Birbirine yapışıp zincir olan ve iskelelerin ayaklarına, deniz dibinde kayalara tutunan midyeleri andırıyorlar.
Midyelerin sessizliği.
1 Kasım gelecek.
Oylarıyla konuşacaklar.
Bu kez seçim değil.
Bu kez referandum.
Kalsın mı?
Gitsin mi?
Hesap mı sorulsun?
Selama mı durulsun?
Saray’da mı otursun?
Çankaya’ya mı indirilsin?
Bu kez partilere, programa, adaylara, verileceklere, makarnaya, yağa, vaatlere, şarkılara, posterlere, yalanlara ve hatta doğrulara bile bakılmıyor.
Belediye başkanı yaptık.
Başbakan yaptık.
Cumhurbaşkanı yaptık.
Daha da istiyor.
Yeter artık.
Sessizlik bundandır.
1 Kasım seçim değil.
1 Kasım referandum.

* * *

Yine yeminini tutmadı.
Yine tarafsız kalmadı.
Yine seçim meydanında.
Yine her gün beş vakit, kendine bağlı 18 TV ekranında konuşuyor. Yine partisini, başbakanı ve milletvekillerini kullanılacak malzeme durumuna indirdi. Milletvekili olacakları tek tek seçti. Parti programına; “etkin ve dinamik başkanlık sistemine geçileceği” ilanını da koydurdu.
1 Kasım seçim olmaktan çıktı.
Referanduma dönüştü.
7 Haziran seçimlerini de aynı çizgiye taşımıştı: Onu isteyenler. Onu istemeyenler.
Yüzde 40.8’de kalmıştı.
Yüzde 59.2 istemiyordu.
Bu kez yüzde 40.8’i çok arayabilir. Rıza Sarraf Dubai’ye gitti, geldi... Bilal İtalya’ya gönderildi. Emine Erdoğan Brüksel’de alışverişe gittiği mağazayı kapattı.
Bürokrasi sindi.
İstifalar başladı.
Fatura valilere kesildi.
Rüzgar iyice döndü.
Gemi hızla su alıyor.
Türkiye uyandı, anladı:
Seçimle geldi.
Gitmek istemiyor.

* * *

Bu yüzden 1 Kasım’da “seçim görünümlü referandum” olacak. Ülkemiz Türkiye için ve bölgemiz Ortadoğu için hayırlısı; referandumla gitmesi olacak.
Ordunun eli bağlandı.
PKK’ya avantaj sağlandı.
Türkiye Irak’a benzedi.
Suriye’ye benzedi.
Afganistan’a benzedi.
Libya’ya benzedi.
Türkiye ikiye parçalandı. Ordu, kendi öz vatanında işgal ordusu görüntüsüne sokuldu. 1 Kasım seçimleri; “Kim benzetti Türkiye’yi Irak’a, Suriye’ye, Libya’ya?” sorusuna cevap arayan bir referanduma dönüştü.

* * *

1 Kasım’a 25 gün kaldı.
Anketler yüzde 40’ın altı.
Dolar kutuları, para sayma makineleri de unutulmadı. Mutfakta enflasyon patladı. İşsizlik çığ oldu. Döviz rezervi eridi. Cari açık ile ödemeler dengesi parametresi de pırpır. Türkiye IMF’lik duruma geldi, gizleniyor. 7 Haziran’da kıl payı yitirilen 18 ildeki birer milletvekilini kazandıracak oy dönüşü de ufukta görülmüyor. Güneydoğu’da dindar Kürt vatandaşların terk ettikleri gemiye yeniden binmeleri için ortada bir ciddi umut da yok. Milliyetçi muhafazakar ve milli görüşte kalmış oyların da, “etkin ve dinamik başkanlık sistemi” vaadini çok ciddiye almadıkları ortada.
1 Kasım seçim değil.
1 Kasım referandum.

Kim bu Reis?


Saldıranlar kiralık çıktı. Saldırtanlar mülk sahibi. Saldırgan başı 25’den toplam 100 bin liraya anlaşmışlar. Yumruklama, burun ve kaburga kırdıktan sonra da Emniyet Müdürlüğü’nde çay-çorba-kahve ve Osmanlı Ocakları’nın ilçe başkanlığı sözü almışlar. Devlet büyüklerimiz bize sahip çıkacak ve işin içinde “MİT, Emniyet ve Reis var” diye yüreklendirilmişler. 4 kiralık saldırganın üçü zaten iktidar partisinin üyesi. Sonuç: karakolda doğru söyler, mahkemede şaşar oldu. Saldırganlar poliste verdikleri ifadeleri mahkemede reddettiler. Kim bu Reis? Osmanlı Ocakları’nın para kaynağı ne ve koruyanı kim? Bu sorular cevapsız kaldı, dosya kapatıldı. Korkunç.