Kıt kanaat geçinmeye çalışan bir ailenin evladı olarak Kırklareli’de dünyaya geldi. Pazarcılık yaparak evine ekmek getiren bir babanın oğluydu. “Halk” adını verdiler ona, “Cumhur” dediler.

*

İmkansızlıklarla okudu, Anadolu lisesini bitirdi, 19 Mayıs Üniversitesi fen edebiyat fakültesini kazandı, fakülte Ordu’daydı, bavulu bile yoktu, bir küçücük çantaya hayatını doldurdu, gurbet yolunu tuttu.

*

Gecekondudan bozma tek göz oda evleri vardı, tam o sene, ailenin borçları yüzünden satıldı. Harçlık filan mümkün değildi yani... Kendi göbeğini kendisi kesmek zorundaydı, bir yandan okudu, bir yandan garsonluk yaptı, haftasonu tatillerinde babası gibi pazarlarda tezgah açtı, kazandığı üç beş kuruştan tasarruf edip, annesine yolladı.

*

Kendisine ayırdığı parayı kitaplara yatırırdı. Kelimenin tam manasıyla kitap kurduydu, şiirler yazardı. Mesela... “Gökyüzü herkesindir bilirsin / ama bir avuçsa, ıslaksa, karanlıksa, kötüyü söylüyorsa inadına / ağlatıyorsa beni / istemem o gökyüzünü” diye yazmıştı bir defasında... Dört sene bu boğuşmayla geçti. Türk dili ve edebiyatı bölümünden mezun oldu, öğretmen oldu.

*

Ama burası Türkiye’ydi... Öğretmen sıfatını kazanman, devletimizin nazarında öğretmen olacağın anlamına gelmiyordu! Ekstra sınava girmen, ağzınla kuş tutman gerekiyordu. Ne yapsın Cumhur? Ordu’da bir dersaneye girdi, dersane iflas etti iyi mi, parasını alamadı. Samsun’da bir dersaneye girdi, kira ödeyecek kadar bile maaş vermedikleri için, geceleri dersanenin sınıflarında yattı. Olacak gibi değildi, bu şekilde devam edemezdi. Çareyi polis olmakta buldu.

*

Türkçe öğretmeni Cumhur, mecburen polis oldu.

*

Hayalini kurduğu mesleği yapamadığı için hayatının en mutsuz dönemini yaşarken... Hayalini bile kuramadığı kadar mutlu bir döneme girdi. Nefize’yle tanıştı. Aşık oldu. Çarpıldı demek daha doğru... Arkadaşlarına anlatırken, “nihayet şansım döndü” diyordu.

*

Nefize de Trakyalı’ydı. Kırcaali’de dünyaya gelmişti, 1989’da Bulgaristan’dan Türkiye’ye göçen, Edirne’ye yerleşen bir ailenin kızıydı.

*

Polislik eğitiminde tanışmışlardı ama, Nefize de aslında öğretmendi. Çanakkale 18 Mart Üniversitesi’nde okumuş, sınıf öğretmeni olmuş, o da Cumhur gibi ataması yapılmayan öğretmenlerden olmuş, o da çareyi polislikte bulmuştu. Hem yürekli, hem bilekli kızdı.

*

İstanbul’da evlendiler.
Gelin de damat da Trakyalı olunca, varın siz düşünün düğündeki eğlenceyi... Metrekaresi küçücük ama, sevgisi kocaman bir yuva kurdular. Kızları doğdu. Mutluluklarını Elif’le taçlandırdılar.

*

Ve tayin...
Mardin’e gittiler.
Midyat’a.

*

Her yer vatan, severek koştular ama, annenin nöbeti var, babanın nöbeti var, ne geceleri belli ne gündüzleri... Elif henüz iki aylık, o ne olacak? Anneanne geldi Midyat’a, bir süre o kaldı, babaanne geldi, bir süre o kaldı, iki dünür nöbetleşe baktılar toruna... Terör azgınlaşınca, başka çare bulunamadı, Elif’i anneanne aldı, Edirne’ye götürdü.

*

Aile ilk kez parçalanmıştı.
Nefize’yle Cumhur Türkiye’nin bir ucunda, Elifçik öbür ucundaydı.

*

Can pazarının yaşandığı zorlu çalışma şartlarına, evlat hasreti eklenmişti. Burunlarında tütüyordu.

*

Aradan altı ay geçti geçmedi, Midyat’ta polis aracına saldırı düzenlendi. Bir şehit verdiğimiz çatışmada, Cumhur yaralandı. Göğsüne şarapnel parçaları isabet etmiş, ciğerine saplanmıştı.

*

Nefize, ameliyat edilen Cumhur’un başucunda günlerce oturdu. Sevdiği adamın hayatı pamuk ipliğine bağlı, bebeği desen, tee kilometrelerce uzaktaydı. Hem polis olmak, hem polis eşi olmak, hem anne olmak, böyle bir şeydi... İnsanın taşıyabileceği yükten ağırdı.

*

Arkadaşı kollarında şehit düşen Cumhur, hayata tutundu. Taburcu oldu ama, tedavisinin devam etmesi gerekiyordu. Çünkü, ciğerlerine saplanan şarapnel parçalarından bazıları büyük risk taşıyordu, çıkarılmamıştı, çıkarılamıyordu. Böyle yaşayacaktı. Bir süre daha hastanede kalmalıydı. Geçici görevle, memleketine, Kırklareli Emniyet Müdürlüğü’ne gönderildi.

*

Aslında Nefize de Cumhur’la birlikte Kırklareli’ne gelmişti ama, refakatçi raporunun süresi vardı, o süre bitince, mecburen Midyat’a görevinin başına, terörle mücadeleye geri döndü.

*

Üç kişilik aile, üçe parçalanmıştı.
Nefize Mardin’de, Cumhur Kırklareli’de, Elif Edirne’deydi.

*

Elif’e anneannesi, Cumhur’a annesi bakıyordu.
Nefize memleketin öbür ucunda tek başına kalmıştı.

*

Öğretmenlerin öğretmen olmasına izin vermeyen sayın devletimiz... Öğretmen polislerin yuvasını da kendi elleriyle dağıtmıştı.

*

Öğretmen olamayan Cumhur’un gazi olup olamayacağı da henüz belirsizdi. Çünkü, kolu bacağı kopmadığı için, gazi sayılıp sayılmayacağına resmi olarak karar verilmemişti, ki...
Nefize şehit edildi.

*

(Nefize’yle birlikte Şerife de şehit düştü. Türkiye Cumhuriyeti’nin terörle mücadelede verdiği üçüncü kadın şehit oldular. İlk kadın şehidimiz, polis Mürüvvet Akpınar, 1992’de İstanbul’da çapraz ateşle katledilmişti, İzmirli’ydi, İzmir Işıkkent Mezarlığı’nda yatıyor.)

*

(Şerife altı aylık hamileydi, dün Kastamonu’da toprağa verildi.)

*

(Selimiye Camisi’nde musalla taşı yoktur. Cenazeler eski camiden kalkar. Sadece şehit cenazeleri Selimiye’ye getirilir, portatif musalla kurulur. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez bugün Selimiye’den, portatif musalladan, kadın şehidimiz kaldırılacak.)

*

“Cumhur’uma gazilik verilirse, hiç olmazsa Elif’im ilerde rahat eder” diyordu Nefize... Gazi kızı olamadan, şehit kızı oldu Elif bebe.