ÜZÜLDÜM

Bir savcının itibar mücadelesi


Geçenlerde hayli önemli kararlara imza atmış emekli bir hukukçu dostumla birlikteydik.

Bana “İsmet Bozkurt’u tanır mısın?” diye sordu.

Bir an düşündüm, “Hayır, hiç hatırlamıyorum” dedim.

Bunun üzerine “Ama televizyondaki konuşmanda adını geçirdin, bir dolu da söz söyledin” diye devam etti.

Bu kez çok şaşırdım. “Ne zaman, ne dedim ki?” diye sordum. Hukukçu dostum, “İsmet Bozkurt, senin de ekranda ‘Fettah Tamince’yi kurtaran savcı’ diye tanıttığın kişi” diyerek merakımı giderdi.

Ben de “Konuşmuşumdur” dedim gülerek, “Peki neden gündeme gelmişti ve ben neden konuşmuştum onu tam hatırlayamadım” diye üsteledim.

Hukukçu dostum da “Adını bir rüşvet soruşturmasına bulaştırıp açığa aldılar. Millete kim olduğunu hatırlatmak ve karalama da tutsun diye Tamince olayını kullandılar” dedi.

Ardından da anlatmaya başladı.

“Bu savcıyı hayli zaman öncesinden tanıyorum. Genç yaşına rağmen çok önemli davalarda savcılık yaptı. Zaman gazetesi soruşturması, akademisyenlerin ‘Barış Bildirisi’ soruşturması, FETÖ’cü Dünya Pazarlama soruşturması, dolar spekülatörleri soruşturmasını hep bu savcı yürüttü.”

Hukukçu dostum, pek çok çetrefilli soruşturmayı başarı ile yürüten İsmet Bozkurt’a hiç olmadık bir anda “Fettah Tamince’nin ifadesini alma görevi” verildiğini belirterek şunu anlattı;

“Aslında Fettah Tamince, 15 Temmuz’dan sonra soruşturmaya uğramış ve o sırada hakkında takipsizlik verilmişti. Sonra CHP Genel Başkanı’nın, Tamince ile ilgili iddiaları üzerine bir kere daha ifadesinin alınmasına karar verilmiş, görev de bu savcıya verilmiş.”

Araya girip “Tamam şimdi tam hatırladım, iyi de bu savcı da Tamince hakkında beraat niteliğinde bir karar vermişti” dedim.

Hukukçu dostum, “İşte” dedi “sorun da burada. İsmet Bozkurt takipsizlik kararı değil, mükerrer soruşturma kararı verdi. Yani bu ifadelerin daha önce alındığını ve aslında buna gerek olmadığını belirtmiş oldu.”

Yine araya girdim; “Anladım da” dedim, “ama adam daha sonra FETÖ borsasında ortaya çıkmış.”

Gülerek sözümü kesti hukukçu dostum “Önemli olan nokta bu, ben bu savcıyı çok iyi tanırım, rüşvete asla bulaşmayacak biridir, ayrıca nitelik olarak da zaten cemaat olayına çok uzak biri. Başına bu işin açılmasının nedeni bana göre başka” dedi. Sonra da çok şaşırarak dinlediğim bambaşka bir olay anlattı. “Hani o Fettah Tamince’nin ifadesinin alınması var ya, iş oraya dayanıyor” dedikten sonra şöyle devam etti;

“Savcı, Tamince ve eşinin ifadesini alırken, yanında kim var biliyor musun? Sarayın avukatlarından Mustafa İnal Doğan. Bu avukat, Tamince’ye refaket ediyor, savcı İsmet Bozkurt da zaptı tutarken, bu avukatın da hazır bulunduğunu yazıyor. İşte yakın dostlarımdan oluşan adliye çevrelerinden aldığım bilgiye göre, İsmet Bozkurt’un başına gelenler bu yüzden.”

