Tam 10 yıl sonra gelen ikinci Mamma Mia filmi de ilki kadar renkli ve eğlencesi bol bir müzikal...
Eğer iyi bir müzikseverseniz, İsveçli pop müzik grubu ABBA’yı sevin ya da sevmeyin, en az bir düzine şarkısını neredeyse tamamına eşlik edecek kadar ezbere bilirsiniz. İşte o şarkılardan yapılan sahne müzikali “Mamma Mia!”nın sinema filmi 2008 yılında karşımıza geldi. Şahane bir Yunan adasında, iyi oyuncular, güzel müzikler ve dans sahneleriyle dolu rengarenk bir filmdi doğrusu.
“Mamma Mia!”nın ilk filminde Sophie adlı 20 yaşındaki genç kız, düğününe hazırlanırken annesi Donna’nın eski sevgilisi olan üç çekici adamı da davet eder. Sophie evlenmeden önceki günlerde hangisinin gerçek babası olduğunu öğrenmeye çalışır. Merly Streep, Colin Firth, Pierce Brosnan, Stellan Skarsgård, Julie Walters ve Amanda Seyfield’dan oluşan yıldızlar kadrosu ABBA müzikleri, deniz, güneş ve komedi, neşeyle dolu bir filmdi.
Şimdi tam 10 yıl sonra çekilen bu devam filmiyle sevdiğimiz bütün karakterler yine ABBA’nın melodik, duygu dolu şarkılarıyla geri döndüler. Ancak bir farkla; Donna (Meryl Streep) ölmüştür. Kızı Sophie annesinin bu güzel Yunan adasındaki eski evini onun anısına tatlı bir butik otel olarak yenilemeye karar vermiştir. Büyük açılış partisi için bütün sevdiklerini tekrar adaya davet eder.
Elbette bir filmi dolduracak zenginlikte bir hikaye değil bu. Üstelik ABBA’nın en popüler şarkılarını da ilk filmde zaten kullanmışlardı. Şahane oyuncular o güzelim şarkıları ustalıkla söylemiş ve belli ki bir karaoke gecesine katılmış bir grup arkadaş gibi de eğlenmişlerdi. Sadece Pierce Brosnan şarkı söylerken bir parça aksıyor gibiydi!
Yapımcılar bu sefer aynı oyunculara başka birkaç isim daha eklemişler (Andy Garcia ve Cher mesela) kalan şarkılara (birkaç tekrar şarkı da ekleyerek) yeni bir öykü oluşturmaya çalışmışlar. Özgür ruhlu, yaşam enerjisi yüksek Donna’nın gençliği ve aynı günler içinde tanıştığı üç genç erkekle yaşadıklarını filmin temel hikayesi yapmışlar. Elbette bu üç erkek ilk filmde tanıştığımız ve Sophia’nın babalarım dediği mimar Sam (Pierce Brosnan), İngiliz bankacı Harry (Colin Firth) ve İsveçli Bill’den (Stellan Skarsgaard) oluşmakta.
Bu kadar kalabalık bir kadronun bir de gençliklerini hikayeye eklemek, kağıt üstünde biraz karışık görünebilir ama film bu handikapı çok rahat aşıyor. Genç oyuncuların da önceki kadronun samimiyeti ve enerjisine kolayca uyum sağlamasının bunda büyük payı var doğrusu.
İlk filmde onca parıltının içinde Meryl Streep her türlü performansıyla bastırıyordu herkesi yine de. O yüzden gençliğini oynayan Lily James’in işi iki kat zormuş. Ama genç oyuncu bu kalabalığın içinde hiç de kaybolmuyor. Colin Firth’ün 10 yıl içinde pek de değişmemiş olması ise ayrı bir mucize!
İlk filmin atmosfer ve renkleri tamamen korunmuş. Cher’in hikayeye dahil oluşu ve assolist gibi sahneye sürülmesi ise çok şık olmuş. Açılıştaki “When I Kissed The Teacher”dan “Dancing Queen”e kadar pek çok müzikal sahnesi tekrar izleme isteği uyandırabiliyor. Ama özellikle Meryl Streep, Amanda Seyfried ve Lily James’in birlikte söyledikleri “My Love, My Life” sahnesi çok duygulandırıyor.
Hikaye yer yer zorlama hissi vermiyor değil ama ikinci bir “Mamma Mia!” filmine niye itiraz edelim ki şu vahşi zamanlarda? Rengarenk, yaşam enerjisi, aşkla ve insana dair güzel duygularla dolu bir müzikal insana gerçekten de iki saatliğine de olsa doping etkisi yapıyor.
3,5 yıldız
Mamma Mia! Yeniden Başlıyoruz
Mamma Mia! Here We Go Again
Yönetmen: Ol Parker
Senarist: Ol Parker
Oyuncular: Lily James, Amanda Seyfried, Meryl Streep, Pierce Brosnan
114 dakika, 13+
“NARCOS”UN ZAYIF BİR ÖZETİ!
