaşanıyor:
Biri, Nelson Mandela’nın dava arkadaşı; diğeri, kendi ülkesinde başlattığı “beyaz sığınmacı kampanyası”yla bilinen eski emlak kralı.
Cyril Ramaphosa ve Donald Trump.
★★★
Oval Ofis’te spotlar yanıyor, kameralar dönüyor.
Beyaz Saray’daki lider görüşmeleri artık diplomasi değil, birer reality şovu.
Trump ekranı çok iyi biliyor. Reyting rekoru kıran ‘Çırak’ programındaki gibi milyonların gözü önünde “You’re fired!” (Kovuldun!) demek istiyor. Fırsat kolluyor.
Çabuk sinirlenen Ukrayna lideri Zelenskiy, o zevki ona tattırmıştı. Şimdi gözüne ‘apartheid’ sonrası Güney Afrika’yı yeniden inşa eden adamı kestirmiş. (Apartheid: Irkçı ayrımcılığı yasal hale getiren, Güney Afrika’da 1948–1994 arası uygulanan beyaz azınlık rejimi)
★★★
Kameraların karşısında başlıyor tiradına:
“Güney Afrika’da beyaz çiftçilerin kafaları kesiliyor. Bu bir soykırım.”
Cümleyi kurarken yüzünde o tanıdık öz güven; kaynak yok, veri yok, istatistik yok.
Sadece bir kare fotoğraf... O da sonradan anlaşılıyor ki Kongo’da çekilmiş.
Amacı apartheid sonrası dönemi, beyazların baskı altında olduğu “kurgusal bir Güney Afrika” hikâyesiyle anlatmak.
Kime?
Apartheid’la savaşmış bir adama.
Mandela’nın yanında 1990’larda rejimin tasfiyesi için müzakere masasına oturmuş kişiye.
Siyahi bir avukata, işçilerin hak mücadelesinden gelen bir devlet başkanına...
Trump, Ramaphosa’ya apartheid anlatıyor.
Hem de tersinden. “White genocide!”
Ama umurunda değil.
Çünkü burada gerçekler değil, reyting önemli.
★★★
Ramaphosa o an sert bir karşılık verip “Peki nerede yaşanmış bu kafası kesilen beyaz çiftçi olayı?” dese, sahne Zelenskiy vakasına dönecek.
Trump zaten bunu bekliyor: Bir çatışma, bir manşet, bir viral an.
Ama Ramaphosa onunla aynı oyunu oynamıyor.
Onun yerine, sessizce gülümsüyor ve basın karşısında konu ne zaman Trump’ın Katar’dan hediye olarak aldığı Boeing 747 jetine geldiğinde, diyor ki:
“Bizim de paramız olsa, biz de size bir uçak hediye ederdik.”
Bunun anlamı şu:
“Bizden rüşvet bekliyorsun ama bütçemiz yok.”
Trump ne yapıyor peki?
Hiç utanmadan, gülerek karşılık veriyor:
“Verseniz alırdım.”
★★★
Tanrım...
Nasıl bir döneme doğduk?
Beyaz Saray’da Mandela’nın dostuna apartheid anlatılıyor,
Üstelik apartheid’i uygulayanların mağdur ilan edildiği bir senaryoyla.
Sahne hazır, ışıklar açık.
Trump konuşuyor, hakikat susuyor.
Ve biz hâlâ buna “liderler zirvesi” diyoruz.
“Gerçeklerin çarpıtıldığı yerde özgürlük sessiz kalır” demiş Nelson Mandela...
Soğuk Savaş bitti mi sandınız?
10 yıl önce, Soğuk Savaş hakkında bir kitap, tarihçi Vladislav Zubok’un deyimiyle “tehlikeli ama geçmişte kalmış zamanlara dair bir kayıt” olurdu.
Oysa bugün, ABD yeniden Rusya ve Çin ile rekabet içinde kilitlenmişken; ‘nüfuz alanı’ ve ‘vekalet savaşı’ gibi ifadeler yeniden dilimize girmişken, 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılmasının ardından geçen üç 10 yıllık büyük güç çatışmalarından uzak tatil dönemi artık açıklanması gereken bir istisna gibi görünüyor. 1945’ten sonra kurulan düzen çöküyor.
İngiliz Finacial Times önermiş. The Cold War’da (Soğuk Savaş), Zubok ABD ile SSCB arasındaki çatışma döneminin tarihini ele alıyor ve bu çatışmanın yalnızca 1945 sonrası dünyayı nasıl şekillendirdiğini değil, aynı zamanda bugün ortaya çıkan “yeni dünya düzensizliğiyle” olan paralelliklerini de inceliyor.
Küba’dan Vietnam’a, Berlin’den Moskova’ya uzanan kriz noktaları zaten anlatılmış olabilir; fakat Zubok’un yaptığı şey, bu olaylara bugünün gözüyle ve soğukkanlı bir tarihçinin sezgisiyle yeniden anlam kazandırmak.
Financial Times’ın da yazdığı gibi, bu kitap sadece geçmişe dönük bir okuma değil, bugünün krizlerini anlamak için “tam zamanında”
bir çağrı.