Gerçekten çok şaşırdım ve “Nasıl yani?” dedim, “Fettah Tamince ile birlikte sarayın avukatı da mı gelmiş, peki zapta girmesi ne demek?”

Hukukçu dostum duruma şöyle açıklık getirdi; “Burada ince bir şey var, Tamince, durumu kurtarmak için tekrar ifadeye çağrılmış, aslında başına bir şey gelmeyecek, sarayın avukatı da buna nezaret ediyor, normalde zapta adı girmezdi. Ama galiba savcının biraz canını sıkmış, biraz kibirli davranmış, o da adını zapta geçirmiş, avukat buna içerlemiş ve daha sonra hakkında dedikodu yapmış.”

Yine tam ikna olmadım tabii. “İyi de rüşvet soruşturmasına adı nasıl girer ki, ne olursa olsun böyle bir soruşturmaya sokmak o kadar kolay mı?” diye sordum.

Hukukçu dostum, “Söylediğin şeye bak” diye kahkaha attıktan, “Bağlantı nasıl kurulmuş biliyor musun?” diye sorduktan sonra kendi anlatmaya devam etti:

“Savcı Bozkurt, herkesin tanıdığı bir kişinin sözlü talebi üzerine soruşturmanın sanıklarından biri hakkında kalemden bilgi istemiş. İşte bunu kayda almışlar ve savcının da çete içinde olabileceğini ileri sürmüşler, hepsi bu.”

Hukukçu dostum, “Bunları niye anlattım biliyor musun?” dedi; “Çünkü tanıdığım en sağlam savcılardan biri, sırf bir kompleks uğruna yok edilmek, itibarı elinden alınmak isteniyor. Bu yürekli savcıya itibarının iadesini sağlamak için destek vermenin bana da bir görev olduğunu düşündüm. Madem hiç tanımadan ‘Tamince’yi kurtaran savcı’ diye anlattın ekranda, o halde bunu da sen yap.”

ŞAŞIRDIM

THY, hiç koltuk arası bırakmasın, üzerine tüneyelim bari


Pazar günü sabah Ankara’ya gidip akşam döndüm. Kitap fuarına katıldım.

Uzun zamandır THY uçaklarına binmiyordum.

Bu kez gidişte de gelişte de THY’nin Airbus 320-200 tipi uçağına denk geldim.

Koltuk araları o kadar dardı ki, 50 dakikalık uçuş tam bir eziyet halinde geçti.

Belki “Uçaklardaki koltuk araları hep aynı” diyebilirler.

Ama sanmıyorum.

Çünkü yıllardır boyum posum aynı. Üstelik 3.5 ay öncesine göre 20 kilo da verdim.

Koltuğa sığmayan sadece ben değildim ki, yanımdaki de sığamıyordu. Oysa sadece bir sıra çıkarmakla yolcuyu rahatlatabilirler, 6 bilet fazla satmak için herkese işkence çektiriyorlar.

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

Daha önce neden davet edilmezlerdi ki?


Türkiye garipliklerin, hukuksuzlukların, kibir gösterilerinin ve saçmalıkların “sıradan olay” olduğu bir ülke haline geldi.

Önce şu haberi okuyun lütfen;

“Bu yılki, Cumhuriyet Resepsiyonu’nda bir ilk yaşanacak. Cumhurbaşkanlığı Sarayı’ndaki resepsiyona, SÖZCÜ Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Metin Yılmaz ve Aydınlık Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İlker Yücel de davet edildi.”

Dün baktım birçok internet haber sitesi, bazı gazetelerin siteleri de dahil bu haberi keyifle yayınlamışlardı.

Hemen herkes “bunun çok güzel bir gelişme olduğunu” belirtiyor ve Erdoğan’ı bu müthiş hoşgörüsünden! ötürü övgüye layık buluyor.

Oysa asıl sorulması gereken, daha önce bu gazetelere neden ambargo uygulandığı olmalı.

