Atatürk’ün Ankara’ya girdiği ve karşılandığı yere bir kol saati anıtı koydu Melih Gökçek...
Yüz saat heykeli yaptılar aslında kentin dört bir yanına... Saatin kayışını yapamayan memlekette bir kentsel saat şovunu anlamasak da, kol saati tam oraya denk geldi...
Atatürk’ün tam şehre girdiği yere...

*

Ben Ankara’yı severdim...
Çocukluğumdan çok uzakta, onu baba ocağının yerine koymuştum sanki... Canım her yandığında kendimi sokaklarına atışım ondandı...
Her köşesinde bir anı, her caddesinde arkadaşım banklar, her kaldırımında belki bir iki damla gözyaşı...

*

Hiçbir şey yerinde değil artık...
Çirkin aynalı binaların, alt üst geçitlerle fare yuvasına dönmüş caddelerin, arabesk süslemelerin, insanların sığmadığı kaldırımların, TOKİ eseri kişiliksiz blokların altında kalmış bir şehir...
Bir başka Ankara sanki...

*

Atatürk Orman Çiftliğine hula hop koydular, iyi mi?..
Naylondan, binip dönüyorsun...
Çiftliğin bahçeleri söküldü, ağaçları kesildi, yollarla bölüp bir kısmına işte o kaçak sarayı yaptılar...
Kalanında bir sürü çirkin bina yükseliyor, ne olduğunu bilen yok...
Atatürk’ün gezip dinlendiği söğütlü bahçesinin yerinde cam binalar var... Modern tarımı öğrettiği tarlalarında yükselen beton yığınları ile Mustafa Kemal’in Ankara halkına miras bıraktığı çiftlik yok kısacası...

*

Ve Atatürk’ün çiftliğini miras bıraktığı Ankaralılar başlarını kaldırıp sormadılar bile...
Halktan bir tek kişi olsun “Ne yapıyorsunuz?” demedi...
Üniversiteli gençler protesto etmeye kalktılar, çağrı yaptılar, kimse gitmedi... Yedi kişi kaldı orada, polis alıp götürdü...
Yedisi de Ankaralı değildi...

*

İşte; Bülent Arınç’ın o dediği:
“Parsel parsel sattılar Ankara’yı...”
Kol saati koydular yerine...
Bu şehrin insanlarının çıkmadı sesi...

*

Kaç gündür bunu düşünüyorum;
Atatürk keşke Ankara’ya gelmeseydi...