Uyuşturucu baronu Pablo Escobar’ın gerçek hikayesini olduğu gibi anlatan başarılı “Narcos” dizisi yaptığı sinematografik müdahaleleri bile gerçeğe en yakın haliyle sunabilme becerisini göstermişti. 10 bölümden oluşan iki sezonunda; Escobar’ın hikayesine öyle ya da böyle bulaşmış herkesi neredeyse ‘eksiksiz’ anlatan yapısı, parlak prodüksiyon kalitesiyle birleşince ortaya heyecanla izlenen büyük bir anlatı çıkmıştı. Gerçek haber görüntüleriyle de desteklenen bu yapı, yaşanan inanılmaz olayların gerçekten de yaşandığına bizi ikna ediyordu.
Elbette “Narcos”un yarattığı Escobar popülerliği pek çok taklit dizi ve filmleri de getirdi karşımıza. Malzeme inanılmaz zengindi çünkü. Escobar’ın Kolombiya’da en başta halkın Robin Hood özdeşleştirmesiyle desteklediği popülerliği, sınır tanımaz hırsının ulaştığı devasa güç, devletle giriştiği büyük savaş, Amerikalı uyuşturucuyla mücadele ajanlarının (DEA) müdahalesi ve son noktayı koyan büyük av... Bu hikayede yozlaşma var, bir adamın hırsına yenik düşmesi, suç dünyasının tehlikeli dönemeçleri, sönen hayatlar, büyük dramlar, politikanın kaypaklıkları, polislerin tarafında ise yozlaşmaya karşı yürütülen eşsiz bir mücadele var. Elbette bütün bunları iki saatlik bir filmde toparlayabilmek büyük mesele. Ama başarılamaz bir durum da değil. Scorsese’nin “Sıkı Dostlar” (Goodfellas), “Casino” gibi filmleri, Brian De Palma’nın “Yaralı Yüz” (Scarface) ya da koskocaman “The Godfather” gibi örnekler var.
“Pablo Escobar’ı Sevmek”, bunlardan biri olmaktan çok uzakta maalesef. Bunun nedenlerinden ilki hikayeyi anlatmak için yanlış bir odağın seçilmiş olması. Escobar’ın hayatında kısa bir süre metresi olarak yer almış televizyoncu Virginia Vallejo’nun anılarına yaslanılmış ama hikayenin bu odağı senaryoda kaybedilmiş. Vallejo’nun muhtemelen kendiyle ilgili bir parça da abartarak kaleme aldığı anılarından yola çıkılmış ama Vallejo’nun dışarda kaldığı diğer açılar da filmde yer almakta. Halbuki bu açıların tamamı “Narcos” dizisinde sağlıklı bir biçimle anlatılabilmişti.
İkincisi, diziden farklı olsun diye Escobar’ın peşine düşen ve hikayenin finalinde büyük rol oynayan iki ajanı görmezden gelip, Vallejo’yu konuşmaya ikna etmeye çalışan ajana odaklanmak da gerçek hikayeyi bilenler için tat kaçırıcı.
Üçüncü büyük sorun da hikaye bir sürü olaya ve gerçeklere dayansa da, senaryoda hantal bir yapının kurulmuş olması. Bu senaryo ne Escobar’ın yaptığı işi tam olarak anlatabiliyor, ne de ailesiyle olan ilişkisini. Devletle giriştiği kavgayı bile Adalet bakanıyla yaptığı bir söz düellosuna bağlıyor sadece! Filme adını veren aşkın, sevginin ise esamesi yok ortada. Vallejo bir sahnede Pablo’yu sevmiştim, ama Escobar’ı hiç sevmedim diyor. Biz Pablo’yu sevdiğini de pek fazla anlayamadık doğrusu!
Elbette usta aktör Javier Bardem yoğun bir makyaj altında Escobar’a epey de benzetilmiş, ama çoğu sahnede şov yapıyor. “Narcos”un Escobar’ı Wagner Moura’nın sonradan öğrendiği İspanyolcasıyla gösterdiği olağanüstü performansı aşmak pek de mümkün değil artık bu saatten sonra. Zaten “Pablo Escobar’ı Sevmek”in en büyük handikaplarından biri de filmin ‘ispanyol aksanlı ingilizce’ çekilmiş olması. Madem böyle bir karar alındı, neden sadece küfürler ispanyolca o da bir garip! Kolombiyalı karakterler ingilizce konuşurlarken sinirlenince bir anda ispanyolca küfür etmeye başlıyorlar!
Penelope Cruz’un oynadığı karakterin bir türlü derinleşememesini farketmemesi de ayrı bir sorun ayrıca. Ya da eşinin Escobar’ı canlandırma hevesinin kurbanı olmuş belki de...
2 yıldız
Pablo Escobar’ı Sevmek
Loving Pablo
Yönetmen: Fernando León de Aranoa
Senarist: Fernando León de Aranoa
Oyuncular: Javier Bardem, Penélope Cruz, Peter Sarsgaard
123 dakika, 15+
İYİ ÇOCUK AMA...