Ama diyorum ya bu iktidar, olmayacak ne varsa sıradanlaştırdı, sonra da aklımızla alay edercesine zeytinyağı gibi üste çıkıp bir de prim yapmıyor mu?

İşte ona yanıyorum da ne fayda.

BUNU YAZMAK GEREK

Son teröriste kadar mücadele edilecekse, bu iş hiç bitmeyecek demektir


Onca yılın deneyimi demek ki ders olmuyor.

AKP iktidarının önde gelenleri “öldürerek” terörü bitirebileceklerini zannedebilirler.

Bu nedenle de her gün kaç kişinin öldürüldüğünü iftiharla kamuoyuna duyurabilirler.

Ancak terörle mücadele konusunda çok önemli deneyimler kazanmış silahlı kuvvetler mensuplarının da öldürmekle terörü bitireceklerini düşünmeleri bana çok garip geliyor.

Genelkurmay Başkanlığı’ndan Milli Savunma Bakanlığı’na geçen Hulusi Akar, dün bir gazeteye verdiği demeçte son teröristi öldürünceye kadar mücadeleye devam edeceklerini söylemiş.

Oysa asker artık çok iyi biliyor ki öldürmeyle terör bitirilmiyor.

Öyle olsa daha önce belli aralıklarla 5’er binden 15 bin terörist öldürüldüğünde biterdi terör.

Oysa öyle olmadığı gibi sayı daha da artabiliyor.

Şurası deneyimlerle ortaya çıktı ki terör öldürerek değil, teröre neden olan iklimin değiştirilmesi ile ortadan kaldırılabilir.

Terörle mücadeleyi sadece teröristi yok etmek olarak kabul ettiğimiz sürece, bu mücadelede başarılı olunamayacağı açıkça ortada. Bu konu bizzat terörle mücadele uzmanları tarafından da biliniyor aslında.

Sanıyorum Milli Savunma Bakanı, saraya hoş görünmek veya onun gibi düşündüğünü göstermek için bu tür bir açıklama yapmıştır.

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

Bağdadi’yi yakalatan adamı önce biz yakalayıp sonra bırakmışız


Amerika Özel Kuvvetleri’nin, IŞİD’in patronu Bağdadi’ye yönelik operasyonu öyle ya da böyle Türkiye’nin başını sıkıntıya sokacaktır.

Dün de yazdım, olayın üzerindeki ilk heyecan dalgası kalktıktan sonra Türkiye - IŞİD ilişkileri de mercek altına alınacaktır.

Zaten batı medyasında bu konuda hakkımızda yayınlanmış pek çok haber var.

Buna şimdi bir de bizdeki haberler eklendi.

Bilemiyorum bu haberleri yapanlar, bunun yarın öbür gün başımıza iş açacağını hiç düşünüyorlar mı?

Gerçi diğer ülkeler bizim bilmediğimiz pek çok şeyi de biliyor orası da ayrı.

Ama dün yayınlanan haberlerde Bağdadi’nin yakalanmasında, İsmail el-İtahavi isimli birinden söz ediliyor.

Bu kişi IŞİD’in en tepe 5 yöneticisinden biriymiş.

Şimdi sıkı durun; bu kişi 2018 yılının şubat ayında Sakarya il sınırları içinde yakalanmış.

MİT sorgulamış.

Sonra CIA ajanları gelmişler, onlar da sorgulamışlar. Ve ne gariptir ki, yakalandıktan 6 gün sonra bu kişi Irak’a teslim edilmiş.

Sonra bu kişi birkaç ay önce İdlib’de görülmüş.

Demek ki bizden sonra Irak da bırakmış bu adamı.

Ama işin kötüsü kimse Irak’a, “Neden bıraktın bu adamı?” diye sormaz da bize sorar.

Yakında IŞİD’le ilgili tatsız gelişmeler olabileceğinden endişe ediyorum.