On paralık çıkarlar uğruna kişiliklerini yitirmiş, göz ve idrakleri kararmış, kimi iktidar milletvekilleri, bilgin-aydın kimlikli yaratıklar, tasmalanmış yazar-çizerler Türkiye’nin nasıl bir felakete sürüklendiğini görmüyorlar mı?
Bunlar içinde dürüst kalmış, göbek bağı, çıkar ilişkisi olmayan bir Allah’ın kulu çıkıp da “yahu ne yapıyorsun kendini de bizi de, ülkeyi de felakete götürüyorsun, sen aklını mı kaçırdın?” diyemiyor.
Bu harami güruhu 17-25 Aralık “rüşvet ve hırsızlıkların” hesabı sorulacak diye bir panik ve ölümcül bir korku içinde feleklerini şaşırıyor.
Adama sorarlar; madem bu kadar korkacaktınız, neden daha önce “Allah’tan korkmayıp” yetim hakkı yediniz, ülkeyi soyup, soğana çevirdiniz?
Yıllarca “beraber yürüdükleri bu yollarda” şimdi tümü kurtuluşu erken seçimde buluyorlar.
AKP’nin iktidar gücünü kaybettiği an herkesin panik içinde, birbirini ihbar edeceği, yolsuzluk dosyalarının TIR’larla mahkemelere taşınacağı, Bir TIR dolusu suç dosyası sadece Melih GÖKÇEK’e ait olacağı gerçeği bir habis ur gibi beyinlerini kemiriyor.
Bu düşünce ve inançla; tüm “hırsızlar, uğursuzlar”, “milletin anasına küfreden ihale virüsleri”, “illerini parsel parsel satan belediye başkanları”, yandaş vurguncu soyguncular “kurtuluşu” Tayyip Erdoğan’ın kaderine bağlıyor.
RTE ne yapar eder kendisini de bizi de kurtarır inancıyla onun eteğine sarılmaktan medet umuyorlar.
Ancak yapılan tüm seçim anketlerinde AKP oylarında artış değil düşüş olduğu görülüyor.
Bu koşullarda bir erken seçimle Türkiye’ nin kan gölü haline geleceği, ekonominin çökeceği, ülkenin telafisi imkansız bir badireye sürükleneceğini bile bile yine de illa da erken seçim diyenlerin “iktidardan düşmemek için “her türlü yolsuzluk, hukuksuzluk ve melanetleri eksik etmeyeceklerine inanılıyor. Şöyle ki:
Devletin maddi, manevi tüm imkanları seferber edilecek, “vatandaşa gavat diyen valiler”, “parselci belediye başkanları”, “molla kaymakamlar”, “kaçak saray demirbaşı muhtarların” AKP militanı gibi çalıştırılacağı,
Başta TRT ve tasmalanmış medyaya kaçak sarayın “milis mücahitleri” olarak görev yaptırılacağı,
Başbakan ve Cumhurbaşkanı örtülü ödemelerinin AK saray çıkarları uğruna sebil gibi dağıtılacağı,
Tayyip Erdoğan’ın yine elinde Kur’an, devlet gücüyle mitingler yapacağı,
Gerekli yerlerde oyların yakılacağı, mükerrer oylar kullandırılacağı,
Özellikle Tayyip Erdoğan’ın “Anayasa-Kanun-Nizam” tanımaz eylemlerini onaylayan, aldığı talimatla seçim tarihini 1 Kasım olarak belirleyen YSK’nın bu sicille “kedilerin trafolarla birlikte bu kez YSK binasına da” gireceğine kesin olarak bakılıyor.
Önceleri İmralı’yla AKP hükümeti arasında “ne istediniz de vermedik” anlaşması yapılıyor. Erdoğan’ın bilgi ve talimatıyla düzenlenen 12 maddelik Dolmabahçe anlaşmasını (MHP’den gelecek milliyetçi oylara göz diktiği için) yine kendisi dinamitliyor. Bunun üzerine Demirtaş meydanlarda seni başkan yaptırmayacağız diye karşı saldırıya geçiyor.
Ancak, seçimde beklenenin aksine AKP oyları HDP’ye kayınca bu kez tüm politikası “HDP’yi baraj altı bırakmaya” kurgulanıyor.
Bunun için Güneydoğu cezalandırılıyor. Şehitlerin ardı arkası kesilmiyor. Bu kişisel hesaplaşma Türkiye’yi kana buluyor.
Bu durumda kaçak sarayın seçimden 10 gün önce son bir anket yaptıracağı, eğer AKP oyları yüzde 40’ın altına düşmüşse allem edip kallem edip iç ve dış bir bahaneyle çok istediği erken seçimi iptal ettireceği söylentileri ayyuka çıkıyor. Oysa Seçim ertelenmesinde “iç güvenlik” gerekçe olamaz. Seçimler ancak bir savaş nedeniyle o da Meclis kararıyla iptal edilebilir.
Bunun aksi bir çılgınlığa cüret etmek cinnet getirmek demektir.
Böyle bir akıl tutulması ya iç isyan ya da askeri bir darbeye davetiye çıkartmak olur ki bu durumda Türkiye, Suriye ve Irak’tan beter olur.
Ne var ki Türk halkı artık önceki Türk halkı değildir. Bıçak kemiğe dayanmıştır. Böyle bir durumda devasa bir ulusal direniş, kükreyiş ve tepkiyle Türk Milleti’nin gök kubbeyi bunların başına indireceği kuşkusuzdur.
Bu nedenle başta YSK ve TRT, “emir kulu olmuş talimatla karar veren bir kısım yargı”, “virüslü havuz medyası”, “militanlaşmış üst düzey bürokratlar, polis şefleri, belediye başkanları”, herkesin aklını başına alması, yanlış ata oynamaması gerekiyor.
Bir kişinin çıkarlarına değil, önce vatan çıkarları, demokrasi, hukuk devleti, laik Cumhuriyetten yana olmaları, hem kendileri hem de ülkenin hayrınadır.