Bazen gençliğimizde ya da toy zamanlarımızda yaşadığımız kimi kırgınlıkları, haksızlıkları ürettiğimiz ya da yaptığımız işlere yansıtabiliriz. Ama eğer bir sanat dalıyla uğraşıyorsak, anlattığımız hikayeye ya da esere bu yaşanmışlıkları kişisel bir hesabı görmek için değil, seyirciyi de ilgilendirecek bir mesele haline getirerek anlatmak durumundayız kanımca.
Fransız-Tunus asıllı yönetmen Abdellatif Kechiche’in iyi bir yönetmen olduğunu düşünsem de yukarıda özetlediğim mesele konusunda çok da başarılı olabildiğini sanmıyorum. Yeni filmi “Kısmet, Sevgilim: İlk Şarkı” bir roman uyarlaması olsa da Kechiche’in romanın özüyle kendi meselesi arasındaki dengeyi şaşırdığını düşündürttü bana.
1994’te Paris’ten, güneye kendi kasabası Sete’ye gelen genç senarist Amin burada kuzeni Tony, diğer akrabaları ve arkadaşlarıyla tekrar buluşur. Hatta Tony’le birlikte plajda iki kızla tanışıp birlikte takılmaya başlarlar. Diğer yandan Amin’in, kuzeninin arasıra kaçamak yaptığı oranın popüler kızlarından biri olan Ophelie’ye tam da açamadığı bir hayranlığı vardır. Amin o yaz günlerinde etrafındaki herkes yüksek alkol, müzik, kızlar ve seksle iç içe yaşarken kendini biraz dışarda kalmış hissedecektir. Çünkü o etraftaki diğer herkes gibi gamsız, bencil ve hedonist olamıyordur... Çünkü o ‘iyi bir çocuk’tur!
Tam 175 dakika boyunca, 60 dakikada bile rahatça anlatılabilecek bir hikayeyi sündürdükçe sündürmüş Kechiche. Roman, anladığım kadarıyla kapitalizmin dolu dizgin yaşandığı 1980’lerin ortasında geçiyor ve hatta bugünlerin sosyo-ekonomik sorunlarının müsebbibi olarak kodlanabilecek hazcı kuşağa bir eleştiri getirmeyi amaçlıyor. Ancak yönetmen belki de Amin karakterinde kendisini görerek hem onun yaşını büyütmüş hem de 1990’lara taşımış bu hikayeyi.
Cannes’dan Altın Palmiye ödüllü filmi “Mavi En Sıcak Renktir”de de yaptığı gibi üstelik; kadınlardan intikam alır gibi kamerasıyla onları bol bol da teşhir ediyor. Erkek vücutlarında yapmadığı her türlü numarayı kadınların vücutlarında kullanıyor. Özellikle Ophelie’den sanki intikam alıyor gibi yönetmen! Filmin başında sevgilisine ihanet eden Ophelie’yi apaçık sevişirken teşhir ettiği gibi sonlarına doğru da diskotekte yaptığı dansları en olmadık açılarla sunarak eleştirdiği hazcı ergenler gibi röntgencilik yapıyor adeta.
Romanın odak noktasını şaşırması bazı başka uyarlamalarda da karşılaştığımız bir sorun, ama yönetmenin bir romanı ve kamerasını kendi geçmişindeki bazı insanlardan hıncını almak için kullanıyormuş hissi yaratması bir sanatçı için pek de muteber bir durum değil doğrusu.
Bu sorunun yanısıra üç saati aşan bir filmde daha derin karakterler arıyor insan. Baş karakterimiz Amin’in bile tam olarak ne istediğini belirtemiyor film. Amin etrafımızda çok olan hatta belki bazı özellikleriyle insanın kendi gençliğini de hatırlayabileceği bir karakter ama üç saat boyunca izlenebilecek renklilikte bir karakter de değil ayrıca. Kaldı ki Amin bu dev uzunluktaki filmde en çok tanıyabildiğimiz karakter bir de aynı zamanda! Yani diğer hiçbir karakter hakkında birkaç cümlenin dışında fikir edinemiyoruz.
Ama bir şekilde kendinizi bıraktığınızda bu yaz hikayesinde belli bir melankoli duygusu bulabilmeniz de mümkün. Belki iki saatte toparlansa daha iyi bir etki bırakabilirdi izleyenlerde... Dileriz bugünlerde çekimleri bitmiş olması gereken devam filminde biraz daha sakin olur yönetmen Abdellatif Kechiche.
3 yıldız
Kısmet, Sevgilim: İlk Şarkı
Mektoub, My Love: Canto Uno
Yönetmen: Abdellatif Kechiche
Senarist: Abdellatif Kechiche
Oyuncular: Shaïn Boumedine, Ophélie Bau, Salim Kechiouche
175 dakika, 18+
10 yıl sonra tekrar Mamma Mia!
Burak Göral
Haber Merkezi
- Yazıları büyüt
- Yazıları küçült
- Standart boyut